Mustafa Alp Dağıstanlı

14 Kasım 2012

Erdoğan’ın bir çiftliği var, çiftliğinde bakanları var...

Yedi yüz insanın hayatının Başbakan\'ın iki dudağının arasında olması, Türkiye için, demokrasi için...

 

Yedi yüz insanın hayatının Başbakan'ın iki dudağının arasında olması, Türkiye için, demokrasi için, hukuk için ve insaniyet için yüzkarası. Tabii, o bakanlar kurulunun da bir kurul olmadığının göstergesi. Bakanlar, kelimenin sözlük anlamıyla, bakıyorlar sadece; başbakanlarının ağzına. Dolayısıyla, AKP, bir siyasi parti değil, Recep Tayyip Erdoğan’ın çiftliği. O çocuk şarkısındaki gibi (Erdoğan’ın bir çiftliği var, çiftliğinde bakanları var), ama bir farkla: Erdoğan’ın bakanları bir şey diye bağıramıyor. Bu AKP çiftliğinde bazıları kendilerini kahya zannediyor kimi zaman, ama aslında onlar da kahya bile değil.

Açlık grevleriyle ilgili toplumun birçok kesimi seferber olmuş durumda ve hükümet nezdinde de girişimlerde bulunuyorlar. Kurban Bayramı arefesinde Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Sincan cezaevini ziyaret ettikten sonra basın toplantısı yapmış ve ümitvar konuşmuştu. Kendisiyle görüşen BDP’liler de Ergin’den övgüyle bahsetmiş, insanca bir yaklaşım gösterdiğini söylemişlerdi. Hatta, İslamcı kesimin kimi “ileri gelenlerinin” de bu meselenin yumuşak bir şekilde halledilmesi için hükümetle görüştüğü bile bir fısıltı olarak dolaştı.

Fakat Başbakan, kan dondurucu bir acımasızlık içinde, Almanya'dan dünyaya seslendi: “Açlık grevi yok, hepsi şov.” O çok sevdiği “Yaradılanı hoşgör (sev) yaradandan ötürü” deyişine çok uygun bir açıklama!

Yine de, Adalet Bakanı’nın anadilde eğitim ve savunmayla ilgili yasa tasarısını götüreceği 5 Kasım’daki bakanlar kurulu toplantısına kulak kesilmişti herkes. Ama hükümetin, insani herhangi bir yaklaşım sergilemeyeceği, aslında, o toplantıdan sonra Başbakan Yadımcısı Bülent Arınç’ın açıklamasından belliydi. Arınç’ın basın toplantısı bittiğinde bir iyimserlik havası oluşmuştu yine, ama söylediği hiçbir şey net değildi. Yine de Arınç’ın sakin konuşması, bazan neredeyse okşarcasına yaptığı tonlamalar insan sıcaklığı olduğunu gösterir gibiydi. Fakat basın toplantısına kredi derecelendirme kuruluşu Fitch’in Türkiye’nin notunu yükseltmesi konusuyla başlaması, gaddarlığın bir işaretiydi.

Elli gündür açlık grevi yapan 700 kadar insanın hayatı söz konusuyken, toplumun büyük bir kesimi dörtgözle beklerken, Başbakan Yardımcısı kürsüye gelip, ilk olarak, bakanlar kurulunun vermediği bir kararla, kredi notuyla dakikalarca böbürlendi. Açlık grevleri konusunda da, “Sorarsanız açıklarım” kabilinden bir şey söyledi. Bu ne laubalilik!

Tabii, soruldu. Ve meğer hazırlanmış, uzun uzun birşeyler açıkladı Arınç. Bu gaddarlığa ne eşlik edebilir? Zavallılık tabii. Arınç, anadilde eğitim ve savunmayla ilgili bazı adımlar attıklarını ve atacaklarını, Adalet Bakanlığı’nın bir yasa tasarısını toplantıya getirdiğini söylerken, ikide bir, bunları açlık grevleri yüzünden yapmadıklarını söyledi. Bunu o kadar çok tekrarladı ki, şüphe etmemek elde değildi. Böyle ucuz müsamerelere tevessül etmeleri, hükümetin bilinçli, kendinden emin bir hamle yapmadığını gösteriyor.

Fakat asıl gaddarlık gösterisi, Başbakan Tayyip Erdoğan’a aitti. O da süfli bir müsameredeydi. BDP milletvekillerinin ziyafet çekmeleri teranesini defalarca söyledi ve sonuncusunda, kürsüde, “ah, işte cebimde de tarihi varmış bakın tesadüfe” zavallılığıyla o berbat tiradlarından birini attı yine.

Recep Tayyip Erdoğan, başbakan olarak yaptığı kimi kötü icraatlarının kat be kat ötesinde fenalığı, çirkinliği ve bayağılığı varoluş tarzıyla yapıyor. Sefil bir üslup, tefessüh etmiş bir ahlak, fesada düşkün bir mantıkla arz-ı endam edip duruyor. "Açlık grevlerini şantaja dönüştürmeyin" diyor, kendisi bu sözün arkasını “Şu anda birçok insanımız kamuoyu araştırmalarında idam yeniden gelsin diyor” diye şantaj yaparak getiriyor. Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne kabul edilmekte geç kalındığını söylüyor, arkasından “(...) idam verilmiştir ama bu ülke, birilerinin bazı malum yerlerin baskılarıyla idamı dahi kaldırmıştır” diyor. O malum yer, Avrupa Birliği; ama mertçe adını söyleyemiyor. “Allahın verdiği can”ı kendi elleriyle almaya, idam cezasına, yani devlet eliyle cinayet işlenmesini yasal kılmaya meraklı bir mümin! Kendi yalan borusunu üfleyen gazeteleri gibi 100, 300 tutuklunun açlık grevini bıraktığı palavrasını, defalarca çürütülmesine rağmen, defalarca savuran bir başbakan. İzinden gidenlere bunları ve utanmazlığı vazeden, gitmeyenleri de bunlara maruz bırakan biri. Ölümle sorun çözeceğini sanan bir başbakan; Azrail olmaya sıvanan bir başbakan!

İmralı'ya avukat gitmesine izin vermek, hükümete niye bu kadar zor geliyor? Bu kadar insanın canını kurtarabilecekken. Avukatıyla görüşmek herkesin hakkıyken, Kürt meselesinin çözümünde Öcalan'a istediği kişilerle görüşme imkanı tanımak çok önemliyken... Şu Müslüman Başbakan'a bakın, şu insanlık durumuna bakın, şu hale bakın: birileri onu allah yerine koymuş, siyasi yapı ve siyasi kültür de oraya konmasına cevaz vermiş, o da bu yeri bir güzel kendine uydurmuş o iktidarın keyfini sürüyor! Onun iki dudağı arasından çıkacak bir kelime onlarca insanın hayatını kurtaracak. Ve o bu pozisyonundan, bu durumdan hiç utanmıyor! Kendi allahına şirk koştuğunun farkında değil.

AKP, Tayyip'in çiftliği değil de gerçek bir siyasi parti olmak istiyorsa, bakanları ve milletvekilleriyle sesini çıkarmalı. Bu parti, daha kuruluşunda bir ekip inisiyatifiydi ve başarılı olmasının sebeplerinden biri de buydu. Ama o ekipten geriye, Şarlo'nun diktatörü traji-komikliğinde bir liderden başka bir şey kalmamış gibi görünüyor.

Adalet Bakanı Sadullah Ergin'i alalım; açlık grevleriyle ilgili topluma umudu veren oydu ve zaten olay baştan sona onun bakanlığının alanına giriyor. Şimdi, Başbakan tarafından bir yok derekesine indirildiğine göre ne duruyor bir şey yapmak için? İstifa bazan gayet şerefli bir adımdır ve sadece kişiyi değil, toplumu da kurtarabilecek, kendine getirebilecek bir katkı yapabilir.

Birçok bakanın bile Başbakan Erdoğan'ın bu meseledeki tutumunu anlaşılmaz bulduğuna dair şeyler duydum. Güzel, ama bu onları kurtarmaz, ölüm sınırındakileri de kurtarmaz, o çok sevdikleri vatanlarını da kurtarmaz. Sesini çıkarmayan, düşündüğünü söylemeyen, yanlış bulduğu şeye itiraz etmeyen herkes öldürücü bir silahın mermisine dönüşür.

AKP milletvekilleri, memleketten önce kendilerini kurtarmalılar, birer kişilik sahibi olduklarını kanıtlamalılar. Ve bunu bir an önce yapmalılar. Bu, ülkeyi büyük bir beladan kurtarma yolunda da önemli bir adım olacak. Gözünü hırs bürümüş, Kürt sorununu sadece "terör" olarak gören, hala "ezerek" çözeceğini sanan, müzakere edilebilecek neredeyse herkesi eleyen Başbakan görmüyor, ama AKP'liler görmeli ki, cezaevlerinde açlık grevi yapan insanlar ölürse, kan gövdeyi götürecek bu ülkede. Şehirlerde patlayan bomba-insanlar göreceğiz. Ayrıca, bu ölümler, bu toplumu çatlatıcı bir etki yaratacak.

Hiç odun kestiniz mi, bilmiyorum; bazan iri bir kütüğe balta işlemez. Bir çatlak yaratır, o kadar. O zaman o çatlağa bir mıh konur ve baltanın tersiyle vurulur, kütüğü yarmak için. Başbakan, bu topluma işte tam da bunu yapıyor. Toplumdan da durdurucu, Başbakan'a haddini bildirici bir hamle gelmiyor. Yarılacağız.