Türkiye’nin siyasî gündemi olağanüstü hareketli. Bir gün Davutoğlu’nun Reis’ine karşı yapmaması gereken şeyler yaptığını öğreniyoruz; iki hafta geçti geçmedi, Hakan Fidan ile Siniroğlu’nun ne işler karıştırdığına muttali oluyoruz. Tabiî bu olayların gerektirdiği somut olaylar da birbirini izliyor. Tayyip Erdoğan bütün cephelerde aynı anda dövüşmeyi tercih ettiği için, hareket durmuyor.
Atalarımız, “Nerede hareket, orada bereket” demişler. Ama bu “hareket” o dediklerinden değil; bu, “bet bereket” bırakmayan cinsten bir “hareket.”
Şu sıralarda siyasî İslâm üstüne yazmaya başlamıştım ama bu gündem insanın yakasını bırakmıyor. Bir yandan Birikim’in “online”ında yazıyorum, o yazılar çok daha seyrek, iki haftada bir, ama bu İslâm konusunu orada yazayım diye karar verdim.
Kimin haddine düşmüş Türkiye’ye “yasanı değiştir” demek. Değiştireceğimiz olsa bile değiştirmeyiz, yabancı söylerse...
Avrupa Parlamentosu vermesi gereken kararı verdi. “Şartlarımdan vazgeçmem” dedi. Schulz, bunu açıklarken, “Türkiye’nin bir tavır değişikliği gösterdiğini tahmin etmiyorum” diyerek kendi görüşünü ekledi. Ben de son yazımda Tayyip Erdoğan’ın “herkes yoluna” konuşmasıyla Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki ilişkiyi kopardığını söylemiştim.
Avrupa’ya “atış serbest”, öteden beri. Gelip geçerken oraya doğru bir şarjör boşaltabilirsin. Zararı yok, faydası olabilir. Buna rağmen, Türkiye’nin Avrupa’yla ilişkilerini gerçekten kesmesi, hattâ bu ilişkilerin soğuması, çok kişiyi rahatsız eder. AB ülkeleriyle iş yapan “fundamentalist” çok. Yani AKP’nin sınıf desteğini veren kesim içinde de Avrupa öyle kolayca defterden silinecek bir şey değil.
Tayyip Erdoğan da herhalde bunun farkında. Tayyip Erdoğan’ın Avrupa’ya ne gözle baktığını anlamak için uzun boylu araştırma yapmaya gerek yok. İktidara yeni geldiği sıralarda Avrupa, onun bu iktidarına yönelecek “kuraldışı” saldırılara karşı bir korunaktı. Onun için Erdoğan ve AKP, epey istiskalle karşılaşsalar da, AB’ye katılmaya istekli görünüyorlardı. Erdoğan bugün böyle korunaklara ihtiyaç duymuyor. Dolayısıyla Avrupa karşısında gerçek duygularını dile getirebilir. Getiriyor da.
Tayyip Erdoğan’ın başkanlık rüyalarını gören bir kişi AB ile “bütünleşme” gibi bir hedef koyabilir mi kendine? Başında Tayyip Erdoğan gibi bir diktatör bulunan bir ülkenin, AB ile bir ilişkisi olabilir mi?
Ama Tayyip Erdoğan, Avrupa’ya, “Ben sizi istemiyorum” demekten kaçınıyor. “Kendilerine konuyu henüz danışmadım ama, cumhurbaşkanları olduğum Türkiye toplumu adına sizi reddediyorum” demiyor, bunu demekten kaçınıyor.
“Bizim Terörle Mücadele Yasamızı beğenmiyor, değiştirmemizi talep ediyorlar” diyor. Bu zaten Kürt sorununun yapay, aslında olmayan bir sorun olup yabancıların kışkırtma ve destekleri sonucunda buraya geldiğini söyleyen komple teorisine uygun. Batılılar yapıyor. Öyle bir sorun aslında yok.
İkincisi, “millî gurur!” Kimin haddine düşmüş Türkiye’ye “yasanı değiştir” demek. Değiştireceğimiz olsa bile değiştirmeyiz, yabancı söylerse. Bunu da herkesten iyi Tayyip Erdoğan gözetir.
Avrupa’ya “atış serbest”, öteden beri. Gelip geçerken oraya doğru bir şarjör boşaltabilirsin. Zararı yok, faydası olabilir
Onun için, “Siz konu yolunuza, biz kendi yolumuza”…
Peki, ne demiş, ne istemiş bu “yabancılar?” Örneğin, “Terörü bahane ederek söz ve ifade özgürlüğünü yok etme” demişler. Çünkü Tayyip Erdoğan yasa çıkarmaya hazırlanıyor. Ona göre “Terör örgütü”ne yazıyla arka çıkanlar da “terörist sayılacak vb. Yani, Tayyip Erdoğan “HDP terör örgütüdür” diye bağırırken siz çıkıp “Hayır, HDP terör örgütü değildir” derseniz, siz de “terörist” olacaksınız.
Avrupa’nın buraya bakıp, burada “terörle mücadele” adı altında yapılanları onaylaması pek muhtemel değil. İspanyol tankları Bilbao’yu bombardıman etmedikçe, pek muhtemel olmayacaktır. Ama adamlar bu yöntemleri beğenmeseler de, “Terörle mücadele etme” demiyorlar. Dedim ya, “Terörle mücadele bahanesiyle özgürlüğü boğazlama” diyorlar. Tayyip Erdoğan’ı bu kadar kızdıran şey bu.
Tabiî asıl kızdıranlar, Davutoğlu’yla iş bağlamaları, Davutoğlu’na bel bağlamaları, Davutoğlu ile vize konuşmaları, büsbütün kapalı kalamadı ama, asıl sebep bizim kendimizi teröre karşı savunmamız için olmazsa olmaz yasalarımızı değiştirmeye kalkışmaları.
Bu arada Schulz bir şeyler söyleniyor: “Ciddi bir anlaşma yaptık. Uluslararası siyasette öyle ‘Ben tanımıyorum’ falan gibi şeyler yapılmaz…”
O “yapılmaz” diyor ama burada da “Ben yaptım oldu” felsefesi egemen.
Bakalım nasıl gelişecek?