Ahmet Davutoğlu Başbakanlığındaki 62. Hükümetin programı açıklandı. Programda “çözüm süreci” de yerini aldı.
Süreçle ilgili yol haritası; terörün bitmesi, silahsızlandırma, toplumsal hayata kazandırma ve demokratik siyasete katılımın önünü açmak adımlarından oluşuyor.
Çözüm sürecini kalıcı bir bölgesel güç olabilmenin yegâne anahtarı olarak gören hükümet; bunu; ‘toplumda psikolojik restorasyon yaparak, yeni bir aidiyet bilincini ortaya çıkaracak ve tahkim edeceğini’ ifade etmektedir.
Türkiye’nin en temel sorunu olan Kürt sorununu da ortadan kaldırmayı hedefleyen çözüm süreci ile ilgili bu temennilerin gerçekleşmesi en büyük arzumuzdur. Ancak burada sorun, temenniler ile gerçeklerin ne kadar örtüştüğüdür.
Koordinatör Akdoğan değil Başbakan
Bakanlar Kurulu toplantısından sonra Bülnet Arınç’ın yaptığı açıklamada sürecin koordinatörünün Yalçın Akdoğan değil Başbakan’ın kendisi olacağı anlaşıldı.
Zaten programda yer alan çözümün; “toplumda psikolojik restorasyon yaparak, yeni bir aidiyet bilincini ortaya çıkaracak ve tahkim edeceğin”den geçeceği ifadesi çözüme, dış politika merkezli bakışın izlerini taşımaktadır.
Bu bakış açısı hükümetin çözüm sürecini, temel hak ve özgürlükleri referans alan eşit vatandaşlıktan değil “toplumda psikolojik restorasyon yaparak, yeni bir aidiyet bilincini” ile ilerletme amacı kolay bir yol olarak görülmüyor.
Hükümet programında yazan iyi niyetlerden bağımsız olarak kabul etmemiz gereken içinde olduğumuz koşullarda Kürt sorunu ve çözüm sürecinde istense de hızlı adımlar atılmasının güçlüğüdür. Çünkü, Kürt sorununun çözülmesinde de, çözüm sürecinde de gelişmeler Türkiye içi aktörlerin siyasi iradelerini aşmış durumda.
Erdoğan ve Öcalan’ın iradesi artık yetmez
Adına çözüm süreci dediğimiz ve nihai hedefi PKK’nın silah bırakması olan dönem; temelde Türkiye’nin demokratikleşmesini ve Kürt sorununun da bu çerçevede çözülmesini de kapsıyor.
Bu süreci, ister 3 Ocak 2013’e, ister 1 Ağustos 2009’da isterse MİT’in İmralı’yı çözüm amaçlı ilk ziyareti olan 2006 sonuna götürün; şunu kabul etmek durumundayız ki, çözüm artık Erdoğan ve Öcalan’ın iradelerini aşmış durumdadır. Yani Erdoğan ve Öcalan çok istese de sorunu çözme şansları yoktur.
‘Kürt sorunu’, ‘çözüm süreci’ ayrışması
Kürt sorunu, Erdoğan ve Öcalan iradesi dışında; HDP’yi ve özelikle CHP’yi ve Meclis’i içine alan bir toplumsallaşma olmadan çözülemez. Çünkü temelinde kimlik, hak, özgürlük ve eşit vatandaşlık olan Kürt sorununun çözümü “demokratikleşme”den geçiyor.
Türkiye’de demokratikleşmenin, Gezi’den bu yana en iyi ihtimalle durma noktasında olduğunu düşündüğümüzde Kürt sorununun çözülmesi olası değildir. Terör eylemi olmaması, ölümlerin durması olumlu ancak tek başına çözümün gerçekleşmesi için yeterli değildir.
PKK terör listesinden çıkıyorken silah bırakır mı?
Yine Kürt sorununun çözülmesini de kapsayan ve PKK’nın sadece Türkiye’deki militanlarının değil Kandildekilerinin de silah bırakarak dönebilenlerin Türkiye’ye, dönemeyecek olanların da üçüncü bir ülkeye gidişini amaçlayan çözüm süreci de artık Erdoğan-Öcalan-Kandil üçgenini aşmıştır.
İki neden dolayı. İlki Haziran 2012’de ilan edilen Rojava’daki özerkliğin korunmasının –unutmayalım Kandildekilerin 1/3 Suriyeli- PKK açısından öncelik sıralamasında yükselmesi.
İkinci ve daha önemlisi Irak’ta ortaya çıkan IŞİD’a karşı, Batı ve uluslararası toplum, partner olarak Peşmerge dışında PKK’ya biçtikleri olumlu roldür. Bu gelişme, yakın gelecekte PKK’nın sadece yeni silahlara kavuşması değil “terör listesinden çıkarılması” ile de sonuçlanabilir. Bu durumda, PKK’nın silah bırakması ya da liderlerinin üçüncü bir ülkeye gitmelerini beklemek hayalcilikten başka ne olabilir?
Türkiye çözüm trenini kaçırdı mı?
AK Parti hükümeti, bütün iyi niyeti ile çözüm iradesine sahip çıkmasına rağmen, pek çok sorunda olduğu gibi temel sorunu aşamadı. O da, “ilk büyük adımın” ardından atması gereken “küçük adımları” atmaması ya da atamaması.
AK Parti, çözüm sürecini zora sokan tüm bu gelişmelerin farkında. Bunun için Rojava’daki özerklikten sonra Kuzey Irak Kürt Yönetimi’ni çözüm sürecinin parçası yaparak PKK’ya karşı kullanmayı seçti. Barzani’nin PKK’ya ve Rojava’ya olan alerjisini kullanmaya çalıştı. Barzani bu yönde çok da çaba harcadı ama başarılı olamadı.
Bütün bu denklemi içinden çıkılmaz hale getiren de IŞİD (İslam Devleti –İD-) oldu.
Bugün içinde bulunduğumuz konjonktürde Türkiye, hem içerde Kürt sorununu çözme hem de PKK’nın silah bırakmasını hedefleyen çözüm süreci trenini kaçırdı.
2015’e kadar güçlü adım zor
Türkiye bu treni yakalayıp yeniden binebilir mi? Bu, ancak hükümetin içeride demokratikleşme, dışarıda ise Ortadoğu ülkeleri ile eş düzeyli bir ilişki ve yüzünü Batı’ya dönmesi ile mümkün.
2015 seçimleri yaklaşırken Erdoğan-Davutoğlu ikilisi böyle bir seçeneği tercih ederler mi? Bunun iyi niyetli ama fazlasıyla iyimser bir beklenti olur.
Türkiye’nin bu sorunları çözme konusunda kaybettiği her gün çözüm için talep çıtası da yükseliyor. PKK ve Kürt siyasi hareketi için talep çıtası bugün, iki yıl öncesine hatta bir yıl öncesine göre daha yüksek. Bunun en çok farkında olan ama şimdilik bundan yararlanamayan da, tutukluluk halinin verdiği çaresizlikle sessiz kalan Öcalan’dır.
CHP ve HDP’nin zorunlu işbirliği!
Hükümet programında eksik olan çözümün toplumsallaşmasıdır. Bu da sürecin Meclis çatısı altına taşınarak ilerletilmesidir. Hükümet çözüme CHP ve HDP’yi katmadığı sürece başarılı olması zordur.
Bütün bu olumsuz tablo, CHP’ye siyaseten çok önemli bir sorumluluk yüklemektedir. CHP’nin bu sorumluluğu, seslendirdiği özgürlükçü politikaları daha da geliştirerek, bu politikaları 5-6 Eylül olağanüstü kurultayında güçlü biçimde kamuoyuyla paylaşarak üstelenebilir.
Tabii, bu adımı takip edecek diğer adım ise, kuşkusuz siyaseten güçlenen ve özerkleşen HDP ile de siyaseten Türkiye’nin demokratikleşmesi temelinde ortak bir siyasi hat kurmasıdır. Özgürlükçü çözüm ancak bu hattan geçebilir.
Bu CHP için zor ama, Yeni CHP için imkansız değil.
@murataksoy