Metin Münir

24 Ağustos 2017

TC: Bir sürdürülebilir kalkınmama örneği

Sünni Türkler bir uzlaşmaya ihtiyaç olmadığını, kendi programlarını herkese empoze edebileceklerini sanıyorlar

Türkiye’de bugün olup bitenlerden daha önemli bir şey var:

Olup bitenlerden ne ders alındığı.

Veya alınıp alınmadığı.

Alınması gereken bir ders olduğu kesin. Ama öğrenilip öğrenilmeyeceği, kesin olmaktan çok uzak.

Türkiye, 1923’ten beri denemekte ve yanılmaktadır.

Atatürk ve arkadaşlarının kurduğu cumhuriyet ve getirdikleri reformlar, geçmiş ile gelecek arasına çekilmiş kalın bir çizgi, şimdi Suriye sınırına inşa edilmekte olan duvar gibi bir duvardı.

Sünni Türkler bir uzlaşmaya ihtiyaç olmadığını, kendi programlarını herkese empoze edebileceklerini sanıyorlar

Bazı şeylerin ebediyen duvarın arkasında kalacağı ümit ediliyordu ama yanılındı. 

“Ebediyen” yoktur.

Birçok yapılan (ve yapılması önlenen), devlet adamının ömrü kadardır.

Atatürk bağlamında bu, onun hayatı kadar bile uzun olmadı. Yaşlılığında yaptığı reformlardan taviz verilmeye başlandığını görmenin mutsuzluğunu yaşadı. Ömrünün son yıllarında çevresini daraltmasının, kendini içkiye vermesinin nedeni belki de buydu.

Türkiye, ne onun hayal ettiği çağdaş uygarlığı yakalayabildi, ne de özellikle Özal yıllarından sonra amaçlanan refahı.

Yakaladığı şey, sürdürülebilir kalkınmama oldu.

Türkiye, demokrasi denemesine başlandığı 1950 yılından beri ayaklanmalar, darbeler veya darbe girişimleri ile cebelleşen, yoksulluk ile orta gelir seviyesinde, Avrupa ile Orta Doğu arasında gidip gelen istikrarsız bir ülkedir.

Eğer, daha birkaç gün önce, Erdoğan hitap ettiği bir topluluğa “Yeni darbe girişimlerine göğüs germeye hazır mısınız” babında bir soru sormak gereksinimi duyduysa bir şeyler çalışmıyor, demektir.

Çalışmayan, Türkiye’nin nüfusunu meydana getiren Sünni Türkler, Aleviler ve Kürtlerin nasıl bir rejim altında yaşayacakları konusunda uzlaşmaya varmamış olmalarıdır. Bu üç grup kendi görüşlerini hâkim kılmak için 94 senedir mücadele veriyor. Bu mücadele Türkiye’nin kanını emiyor, gözlerini dumanlandırıyor, ayaklarına dolanıyor.

Dayatma yürür gibi görünür ama yürümez. Atatürk, Türkiye’yi laikleştiremedi. Erdoğan da İslamlaştıramayacak 

Türkiye’nin ana sorunu budur.

Çok dinli ve ırklı devletlerin tekel mantalitesiyle çalışma lüksü yoktur.

Sünni Türkler bir uzlaşmaya ihtiyaç olmadığını, kendi programlarını herkese empoze edebileceklerini sanıyorlar.

Bu dayatma konusunda, Atatürk ile Erdoğan arasında bir fark yok – Atatürk’ün çabasının ülkeyi ileri, Erdoğan’ın geri götürmek olduğunu hesaba katmazsanız.

Dayatma yürür gibi görünür ama yürümez. Atatürk, Türkiye’yi laikleştiremedi. Erdoğan da İslamlaştıramayacak – gayret etmeye devam ediyor ama başaramayacak, çünkü zorla güzellik olmaz.

Stalin ile Mao, on milyonlarca insanı mezara yolladı ama komünizmi yerleştirmedi. Rusya’da komünizm 74 yıl sürdü. Çin’de ömrü bunun yarısı kadar bile olmadı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan komünist deney, Mao’nun  ölümünden sonra, 1978’de sona erdi.

Çin ve Rusya’da bugün kapitalizmin en vahşisi, en kirlisi uygulanıyor.

İnsan doğasına aykırı hiçbir şey kalıcı olamaz. Bu doğanın özünde, özgürlük ve hür seçim vardır.

*

Bugün kesin ve kalıcı görünenler, nereye gideceği belli olmayan bir yolda birer merhaleden başka bir şey değildir.