Kıbrıs’ın yeniden birleşebileceğine dair umutların kaynağı, dar bir çerçeve dışında, görüşmelerde ne olup bittiğinin bilinmemesidir.
Halklar, liderlerin açıklamalarına ve doğruluğunun teyit edilmesi olanaksız sızdırma haberlere bakarak fikir sahibi oluyor.
Ne var ki, bunların genellikle amacı gerçekleri ortaya dökmek değil, beklentileri manipüle etmektir.
Yeşil hattın her iki tarafında da liderler ve onların adına konuşanlar, olmayan bir ümidi yeşil tutmak için neredeyse her gün ölü bir ağaca su veriyor.
Eğer masada nelerin konuşulduğu bilinseydi, görüşmelerin tutanakları yayımlansaydı, herkes müzakerelerde çözüme yaklaştırıcı bir ilerleme olmadığını, olmasının da mümkün olmadığını görecekti.
Belki öyle yapılmalı, görüşme tutanakları her iki tarafta da yayımlanmalıdır. Halklara, hangi tarafın görüşünün ne olduğunu, hangi tarafın haklı, hangisinin haksız olduğunu filtresiz anlama şansı verilmelidir.
Liderler çözüme yakın değildir, arkadaşlar.
New York’a gitmeleri, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin elini tutarak tebessüm etmeleri, görüşmeleri yeniden Cenevre’ye taşıma konusunda hayal meyal bir karar almaları, çözümün yaklaştığı anlamına gelmez.
Rumlar, Türk askerinin adadan tamamen çekilmesini ve garanti anlaşmasının iptalini istemekte haklıdır
Uluslararası camianın – Türkiye de buna dahildir – ne olursa olsun, tarafları masada tutma kararlılığının devam ettiği anlamına gelir.
“Konuşurlarsa kavga etmezler,” inancı üzerine kuruludur bu politika.
Göreceksiniz, görüşmeler yakında gene tıkanacak.
Cenevre’ye gitmek – eğer gidilirse, tabii – hiçbir şeyi halletmez: Lefkoşa’da sorunu halledemeyenler için tebdili mekânda ferahlık yoktur. Oraya gitmek veya gitmek istemek bir çaresizlik semptomundan başka bir şey değildir.
Akıncı da Anastasiades de, aralarında geçen gizli görüşmelerde çözüm fırsatının ellerinden kayıp gittiğini kabul ediyor.
Bu yüzden, yetmiş iki yaşına merdiven dayayan Rum lider, gelecek yıl yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adaylığını koymazsa şaşırmayın.
Daha önce de dile getirdiğim gibi gerçek şudur: Taraflardan biri tutumunu köklü bir biçimde değiştirmedikçe çözüm olamaz. Ama böyle bir şeyin olma olasılığı sıfıra yakındır.
Çünkü her iki taraf da taleplerinin haklılığından yüzde yüz emindir.
Türk tarafı, Rumlara zerre kadar güvenmiyor. Bu güvensizlikle Rumların kabul etmesinin mümkün olmadığı, aşırı taleplerde bulunuyor.
Yönetimde, nüfusun yüzde 80’ini meydana getiren Rumlarla eşitlik talep etmeleri, bu aşırı taleplerinin en aşırısıdır.
Türkler de askerin ve garanti anlaşmasının kalmasını istemekte haklıdır
Rumlar, Türk askerinin adadan tamamen çekilmesini ve garanti anlaşmasının iptalini istemekte haklıdır. Hangi ülke ebediyen işgal ve vesayet altında yaşamak ister?
Türkler de askerin ve garanti anlaşmasının kalmasını istemekte haklıdır. Adada 43 yıldır güven içinde yaşamalarının nedeninin Türk askerinin varlığı olduğunu çok iyi biliyorlar.
Çözüm?
Nasreddin Hoca kadı olmuş. Davalıyı dinledikten sonra “Haklısın,” demiş. Davacıyı dinlemiş, ona da “Haklısın” demiş. “Hoca her ikisi de haklı olamaz,” demişler. “Siz de haklısınız,” demiş.
Çözüm yok. Yani Türk-Rum Federasyonu mümkün değil.
Ne mümkün, artık ona bakmak lazım.