Besim Tibuk’u tanıyanlar onun ters konuşma alışkanlığına sahip bir kişi olduğunu bilir.
Başkalarının söylemediği, söylemek istemediği, söylemeye korktuğu, söylemeyi akıl edemediği şeyleri o dillendirmekten kaçınmaz.
Sözlerinin nereye varacağını düşünmez, stili de çoğu zaman inceliksizdir.
Geçenlerde Lefkoşa’daki Diyalog TV’de katıldığı bir televizyon programında, Türkiye’nin Kıbrıslı Türkleri ihmal etmesini eleştirdikten sonra, KKTC’nin İngiltere’ye bağlanmasının hayırlı bir iş olacağını savundu.
Bu, tabii, ciddi veya ciddiye alınacak bir öneri değildi. Ama Ankara’nın -Erdoğan’ın da diyebiliriz- tepkisi çok sert oldu. Diyalog TV’yi uydudan çıkardı. Türkçesi: Diyalog TV’yi kapattı.
Bu karar hukuk mantığına, özellikle de suçların ve cezaların şahsiliği ilkesine aykırıdır.
Eğer bir suç varsa, ki KKTC yasalarına göre yoktur, suçluyu cezalandır.
Neden televizyonu kapatıp bir sürü masum insanı işsiz bırakıyorsun? İstanbul’da belediye otobüsü şoförüne kızarsanız İETT’yi mi kapatacaksınız?
Devam etmeden tanımayanlar için Tibuk’la ilgili kısa biraz bilgi vereyim:
Tibuk, Karadenizli yoksul bir ailenin çocuğu olarak hayata başladı ve gece gündüz çalışarak, bin bir badire atlatarak zengin oldu.
Kıbrıs’ta otelleri ve başka yatırımları var. Benim de yazarları arasında bulunduğum Diyalog Gazetesi ve Diyalog TV bunlar arasındadır.
Diyalog TV’nin başına gelen, Erdoğan’ın KKTC medyasını TC medyası gibi yola getirmek için yaptığı ilk girişim değildir.
Bundan önce de hoşuna gitmeyen bir karikatür yayımladı diye Afrika adlı gazeteyi mahkemeye vermiş, taraftarları, bir zamanlar Çetin Altan’a (1927-2015) Meclis’te yapılan linç girişimine benzer bir girişimle gazete binasına saldırmıştı.
Erdoğan KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’dan gazetenin sahibi ve başyazarı olan Şener Levent aleyhinde bir karar çıkarması için mahkemeye baskı yapmasını da istemişti. Akıncı bu isteği reddettiği için onunla selam sabahı kesmiş, KKTC’ye küsmüştü.
Akıncı, Erdoğan’ın buyruğunu yerine getirmedi çünkü KKTC Türkiye’nin bir ili değildir, Akıncı da onun valisi. Bundan daha önemlisi Kıbrıs’ta yargı bağımsızdır. Ama TC’de olduğu gibi değil, gerçekten.
Seksen iki milyonluk bir devletin dünya liderliğine oynayan cumhurbaşkanı, nüfusu üç yüz bin olan bir cemaatin, birkaç bin okuyucusu veya izleyicisi olan iki yayın organında ne söylendiğine neden bu kadar önem verir?
Neden bu Osmanlı kalıntısı cemaati rahat bırakmaz da kendi kalıbına uydurmak ister?
Çünkü sayı ve kişiler önemli değildir. Otoriter bir rejim her yerde otoritesini gösterme, önemli önemsiz başını kaldıran herkesi ezme ihtiyacındadır. Bunu yaparken pire ile birlikte yorganı da yakarsa yorgana acımaz.
Ankara’nın Kıbrıslılara, onların gelenek ve göreneklerine, hayat tarzına, saygısı yoktur. Kendini dev aynasında, onları hakir görür.
Ve bunu yaparken onları kaybeder ama, dediğim gibi, pire de yorgan da umurunda değildir.
Aslında bu yazının Türkiye’yi KKTC’deki basın özgürlüğüne saygı göstermeye davet ederek bitmesi gerekirdi.
Ama ben İdi Amin’in (1925-2003) bir sözü ile bitireceğim:
"Konuşma özgürlüğü vardır ama konuşmadan sonra özgürlük olacağını garanti edemem."