Toprak tipi ile şarabın karakteri arasında, ne olduğu bilinmeyen bir ilişki var.
Aynı üzümün, tepenin yamacına ekildiğinde verdiği meyve ve bundan üretilen şarap, yüz metre ilerideki düzlükte ekilen üzümün şarabından çok farklı olabilir.
Nedeni, toprağın yeryüzündeki en karmaşık şeylerden biri olmasıdır.
Toprağın dokusu, rengi, içerdiği organik maddeler, hava, su tutma yeteneği, aldığı güneş, yerden yere farklıdır.
1951 ile 1991 arasında, patates içerdiği A vitaminin tamamını, C vitamininin yüzde 57’sini kaybetti
Bu, esrarengiz bir mekanizma sayesinde ürüne de yansır.
Aslında toprak tipi ile şarabın karakteri arasındaki ilişki her bitkisel ürün için geçerlidir.
Piyasadaki birçok meyve ve sebzenin tatsız ve besin değerinden yoksun olmasının nedeni, bitkiyle toprak arasındaki ilişkinin zayıflamış, bazı hallerde tamamen koparılmış olmasındandır.
İki yıl kadar önce manavdaki çilek kutusunun üzerinde “Topraksız yetiştirilmiş ilk çilek” ibaresini görünce şoke olmuştum.
Merakımı yenememiş, tatsız olacağını bile bile bir kutu almıştım. Çilekler “tatsız” kelimesini yetersiz kılacak kadar lezzetten yoksun çıkmıştı.
Eski çileklerin kokusunda ve tadında çilek kaldı mı?
Toprağa ekilen sebzelerin çoğunun – belki hepsinin – genetiği, hızlı büyümelerini sağlamak için değiştirilmiştir. Bu sürati artırmak için sebzeler toprağa verilen hormonlarla ve kimyevi gübrelerle ayartılmakta, üstüne bir de aşırı böcek ilacı ile zehirlenmektedirler.
Serseme dönen sebzelerin, sebzelikten çıkıp başka bir şey olmaları, çağımızın en talihsiz gelişmelerinden biridir.
Batının değişik ülkelerinde yapılan araştırmalara göre, sebzeler modern tarım yöntemlerinin devreye girmesinden önceki besin değerlerini büyük oranda kaybetmişlerdir.
İngiltere’de on üç yıl önce yapılan bir araştırmaya göre, patates, 51 yıl içinde içerdiği bakırın yüzde 47’sini, demirin yüzde 45’ini ve kalsiyumun yüzde 35’ini kaybetti.
Havuçta durum daha da kötü oldu.
Besin değeri sözde “mega” olan brokoli 1940’taki bakır değerinin yüzde 80’ini, kalsiyumunun yüzde 75’ini yolda bıraktı.
Domates için de aynı sıkletten düşme geçerlidir. 1940’ta bir domatesten alınan bakırı, 1991’de 10 domates yiyerek almak mümkün idi.
Bu konuda bir de Kanada kaynaklı araştırma var. Buna göre 1951 ile 1991 arasında, patates içerdiği A vitaminin tamamını, C vitamininin yüzde 57’sini kaybetti.
Dedesinin bir portakaldan aldığı vitamini, torun Kanadalı, artık sekiz portakaldan alabiliyordu.
Daha yeni araştırma olmadığı için bu değerleri kullandım.
Scientific American’da çıkan bir değerlendirmeye göre “ekinler daha büyük ve çabuk ürün vermekte, ama topraktan aynı hızda ve büyüklükte besleyici madde çekememektedirler.” Sonuç, düşük besin değeridir.
Serseme dönen sebzelerin, sebzelikten çıkıp başka bir şey olmaları, çağımızın en talihsiz gelişmelerinden biridir
Bugün durumun daha kötü olduğunu tahmin etmek için diyetisyen olmak gerekmez.
İstatistiki veri bulunmadığı için Türkiye’de üretilen sebze ve meyvelerin besin kalitesinin ne olduğunu bilmek imkânsız, ama muhtemelen İngiltere ve Kanada’dan daha iyi değildir.
Bu gelişmelere karşı tepkim, organikçilerden alışveriş etmektir. Aslında bahçemde birçok şey yetiştirebilirim, ama yetiştirmiyorum. Neden yetiştirmediğim başka bir hikâye.
Başlığından da anlaşılabileceği gibi bu yazıya başlarken niyetim tutkularımdan biri olan çay konusunda bir yazı yazmaktı, ama kelimeler ilerlerken kendimi bir başka tutkum olan sağlıklı beslenmeye kaptırdım.
Çay için bir sonraki yazımı beklemeniz gerekecek.