Metin Münir

09 Temmuz 2016

Binlercesi aşksız yaşadı ama

Dereler kurudu. Toprak çatladı. Yerde, tohumlar uykularında ölüyorlar

Ozanköy

Sıcak.

Uyku ile uyanıklık arasında gidip geliyorum. Bir o yana, bir bu yana, el dokuma tezgahındaki mekik gibi.

Gözlüksüz. Rahatsız. Kararsız.

Sıcak, demirini üzerime atmış bir transatlantik.

İki pencere arası daha serin olur diye yastıklarımı yatağımın ayak ucuna taşıdım.

Sağ pencereden esinti, sol pencereden bir çocuk sesi giriyor.

Sol pencerede deniz, sağ pencerede evler var.

Sağ pencereden bir saksağan  ötüşü, sol pencereden köşeyi dönen bir araba.

Cibinlik uçuşuyor ama esinti rahatlatmıyor.

Dopdolu bir bardaktan su, ağzıma götürürken soğuk soğuk üstüme dökülüyor.

*

 “Çok sıcak,” diye fısıldadı Servi bahçede. “Bu sıcak canıma okuyacak.”

“Böylesini görmedim,” dedi Sahte Kavak, yapraklarını tefin zilleri gibi şıngırdatarak.

“Hava kurşun gibi ağııır,” dedi fıstık çamı ağacı davudi sesiyle, kendini Nazım Hikmet sanarak. “Bağır, bağır....”

“Susun,” dedi Hamak, kaşlarını çatarak. “Uyumaya çalışıyorum. Görmüyor musunuz?”  

“Sen uyanık mıydın,” dedi enerjisiz bir sesle nar. Susuzluktan bütün meyveleri döküldü onun. “Uyu uyu uyu. Uyu uyu uyu. Bütün işin bu.”

“Çok susadım,” dedi portakal mandalinaya, mandalina limona, limon  yeni dünyaya, yeni dünya guavaya.

“Ben de, ben de,” diye homurdandı, suyu çoktan kurumuş kuyu.

Hep bir ağızdan “Suuuu, suuuu, suuu” diye bağırıştılar.

“Ne diyor bunlar yahu,” dedi, yukarıdan bakan yaşlı hurma, Arap aksanıyla. Çöllerden geldiği için sıcak, susuzluk ona vız gelir.

“Susamışlar,” diye bağırdı incir, kulakları ağır işiten hurmaya kendini duyurmak için. “Su istiyorlarmış. Su!”

“Acayip,” dedi hurma.

“Bana da acayip geliyor,” dedi incir. “Kışın dünya kadar su içmedik mi?”

“Ben kışın suyumu depoladım,” diye böbürlendi mısır inciri, narenciye ağaçlarına.  “Siz de öyle yapsaydınız. Bütün kış lapur lupur içtiniz suları. Yaz gelecek, biriktireyim demediniz. Siz ağaç milletinin ağustos böceklerisiniz!”

“Ne demek istedin şimdi,” diye homurdandı ağustos böcekleri koro halinde. “İnsanın adı çıkacağına...”

“Herkes senin gibi kaktüs mü,” dedi kaysı mısır incirine, ama susuzluktan o kadar ölgün çıktı ki, sesini kendi dahil hiçbir ağaç duymadı.

*

“Kalkayım bari,” dedim. “Bunlar beni de uyutmayacak.”

*

Güneş gölgelerin arasında kama gibi. Sıcaklık gölgede kırk derece.

Aylardır yağmur yağmadı ve aylarca yağmayacak.

Kutuplar eriyor, denizin suyu çoğalıyor, tatlı su azalıyor.

Havanın huyu değişti. Her yıl bir öncekinden daha sıcak. Her yıl bir önceki yıldan daha az yağmur yağıyor.

Dereler kurudu. Toprak çatladı. Yerde, tohumlar uykularında ölüyorlar.

*

Öğrendiğime göre, su yeryüzünde en çok rastlanan kimyevi bileşimlerden biridir ama sayısız araştırmaya konu olmasına rağmen esrarengizliğini koruyor. İki hidrojen ile bir oksijen molekülünün birleşmesiyle meydana gelir. Hidrojen ve oksijen gaz olduklarına göre, bileşimlerinin de gaz olması gerekirken sıvıdır. Donunca da katı olur, ve işleri daha da karıştırarak, batacağına yüzer. Suyun, bunların dışında, çiy, buğu, sis, bulut ve kar halleri de vardır. Ve hiçbiri, bu günlerde buralarda  mevcut değil.

*

İngiliz şair W. H. Auden’in (1907-1973) dediği gibi “Binlercesi aşksız yaşadı ama susuz yaşayan bir kişi yok.”

“Ağaçları unutma,” diye bağırdı bunu duyan yafa portakalı. “Kişi veya ağaç. Kişi veya ağaç!”