Yine savaş baltaları çıkarıldı yıllar öncesinin militarist anlayışına dönüldü. Gazetelerde eskilerine benzer hale geldi. Kürt meselesinin çözümünde sona yaklaşıyoruz derken savaş yeniden başladı. Ama öncesinde Öcalan’la görüşmeler kesildi; “devlet de PKK’da beni taşeron olarak kullanıyor” dedi. Hükümet seçim öncesindeki milliyetçi söylemin çıtasına yükseltirken 1990’ların zihniyetine döndü sorunu güvenlik boyutuna indirgedi. BDP’li milletvekilleri haklı protestolarını gereksiz biçimde uzatınca denklemin neresinde yer alacaklarına bir türlü karar veremediler; hala da öyleler. İşte tam bu sırada PKK’nın zamanlaması ve gerekçesi hala tartışılan eylemleri geldi. PKK ‘neden şimdi” sorusunun hala yanıtı vermiş değil. Bu şekilde kimi neye zorlayacağı belli değil; şimdilik zorladığı yer savaş. Her ne kadar kabul etmeseler de seçim sürecinde açılım politikalarıyla arasındaki köprüleri atan, PKK’nın eylemleri sonrası, sorunu güvenlik parantezine alarak çözme düşüncesindeki hükümet için de uygun bir zamanlama gibiydi. Kandil’e harekât, sertleşen söylemler, şehit cenazeleri ve batıdaki düşmanlığın yükselmesi durumu daha da kritikleştirdi.
PKK neden eyleme başladı?
Duruma objektif bakmaya çalışalım: Hükümetin seçim sonrası en küçük bir adım bile atmaması, hatta bunun sinyalini dahi vermemesi, Abdullah Öcalan’ın görüşmecilere sunduğu yol haritasının karşılık bulmamasında kaynaklanan güvensizliği sonucu iki tarafın da kendisini kullanmaya çalıştığı suçlaması savaşın yolu açtı. Öcalan inisiyatifi “ortaya” bırakırken devlete de “kendisi olmadan örgütün denetimden çıkacağını göstermek” ister gibiydi. Bir yanıyla doğru olan bu tespit pratikte de hayata geçmekte gecikmedi. PKK durumdan vazife çıkararak ve anlamı kendinden menkul “devrimci halk savaşı” modeline geçerek Öcalan’ı kenarda bırakması şaşırtıcı bir durum değil. Ancak, Öcalan’ın inisiyatif derken bir yanıyla bu durumu kastetmediği ortada. Çünkü, bu kez PKK bir süreliğine Öcalan’ın denetiminden çıkmış gibi. Öcalan’ın tamamen güç kaybettiği iddiaları ise tartışmalı. Bugün gelinen savaş durumuna ara vermek için Öcalan ile görüşmelere başlamak ve devreye sokmak en mantıklısı gibi görünüyor. Öcalan’da bunu hedeflerken PKK içindeki farklı kanatların mücadelesine de kurban gidebilir. Üstelik, birçok istihbarat yanıltmalarına rağmen, İran ve Suriye’nin PKK ile yeniden dirsek temasına geçtiği biliniyor. Murat Karayılan’ın İran’ın denetiminde olması ise ihtimal dahilinde. Ama İran’ın ne yapacağı Türkiye’nin Suriye’ye yönelik tavrına göre değişebilecektir. Diğer yönüyle, Murat Karayılan’ın denetiminin olmadığı bir PKK’nın lider kadrosunun hareket tarzı ise devlet için daha tehlikeli olabilir. Ama kesin olan şu sıralar PKK, Öcalan’sız hareket ediyor ve çözüm umutlarını giderek öteliyor; hem Kürtler hem de Türkler açısından. Yapılma gereken ise BDP’nin Ekim’i beklemeden meclise döneceğini açıklaması ve “devletin de PKK’nın da silahları susturmasını” her daim dile getirmesi zorunlu gibi görünüyor. Hayatta karşılığı olmayan barış çağırılarının bir işlevi olmuyor, toplumda karşılığını bulmuyor. Silah PKK’nın elinde bir koz ama devletin güvenlik politikası gibi silahın PKK’ya yeni bir açılım getirmeyeceği biliniyor. Şiddet eylemlerine yeniden başlayan PKK’nın devleti de şiddete yönelttiği ortada; yani beklentilere karşılık veriyor.
Şiddet bekleyenler vakit geçirmedi
AK Parti hükümeti ya da devlet her ne kadar 1990’lara dönülmeyeceği, şeffaf olunacağını açıklamasına rağmen böyle bir savaşın şeffaf geçmeyeceğini herkes bilir. Dünyanın hemen hiçbir yerinde benzer savaşlar kirlenmeden yürümemiştir; temizlenmesi de silahsız ve şiddetsiz bir çözümden geçmiştir. Devletin PKK’ya karşı görece üstünlük sağladığı varsayılan 1990’ların sonundaki manzaranın insan hakları açısından ne kadar “iç açıcı” olmadığını hatırlatmak gerekir. Çünkü bu meselede savaş devreye girdiğinde sadece ölüm yaşanmıyor, açtığı yaralar daha sonra silahtan daha tehlikeli olabiliyor; bugün Türkiye’nin doğusu ve batısındaki ruh hali giderek bu tehlikeli noktaya gidiyor. 1990’lardan farkı ise bu savaşın sadece gözlerden ırak tepelerde dağlarda yaşanmaması
Devlet, açılım politikalarına silahla karşılık verildiği ve açılım politikaları karşılığında BDP- PKK’nın talep çıtasına sürekli yükselttiği ve bu politikayı sürekli sekteye uğrattığı iddiasıyla kızgınlık içinde. Üstelik, bu süreçte bizzat AK Parti’nin hedef alınıp düşman ilan edildiği düşünülüyor. Buradaki soru kimin kimi provoke ettiği ya da şiddete teşvik ettiği? Belki de bu soruya yanıtın bile şu an için anlamı yok. Çünkü süreçlerin birbirini beslediği de ortada. Kandil’i bombalamanın bir yere varamayacağını bizzat bu işlerin içinde olanlardan dinliyor, bu şekliyle psikolojik harp taktiğinden başka bir anlamı olmadığını biliyoruz. Bayram sonrası bir sınır ötesi operasyonun da diğerlerinden farklı olmayacağını.
Tabii ki 1990’lara dönmek mümkün değil ama mesele sadece güvenlik ve savaş üzerine kurulduğunda aklıselimi bulmak giderek zorlaşıyor. Rojin Canan Akın ile Funda Danışman’ın insanın yüreğini burkan ve aklını zorlayan “Bildiğin Gibi Değil” adlı kitabında anlatılanları okumak savaşın nelere mal olduğunu anlamak için yeterli. O zamanın çocukları şimdilerde büyümüşler, tanıklıkları ise zihinleri ve vücutlarına kazınmış. O günlere dönmek pek mümkün değil. Ama eski yöntemlerle Kürt meselesini çözebileceklerini düşünenlere kitaptan birkaç anlatıyı okumaları tavsiye olunur. Ancak Kürtlerin temsilcilerini de elini taşın altına sokarak PKK’ya dur demesi BDP’nin bir an önce meclise dönmesi, hükümetin açılım konusunda yeni adımlar atması, devletin Öcalan’la yeni bir sürece başlamasından başka bir yol görünmüyor.
RADİKAL İKİ