Mete Çubukçu

01 Mart 2012

Lübnan Suriye'ye bakıyor

Lübnan, Beyrut hangi koşullarda olursa olsun tüm bölgede özgün bir yere sahip.

 

Lübnan, Beyrut hangi koşullarda olursa olsun tüm bölgede özgün bir yere sahip. Dün kanlı bir kavgaya tutuşanlar bugün başka bir ittifakta buluşabiliyor. Ülke her daim diken üstünde ama ticaret, sanat, müzik, eğlence, siyaset devam ediyor; insanlar yaşama bağı tıpkı geçmişte olduğu gibi. Batı Beyrut’taki “görmemiş” zenginliği ile Sabra, Şattila’daki derin yoksulluk kanıksanmış.

Refik Hariri’nin öldürülmeden önce şirket sahibi olarak inşa ettiği ve Beyrut’u ruhundan koparıp başka bir kent havasına sokan Solider bölgesi “modern bir kitsch”; zenginlere ve turistlere terk edilmiş. Biraz ilersinde ise iç savaştan kalma delik deşik binalar “yeni arsız” sahiplerini beklerken, iç savaş bölgesini barlara sokağına çevrilemeye başlanması gerçek üstü durum yaratıyor. Körfez ülkeleri ve Suudi Arabistan’ın dolar zenginleri hala Beyrut’a kaçıyor, “kaçamak” yapıyor; rejimlerin ikiyüzlülüğü burada ortaya çıkıyor.

2006’da bir bölümü İsrail tarafından yerle bir edilen Hizbullah’ın Dahliya bölgesi yeniden inşa ediliyor; izinsiz girilemeyen bölgede Nasrallah’dan Ahmedinejat’a, Beşar  Esad’a kadar lider posterleri birbiri ardına sıralanabiliyor. Hala dünyada yerini koruyan Beyrut Amerikan Üniversitesini 70 milletten gelen öğrencileri kafelere sökün ediyor; onların kentin diğer kısımlarıyla pek ilgileri yok.

 

Li Beyrut

 

İç savaştan kalan komünistler kendi barlarında eski mücadele günlerini sembolize eden afiş ve bilumum sol şahsiyetlerin resimleri altında Feyruz dinleyerek demleniyor; eski acı günleri özlemiyorlar ama inanarak ve dayanışarak yaşadıklarını söylüyorlar. 76 yaşındaki Feyruz ortalarda görünmese de tüm Lübnan tarihi ve Beyrut için nostalji değil. Mısır’daki Ümmü Gülsüm gibi burada da Feyruz bir “diva”, bir saygı abidesi; sanatsal açıdan, iç savaştaki “direnişi” ile siyaseten. Hamra’da Fransız usulü bistoralarla yeni yetme kahve zincirleri nesiller arasındaki farkı gösteriyor.

Beyrut’ta hayat sanki kendisi akıyor; müdahale eden yok, yeni bir şey yapmak isteyen de. Elektrik saatlerce kesik ama hissetmiyorsunuz çünkü kent jeneratör mafyası tarafından paylaşılmış, 1.5 milyar dolarlık bir pazar bu. Hiçbir hükümet üç beş ay sonrası göremediği için de bir santral yapmaya kalkışmıyor; jeneratör mafyası ile uğraşmak istemiyor. İnternet işini ise yine mahalle aralarında kendine özel uydularla servis sağlayıcılar kuran uyanık girişmişiler götürüyor. Polis, trafikte can havliyle yol arayan ambulansa yol açmaya çalışmak yerine işi olmadığı halde bizimle uğraşıyor.

Televizyonlar bıktırıcı bir biçimde Türk dizilerinin eline geçmiş, adını bilmediğimiz hatta hiç görmediğimiz dizileri Arapça tercümesi ile izlemek ilginç geliyor. Ama bu dizilerin tüm coğrafyada hafif bir sarsıntı yarattığı aşikar . Çünkü birilerinin bölgeye model olarak gösterdiği değil dizilerdeki Türkiye daha ilgi çekiyor. Kadın erkek ilişkilileri, yaşantı anlamında insanlar “onlar da Müslüman bizler de” sorgulamasına başlıyor. Ve hala kilp ve reklam sektörü için bölge Beyrut’a akıyor. Ancak günün sonunda iş her zaman olduğu gibi iş siyasete geliyor.

 

Suriye Lübnan’ı “Bölmüş”

 

Lübnan Ortadoğu’nun mikro kozmosu, bölgenin küçük bir minyatürü. Ortadoğu’da niyetler, tarihte olduğu gibi gerektiği zaman Lübnan üzerinden okunuyor; vekalet savaşlarına ev sahipliği yapıyor. Şimdi de Suriye’nin durumu Lübnan’ı yeniden belirleyecek gibi görünüyor. 

Lübnan sembolü olan, sağlamlığı ile bilenen Sedir ağacının tersine ülke, tarihi boyunca olduğu gibi yine kırılgan ve nazik bir süreçten geçiyor. Sürekli bölünmeler, iç savaşlar, kaypak ittifakların ülkesi Lübnan’ın son dönem gündemi içerideki ayrışma ve bu ayrışmanın Suriye meselesi üzerinden yürütülüyor olması. Sokaklarda bu tedirginliği hissetmeseniz bile siyasette ve medyada kavga ve tartışmalar 2005’deki bölünmenin üzerine kurulmuş durumda. 2005 Refik Harriri’nin öldürüldüğü ve Lübnan siyasetiyle toplumunun bir kez ortadan bölündüğü yıl. İnsanları protesto için sokaklara döküldüğü tarih olan 14 Mart’la özdeşleşen bu grup Suudi Arabistan ve Batı destekli. O dönem biraz da renklerle anılan “devrimlerin” etkisi ile Tunus’taki Yasemin devrimi gibi batı menşeli Sedir Devrimi adıyla anılıyor.

Sünni kökenli Harriri grubu, Dürziler ve iç savaş sırasındaki faşist Hıristiyan gruplardan Cemayel grubunun içinde olduğu bu grubun başlattığı protestolar sonucu neredeyse 30 yıl önce ülkeye yerleşmiş olan Suriye ordusunun geri çekilmesiyle sonuçlanmıştı. Suikastın adında Suriye olduğu iddia edilmişti; kanıtlanmadı ama bu grubun inancı hala aynı yönde. Karşılarında ise karşılarında ise Hizbullah, Emel ve Hristiyan Auon grubu 8 Mart Hareketi olarak çıktı ve Suriye’ye destek verdi; suikastın Suriye’nin ülkeyi terk etmesinin tetiklemesi amacıyla İsrail tarafından gerçekleştirdiğini önü sürdü. Bu görüşler değişmiş değil. Ama o günkü bölünme bugün Suriye’de yaşananlar üzerinden daha sert biçimde devam ediyor. Yani Suriye meselesi geçmişte olduğu gibi bugün de Lübnan’ı derinden ve doğrudan etkileyecek gibi görüyor.

 

“Direniş” cephesinden, Şii cephesine mi?

 

Suriye’deki rejimin arkasında duran Hizbullah ve Lideri Nasrallah rejimin demokratikleşmesi gerektiğini, Suriye’ye yönelik baskıların direniş cephesini çökertmeyi amaçladığını söyleyerek karşı çıkıyor. Hizbullah’ın bu tavrı nedeniyle direniş cephesinin “Şii cephesine” dönüştüğü kuşkuları var. Çünkü Suriye rejimi düşerse Hizbullah İran bağlantısı doğrudan koparken yeni durumun Lübnan başta olmak üzere bölgede psikolojik bile olsa mezhep ayrımını körükleyeceğini ya da bu çizginin zorlanacağını gösteriyor.

Malum, Suriye ile Lübnan “etle tırnak” gibi. Bu bir klişe değil. Lübnan, İngiliz ve Fransız yapımı Sykes Picot anlaşması ile Suriye’den ayrılıyor. İç savaşla birlikte ABD’nin de desteklediği bir planla Suriye ülkeye çağırılıyor. 1976’dan 2005’e kadar siyasi, askeri, uluslar arası ilişkiler, istihbarat, ticaret anlamında neredeyse Lübnan’ı Suriye yönetiyor. Hatta 2006’ya kadar bu ülkede büyükelçilik bile açmıyor; çünkü Lübnan, ne de olsa Büyük Suriye’nin bir parçası!

Suriye askerleri artık Beyrut’ta ve civarında yoklar ama sokaktaki insandan siyasi yorumcusuna kadar bu ülkenin Suriye konusunda ortadan ikiye bölündüğünü,  yeni bir iç savaşın söz konusu olabileceğini söylüyor. Lübnan-Suriye sınırı diye bir hat yok. Zaten hiç olmamış. Son dönemde bazı bölgeler Lübnan ordusu tarafından sözüm ona kontrol ediliyor. Suriye için Lübnan hala bir arka bahçe ama arka bahçe şu sıralara Suriye muhalefeti tarafında da kullanılıyor. Trablus Suriye temelli kriz nedeniyle çatışmalara sahne oluyor.

Ancak, Lübnan’da olan bitenin özellikle mezhep temelinden yaklaşılmaması gerektiğini söyleyenler var. Çünkü Sünnilerin hepsi Suriye’deki olaylara doğrundan bulaşmak niyetinde değil. Hıristiyanların bir kısmı “radikal Sünni” korkusu içinde. Yani rejim çöktüğü an Lübnan’ın etkilenmemesi olanaksız.

Ama asıl ilginç olanın bölge “Arap ayaklanmaları ile alt üst olurken Lübnan sanki bu durumdan muaf olması. Kimi “Sedir devrimi Arap ayaklanmalarının ilk adımıydı” derken kimi de “kime karşı ayaklanılacak ki?” sorusunu soruyor.  Ortada ayaklanacak bir devlet ya da sistem olmadığı için “bu bahar”ın Lübnan’a ulaşması pek mümkün görünmüyor. Çünkü Lübnan’daki mezhebi, dini, siyasi ve etnik bölünme herkesi kendi grubu ile tanımlamaya yöneltiyor; her grup kendi pozisyonunu korumaya çalışıyor.

Suriye konusu çok ciddi ve tehlikeli insanlar tedirgin. Aama Lübnan halkı, siyasi, ticari, entelektüel ve hayata bağlılığı açısından küllerinden doğan Phoenix misali bunu da atlatabileceğini düşünüyor.