Fenerbahçe, uzun bir zaman sonra, sanki Ağustos ayında lige yeni başlamış ve doludizgin gidiyormuş gibi çıktığı Rizespor maçından farklı bir skorla üç puanı aldı ve maç fazlasıyla ligde ikinci sıraya yerleşti. Trabzonspor’un halen 12 puan gerisinde ve evet, bir galibiyetle hemen mevsimler değişmiyor. Ancak Beşiktaş ile Galatasaray’ın artık neredeyse tamamen havlu attığı lige sonunda ne olur bilinmez ama sanki bu maç ile lige yepyeni ve taze bir başlangıç yaptı.
Yazılarımda Pereira’yı defalarca eleştirdim. Halen bir ideal kadro belirleyememesini, o ideal kadrosunu ararken bile çoğunlukla yanlış isimleri tercih etmesini ve anlamsız rotasyonlar yapmasını, iyi oyuncuları küstürmesini ve sistemine körü körüne bağlı kalarak maç içinde ufak dokunuşları yapmamasını eleştirdim. Bu maç için de aslında benzer eleştiriler getirilebilir. Ama en büyük eleştirimi yapıp hatta kendisinden vazgeçtiğimi bir önceki yazımda ifade ettim. Buradaki temel sebebim ise belki de tek doğrusu olan sisteminden baskılara dayanamayarak vazgeçmesi ve takımın alenen o yeni sistemini oynayamadığı ortadayken, gol pozisyonu dahi bulamıyorken o sahneleri izlemekle yetinmesiydi. Belki de kendisine baskı yapanlara eserlerini seyrettirmeyi uygun görmüştü ama sonunda eriyip giden Fenerbahçe’den başkası değildi.
Pereira, kovulma beklentilerinin arasında, belki de kaybedeceği bir şey artık olmadığını bilerek takımını sahaya sürdü. Zajc, Mert Hakan ve İrfan Can’ın cezalı olmasından da hareketle pas oyunundan vazgeçip atletik oyuncularla direkt bir oyunu tercih etti. Dizilişini kendi doğrusu olan 3-4-2-1 şeklinde yaptı ve kendini inkardan vazgeçti. Savunmasını ve kanatlarını sezon başındaki güzel günlerdeki tercihlerine döndürdü. Orta dörtlü sürekli hareket etti, savunma üçlüsü ve hücum üçlüsüyle beraber kompakt bir oyun oynadı. Ferdi, ki maçın en iyi oyuncularından biriydi, ve Rossi biraz daha son topları doğru kullansalar ilk yarı bile farkla bitebilirdi. İlk yarı atletizm ve mücadele oyunu almaya yetti, fiş çekilemese de çıkarken kaptırılan iki top dışında rakibe top gösterilmedi. Özellikle Ferdi ve Rossi, yanlarına sıklıkla Crespo’yu da alarak sağ taraftan olabildiğince zorlamada bulundu. Uzun zamandan sonra ilk defa Fenerbahçe bu kadar sık son çizgiye inmeyi başardı. Bu durum hemen hemen aynı şekilde 60.dakikaya kadar devam etti.
60.dakikada sarı kart nedeniyle risk içinde olan Crespo, ki sahanın en iyi oyuncularından bir başkasıydı, yerine Sosa ve istekli ama attığı gole rağmen etkisiz olan Berisha’nın yerine ise Serdar girdi ve Kadıköy’de adeta fırtına koptu. Sosa uzun zamandır olmadığı kadar etkili bir pasöre ve hatta pres aktörüne dönüştü. Arkayı Gustavo’ya bıraktı ve oyunu yönetmeye başladı. Önceki maçlarda sıklıkla kaval kemiğini kullanan Serdar, topu alıp servis yapmaya başladı. Rossi ve Ferdi artık bağıra bağıra bindirmeye başladılar. Mesut da bu kadar hareketli adamı bir arada görünce pasör modunu açtı. Takım, hızlı oynayarak ve seri paslaşarak goller ve pozisyonlar buldu. Üç maçtır yedekte unutulan Szalai, ki bu maçın tartışmasız en iyisiydi, bu takımın sol stoperi olmasına rağmen iki kere defans arkasına sarkıp asist yaptı. Bu takımın tek pivot özellikli forveti Serdar’a ilk defa kafa golü dışında gol atabileceği doğru pasları attı. Uzun zamandır tedirgin ve kendine güvensiz olan oyuncular birdenbire oynadıkları şeyin keyif alınabilen bir oyun olduğunu hatırladılar. Oyundan çıkan alkışlanır, tribünler ise bir sonraki Beşiktaş maçına göndermeler yapar oldu. Son dakikada yükselen “Hep böyle oynayın, canımızı verelim” tezahüratı bu takımın kimliği ve onunla bütünleşen taraftarın isteğini net bir şekilde yansıtıyordu.
Hiç kimse rakip lig sonuncusu Rize’ydi deyip hafife almasın. Fenerbahçe, uzun yıllar boyunca ne çektiyse küme düşme hattındaki takımlardan çekti. Geçen hafta pozisyona giremediği Göztepe de düşme hattındaydı, sezonun ilk yenilgisini aldığı Başakşehir de o dönemde düşme hattındaydı. Konu, rakibin nasıl oynadığı ile de ilgili elbette, ki Rizespor kapanıp hızlı çıkma arayışında değildi, ama olan biteni sadece kapasitesi belli ve çok da kendisinden normalde beklenecek şekilde oynamayan bir rakip seviyesinde düşünemeyiz. Takımın bu kadar önde ve presli oynaması, Ferdi’nin bu kadar fazla dripling yapması, Rossi’nin bu kadar çok oyunda olması, kanatlardan bu kadar çok sıfır çizgisine inilmesi, takımın sol stoperinin defans arkasına iki kere sızıp “al da at” pasları vermesi, ceza sahasında 32 kere topla buluşulması, 4 gol atıp en azından bir o kadar da kaçırılması derken hepsinin bir anlamı olmalı. Bu anlamı da müsaade edelim de bize necip spor basınımız anlatsın, Ali Koç’u dolduranlar anlatsın, bütün dertleri zorları “bu camianın evladı” sıfatıyla Aykut Kocaman’ı ya da İsmail Kartal’ı Fenerbahçe’ye yaslamak olanlar anlatsın! Oysa muhtemelen “Gustavo dönünce orta saha toparlandı” sığlığında yüzeceklerdir.
Bu takımın tek sorunu kapanan kilitleri açamamasıydı. Bunu yapabilecek adamların kenarda bırakılması ya da transfer edilmemiş olmasıydı. Bu takım yoluna güzel devam ediyordu ve ilk olarak Trabzon’da hakeme yenildi. Bu takım daha sonra Alanya maçında şanssızlığa yenildi. Konya’ya gitti, daha İstiklal Marşı okunurken iki gol yedi, bütün silahları sakatlandı ve dahası maçı da bu yüzden eksik tamamladı. Kayseri maçında direklerle berabere kaldı. Sonra zaten dengesi kayboldu; Galatasaray’ı yenmesine rağmen bildiğinden, çalıştığından ve inandığından vazgeçti ve bu maça kadar son üç maçta pozisyona bile giremedi. Çokça hatalar yapıldı ama bazı şeyler biraz daha iyi olabilirdi; olmadı ve olamadı. Ligin 15 haftası bitti, bu takım 22 resmi maç oynadı ve Avrupa’daki Helsinki, Frankfurt ve Antwerp deplasmanlarını bir kenara bırakırsak ligdeki en iyi maçlarından birini Rizespor önünde oynadı.
Artık bir durmak ve sakince bakmak gerekiyor. Ya Pereira ilgili bir karar alınmalı, ki bu kararı hak edecek pek çok hata yaptı, ya da o karar alınmıyorsa sene başında olduğu gibi kararlar Pereira’ya bırakılmalı. 23 hafta var, Trabzonspor anormal bir avantaja sahip ama emin olun ki puan kayıpları olacaktır. Fenerbahçe yakalar mı bilemem ama en azından lig yeni başlamış gibi oyununu oynasın ve gidişatı görsün. Bu akşamdan sonra umutlarla dolmuş değilim, bu takımın hâlâ daha yıldızlarını kullanma ile ilgili sıkıntıları ve kilidi açamamak gibi ciddi sorunları var. Ancak özellikle ilk devre sonuna kadar olan dört maç üst üste kazanılır, eksik olan kendine ve birbirine güven yerine gelirse bir sağlam santrfor ve bir tane de sol kanat (üçlünün sol kanadı, bu takım dörtlü oy-na-ya-maz) transferiyle ikinci yarı lig yeniden başlayabilir. Belli ki bu transferlerin finansmanı Pelkas satışı ile olacak; içim yanarak artık burada bir çözüm kalmadığını anlıyorum. Her ne pahasına olursa olsun devre arasında Szalai kesinlikle satılmamalıdır. Konuşulan 20 milyon Avro bandındaki rakamlardan çok daha fazlasını yaz transfer döneminde bulmak mümkün olacaktır. Aynı yorum Kim için de geçerlidir.
Kapatırken daha önce iki konuda erken konuşup hata yaptığımı mutlulukla itiraf etmek zorundayım. Sene başında en çok endişe ettiğimiz Ferdi, hepimizi yanıltıp mükemmel bir kanat oyuncusuna dönüşüyor. Halen daha bu takımın seviyesinde bir oyuncu olmadığını düşünsem de dört maçtır Crespo, çok yararlı bir oyun oynuyor.