Memetcan Demiray

31 Mart 2019

Kemerlerinizi bağlayın: Uçuşa geçiyoruz!

Osmaniye'de şemsiyeye binip (!) havalanan Sadık Kocadallı, bize uçmanın her zaman "özgürlük" demek olmadığını bir kez daha gösterdi

Edebiyattan müziğe kadar pek çok alanda uçmak, "özgürlük" ile doğrudan ilişkilendirilir. Şarkılar ve şiirler bir yana, günlük dilde bile "kuşlar gibi özgür" benzetmesi vardır. Havayolu şirketleri "uçmak özgürlüktür" klişesiyle ulaşmaya çalışır seyahat fetişizmi yaşayan günümüzün Instagram kuşağına... Elbette "uçmak özgürlüktür" fikri, biraz da insanın doğa karşısındaki yetersizliğinden kaynaklanır. Bu yetersizlik yüzündendir ki Hollywood'un uçan kahramanlarına gıpta ederiz çocukluğumuzda ve dinler tarihi boyunca yaratılan birçok "tanrı ideası"na "her an her yerde olma", yani "uçma"yı andırır, "süper bir güç" atfederiz. Uçak teknolojilerinden "ışınlanma" hayallerine kadar insanlığın pek çok çabası, bu "süper güce" erişmek içindir.

Peki gerçekten de özgürlük müdür uçmak? Ya da her uçmayı başaranı süper kahraman ilan edebilir miyiz? Ülkemizde haftanın gündemi haline gelen Sadık Kocadallı'ya bakılacak olursa, bu soruya bir çırpıda "hayır" diyebiliriz! 

Osmaniyeli vatandaşın fezaya yolculuğu!..

Osmaniye'nin Kadirli ilçesinde çıkan hortum videosunun baş kahramanıydı Sadık Kocadallı... Arkadaşlarıyla sebze halinde çalışırken fırtına çıktığını fark eden Kocadallı, uçmasın diye tekerlekli dev şemsiyeyi ayağıyla tutmaya kalkacak ama heyhat; tabiatın gücüne karşı koyamayıp şemsiyeyle birlikte kendisi de havalanacaktı! Elbette kısa süre içinde fenomen haline gelecekti Kocadallı'nın videosu. Sosyal medyada kimileri onun "Türk işi irrasyonalite"yi temsil ettiğini söyleyecek, kimileri şemsiyeye "binme" anını otobüs muavinlerine benzetecekti! Kısacık videoda ülke insanının "malına sahip çıkma" motivasyonu da vardı aslında, "durumdan vazife çıkarmak" denen işgüzarlığı da!.. Türkiye'yi saniyeler içinde özetleyen mini bir sosyoloji dersiydi karşımızdaki... Neyse ki yerden üç-dört metre yükselen kahramanımız, şemsiyeden atlayarak sağ salim yere inecek ve olaya karışan arkadaşlarıyla birlikte şemsiyenin üstüne bir kez daha çıkarak medyaya poz verecekti!

Kartalların bile bir sınırı var

Sağ olsun, Osmaniye sebze halinden bir vatandaşımız sayesinde tekrar görüyorduk ki uçmak her zaman özgürlük demek değil! Kuşların belli şartlarda, belli rotalarda uçması bile yeterli aslında bunu fark edebilmemiz için. Geçen ay yayınlanan ve kartalların bir yıl içinde izlediği rotayı belgeleyen harita, son derece çarpıcıydı. Kartallar, Kazakistan ile Suudi Arabistan arasında geniş bir bölgeyi katediyorlar ama asla göl ve denizlerin üzerinden uçmuyorlardı! Yani kanatları olmasına rağmen onlar bile tam olarak özgür değildiler.

Gerçek özgürlüğün ne olduğunu ise bir hikâyede, Richard Bach'ın 1970'de yayınladığı "Martı Jonathan Livingston"da bulacaktık. Özgürlük Jonathan Livingston olmaktır!

İpucu (spoiler!) vermeden özetlemek gerekirse martı Jonathan, ait olduğu sürünün sadece yiyecek bulmak için uçmasından rahatsızdır. Ona göre uçmak, amacı kendinde (auto-telos) bir eylemdir. Uçmayı her yönüyle deneyimlemek istemesi, gelenekselliği temsil eden "sürü" tarafından dışlanmasına yol açacak ve Jonathan, ancak tek başına kalıp sadece uçmak için uçarak özgürlüğü yakalayacaktır. Bach'ın bu fablı, aradan neredeyse yarım asır geçmesine rağmen bize özgürlüğün ve "birey olma"nın değerini anlatmaya devam ediyor. Ve toplumsal tabuları aşıp gerçekten "özgür" olduğumuzda ne Superman'e ne de "tanrı ideası"na öykünmeye ihtiyaç duyacağımızı bize hatırlatıyor. Özgürlük için kanatlara da, uçak biletlerine de ve hatta şemsiyeye de ihtiyacımız yok!..