Ne aniden bastıran sıcaklar, ne inip çıkan döviz kuru, ne de Galatasaray'ın 22. şampiyonluğu... Gündemi hızla öğüten, en ağır travmaları daha haftasında unutabilen ülkemizde, hiçbir şey onun kadar konuşulmuyor, tartışılmıyor. Mahalle esnafı bir punduna getirip müşterisine "Her şey gerçekten çok güzel olacak mı?" diye sorarken sıradan aile sohbetleri bile dönüp dolaşıp ona bağlanıyor. Yaklaşık 14 bin oy farkla kazandığı mazbatası elinden alınan Ekrem İmamoğlu, şaşırtıcı biçimde her kesimin gündemi olmayı başarırken, geleneksel siyasi eğilimlerimizi de sorgulanır hale getiriyor.
'Orantısız zekâ'nın yeni lideri
İlginçtir ki İmamoğlu'nun popülaritesinin bu hafta zirve yapmasında en büyük pay, bizzat iktidarın "trol"lerine aitti! Önce katıldığı bir TV programındaki sözlerini montajlayarak servis edeceklerdi sosyal medyaya... Böylece İmamoğlu'nu "terör örgütleriyle yan yana" göstermeyi deneyeceklerdi. Akabinde "Ekrem Başkan"ı AKP'li bir gençle tartışırken görecektik. İmamoğlu, kendisini dinlememekte ısrar eden gencin yanağını okşayacak ve bu sahne, "İmamoğlu vatandaşa tokat attı" diye yansıtılacaktı! Üstelik en yetkili ağızlar tarafından!.. Bu iki asılsız ve yaratıcılık pırıltısı taşımayan iddia, kısa sürede Gezi sürecinin "orantısız zekâ"sını harekete geçirecekti sanal âlemde. Birbirinden komik fotoğraflarda İmamoğlu, teyzelerin kulağını ısırırken, amcaların pazar poşetini çalarken, çay parasını ödemeden kaçarken "yakalanacak"; iftiraya mizahla cevap verilecekti! Tam da mitinglerinde AKP'yi yuhalatmayan, "Gülün, sadece gülün" diyen İmamoğlu'nun istediği gibi...
Acaba bir 'Amerikan projesi' mi?..
"Z kuşağı" ve "Gezi gençliği"nin "Ekrem Abi"si haline gelen İmamoğlu, radikal "seküler" kesimin de "pop star"ına dönüşüyordu adeta... Sokakta bir sarılan, bir daha bırakmak istemiyordu başkanını!.. Yıllar sonra bir umuda, genç ve istikbal vadeden bir lidere kavuşmuş CHP kitlesi için elbette doğaldı bu... Ama CHP'li olsa da İmamoğlu'nun durduk yere böyle yükselebileceğine inan(a)mayan, "bir yerlerden icazet aldığını" düşünenler de vardı. Daha açıkçası, artık AKP'yi gözden çıkaran ABD'nin Türkiye'ye uygun gördüğü "yeni proje"si olabilirdi İmamoğlu... Nitekim fısıltı düzeyinde kalan bu iddiayı Okan Bayülgen canlı yayında seslendirecek ve "Evet ben bir projeyim. Ama şöyle bir projeyim. Trabzon'un 40 haneli bir köyünde, 60 metrekare evde doğmuş, Atatürk cumhuriyetinin bir projesiyim" yanıtını alacaktı.
ANAP'vari bir 'orta yol'cu mu?
"Muasır medeniyet" hedefiyle Sevr ve bölünme fobisi arasında sıkışıp kalanlara bu cevap yetecekti doğrusu. Neticede konu "asıl tehdit" AKP’den kurtulmaksa, hiç de fena bir "proje" değildi İmamoğlu! "Batı" cephesinde yeni bir şey yoktu. İkinci bir Selahattin Demirtaş vakasına dönüşen ve iktidara ilk ciddi seçim yenilgisini yaşatan İmamoğlu, solda genel bir kabule mazhar olmuştu olmasına... Ama onun sürekli dinî motifleri öne çıkarmasını, camilerde ve iftar sofralarında video yayınlamasını eleştirenler de vardı. Fatih Yaşlı örneğin, AKP ile aynı yöntemleri kullandığını söyleyecek ve tarzını ANAP'a benzettiği İmamoğlu'nu "sağcı" ilan edecekti. Olmazsa olmazımız, solun bölünmesi de böylece tamamlanmıştı!
"Körebe" ve "sessiz film" bitti artık!
Halk röportajlarında görüyoruz ki kısacık belediye başkanlığı döneminde meclis oturumlarını canlı yayınlayan ve derhal somut icraatlara soyunan İmamoğlu, yaşadığı mağduriyetle vicdanlı AKP'lilerin sempatisini kazanmış durumda. Söyleyecek hiçbir şeyi kalmayan iktidarın çaresizliği, Binali Yıldırım'ın tarikat ziyaretlerinden anlaşılıyor.
4 Haziran'da 49 yaşına girecek İmamoğlu, 23 Haziran seçimini kazanıp hak ettiği makamına geri dönebilecek mi, bilinmez... Ama biliyoruz ki İmamoğlu, ceketini çıkararak yaptığı meşhur konuşmasıyla ülkenin üzerindeki ölü toprağını attı ve insanlar korkmadan, yeniden konuşmaya başladı. İktidarın çok sevdiği "sessiz film", böylece sona erdi. Dışlayıcı olmayan üslubuyla geniş kitlelere dokundu ve "kutuplaşma"nın siyasette gerek şart olmadığını gösterdi bizlere. Böylece iktidarın çok sevdiği "körebe" oyununa da son verdi.
Gombrowicz'in hem Naziler hem de Sovyetler tarafından yasaklanan romanı "Ferdydurke"de uşakların esareti, efendiye atılan ilk tokatla aşılır. İmamoğlu, kendisiyle tartışan vatandaşa değilse bile totaliterleşmeye öyle bir tokat atmış oldu ki iktidar karşısındaki "öğrenilmiş çaresizlik" son buldu.
O nedenle İmamoğlu'nu yırtık ayakkabılı çocuğun cebine para sıkıştırırken gördüğümüzde "Bu bir kurgu mu?" diye düşünmektense, öncelikle duygulanıyoruz. Çünkü meselenin İmamoğlu meselesi değil, yitirdiğimiz ahlaki ve demokratik değerler olduğunu hatırlıyoruz. Herkes 23 Haziran'a bir "Cumhurbaşkanlığı seçimi" provası gibi hazırlansa da, değişim bugünden yarına gerçekleşmiyor, sabır gerektiriyor. Ve hani ünlü bir düşünürün dediği gibi, "Hiçbir şey değişmese bile kesinlikle bir şeyler değişiyor"!..