“İnsanın iktidara karşı mücadelesi, belleğin unutuşa karşı mücadelesidir.”
Milan Kundera
Milan Kundera Gülüşün ve Unutuşun Kitabı’nın ilk bölümüne, “yaşanmış bir tarih üzerinde kalem oynatmak” olarak adlandırabileceğimiz bir olayla başlar.
Olay Çekoslovakya’da gerçekleşmiştir. Sovyetler Birliği’nin yardımıyla ülkede iktidarı ele geçiren Çekoslovakya Komünist Partisi (ÇKP) Genel Sekreteri ve Başbakan Klement Gottwald, 21 Şubat 1948 tarihinde başkent Prag’ın Eski Şehir Meydanı’nda düzenlenen tarihi mitingde bir konuşma yapar. Hava soğuktur ve yanında duran dönemin Dışişleri Bakanı Vladímir Klementis ona bir kürk şapka uzatır. Gottwald konuşmasına bu kürk şapkayı başına taktıktan sonra devam eder.
İki yıl sonra, o fotoğraf karesinde yer alan Klementis burjuva milliyetçisi ilan edilerek ÇKP’den ihraç edildi. Ardından da yargılandı. O da bu coğrafyadan iyi bildiğimiz “kokteyl” bir suçla, Troçkist-Titocu-Siyonist olmakla suçlandıktan sonra 1952’de idam edildi.
Ne var ki ortada bir sorun vardı. Gottwald’ın 1948’deki Şanlı Şubat Devrimi konuşması fotoğraflarında idam edilen Klementis de görünüyordu (aşağıda soldaki fotoğraf). Parti bu soruna dahiyane bir çözüm buldu; fotoğraflar “edit” edildi ve Klementis ustaca fotoğraflardan çıkarıldı (aşağıda sağda). Aslında yapılan şey, Çekoslovakya halkından, hafızalarını temizlemelerinin istenmesidir. Hatırlamama mecburiyeti.
21 Şubat 1948’de Çekoslovakya Başbakanı Gottwald, tarihi mitingde konuşuyor.
Hemen yanında dönemin Dışişleri Bakanı Klementis bulunuyor (solda).
Klementis 1952’de burjuva milliyetçi ilan edilip idam edildikten sonra ustaca fotoğraflardan çıkarıldı (sağda).
Şimdi sanılır ki, bu tip şeyler sadece diktatörlüklerde olur. Öyle değil sevgili okur.
Bu tip şeyler “demokrasiler”de de oluyor; en azından bizimkinde.
Niçin peki? Çünkü merakı, yöntemi, eleştiriyi ve özeleştiriyi bastırmak için kurgulanmış olan bir eğitim sistemine sahibiz; bu eğitim sistemi de tarihi “canının istediği gibi gören ve okumak isteyen” insanlar üretiyor maalesef.
“Kirden” arındırılmış kulüp tarihçeleri
Bu uzun girişi şundan yaptım. Başta siyasal tarih olmak üzere tarihin diğer disiplinlerinde gördüğümüz “tarihi canının istediği gibi okumak” tavrı, spor tarihi disiplini için de geçerli. Niçin peki? Şundan; nasıl ki bugün siyasal tarih sahip olunan siyasal kimlik üzerinden okunuyorsa, spor tarihi de sahip olunan kültürel kimlik (kulüp aidiyeti) üzerinden okunuyor. Çünkü kulüp aidiyetlerimiz sahip olduğumuz kültürel kimlik üzerinde tayin edici bir görevi var. Çok baskınlar, bize bağımsız düşünceyi unutturacak kadar.
Tuttuğumuz kulüplere ilişkin aidiyetler bize, “temizlenmiş” fotoğraflarda gördüğümüz gibi, siyasal tarih açısından geriye gidilerek temizlenmiş ve hijyenize edilmiş bir kulüp tarihine sahip olduğumuza inandırıyor. Burada küçük ve basit bir şey ileri sürmek istiyorum: Şayet II. Meşrutiyet Devrimi yaşanmamış olsa veya Milli Mücadele başarısızlığa uğramış olsaydı, hem spor tarihimizde, hem de kulüplerimizin resmi tarihlerinde başka anlatılar ön plana çıkarılacak, bugünkü bazı anlatılar ise kulüp tarihlerinde yer almayacaktı. Bu çok açıktır.
Dolayısıyla Türkiye’de siyasal olan esastır. Ve tüm disiplinler gibi spor tarihimiz de siyasal olan tarafından belirlenmiştir. Oysa bizim tuttuğumuz takımların gerçek tarihlerine daha çok yaklaşmamızın biricik yolu siyasal olandan uzaklaşmak. Bu bir mecburiyet. Bu yazı dizisini kaleme almaktaki birinci amacım bu oldu. Siyasal olanın eklemelerinden uzak durarak daha duru ve daha gerçeğe yakın bir futbol tarihine ulaşmak.
Ancak ikinci bir amacım daha var. Şöyle; Türkiye’de kaleme alınmış bütün spor ve futbol tarihleri izledikleri ana hat itibariyle hilafsız birbirinin kopyası durumunda. Kitaptan kitaba değişen tek şey detaylar, ana akış değil. Kulüp tarihleri de bu anonim tarihlerden türedikleri için hepsi aynı yanlışlarla yaralıdır. İnternette yer alan spor ve kulüp tarihiyle ilgili yazıların çoğu da bu yanlışları çoğaltmak dışında pek işe yaramazlar.
Açıkça burada dile getirdiğim görüşleri ben popüler ve akademik tarih dergileri ile daha kapsamlı bir çalışma olan (Kuruluş: Mekteb-i Sultani’den Galatasaray Spor Kulübü’ne Türkiye’de Futbolun Erken Çağı, Vakıfbank Kültür Yayınları, 2018) kitapta ana hatlarıyla ele almıştım. Ve yanlış olduğunu düşündüğüm bilgilerin yerlerine yenilerini teklif etmiştim. Ancak bunlar internet ortamında yoklar. Dolayısıyla ikinci amacım da gerçekte yaşanmış olana daha yakın olduğunu düşündüğüm tarihçenin internet ortamında da kapsamlı biçimde yer alması. Böylece meraklı ve ilgili okur alternatif bir kaynağa ulamış olur diye hayal etmekteyim.
Bu uzun girişten sonra öykümüze başlayabiliriz artık.
Burada tarihsel bir çizgi içinde üzerinde sırasıyla duracağım konular şunlar olacak: 20’nci yüzyılın başında İstanbul’daki spor ve futbol iklimi; ilk Osmanlı futbol kulübünün kuruluşu; ilk Türk futbol kulübü olan Black Stocking’in ortaya çıkışı ve kayboluşu; modern futbolun yaygınlaşmasına paralel olarak İstanbul’da “association futbol” oynayan kulüplerin ortaya çıkması; İstanbul futbol liginin kuruluşu ve en nihayet Galatasaray Futbol Kulübü’nün kuruluş süreci.
Association futbol nedir?
Ama önce şu “association futbol” teriminin anlatmak gerek. Zira, bu terim üzerinde durmadan futbolun modenite dönemindeki macerasına ilişkin birçok şeyi anlayamayız.
“Association futbol” terimi bize aslında 1863 yılında İngiltere’de kurulan Football Association’dan, yani İngiltere Futbol Federasyonu’ndan miras. 1863 yılında bir araya gelen kulüpler futbolun kurallarını belirlemişler ve radikal bir karara imza atmışlardı. Britanya’da ortaçağdan beri geleneksel olarak yaşatılan futbol oyununda topu elle taşımak serbestti. 1863 yılında kurulan Football Association’ın kurallarda yaptığı en radikal düzenleme futbol topunu elle götürmeyi oyundan uzaklaştırarak yasaklamak oldu. Böylece geleneksel futbol çok önemli bir kırılmaya uğrayarak sadece ayakla oynanan bir oyuna dönüştü.
İşte 1863’te İngiltere Futbol Federasyonu’nun kuruluşuyla kabul edilen kurallardan sonra oynanan oyunu, elle taşımanın serbest olduğu futboldan ayrıştırmak için “association futbol” terimi kullanılmaya başladı. Bu futbolu oynayanlar ve savunanlar, “association” kelimesinde yer alan “soc” kökünden hareketle “soccer” olarak adlandırıldı. “Soccer” kelimesi daha sonra oynanan oyunu ifade etmeye de başladı. (Birleşik Krallık’ta futbol için hâlâ ağırlıklı olarak “soccer” kelimesi kullanılıyor.)
Meraklı okur soracaktır, “futbolu ayağın yanı sıra elle oynamaya devam edenlere ne oldu oldu” diye. Onlar da 1871’de bir araya gelerek kendi federasyonlarını kurdular: Rugby Football Union. Böylece ortaçağın geleneksel oyunu futbol net biçimde ikiye ayrılmış oldu. Sadece ayakla oynananı Anglo-Sakson dünyasında “soccer”, Avrupa ve dünyada ise futbol; hem el, hem ayakla oynananı ise Anglo-Sakson dünyasında futbol, dünyanın geri kalanında ise ragbi (rugby) olarak bilindi ve tanındı.
20’nci yüzyıl başında İstanbul’daki futbol iklimi
Kaba bir genelleme yapacak olursak, futbolun Osmanlı’da ilk olarak 1880’lerde oynanmaya başladığını söyleyebiliriz. Oynayanlar İstanbul ve İzmir’deki Britanya kolonilerine mensup Levantenlerdir. Bunlar Birleşik Krallık’a vatandaşlık bağıyla bağlı, ancak ticaret gereği uzun süredir Levant’ta, yani Doğu’da yaşayan Britanyalılardır. Oynadıkları oyun ise gerçekte ragbidir. Bu oyunda takımlar 15 kişiden oluşur.
Bu açıdan elimizdeki en eski “futbol” takımı fotoğrafının (aşağıda) aslında bir ragbi takımına ait olması şaşırtıcı değildir.
1889’da Bournabat (Bornova) Futbol Kulübü’nü 3-0 yenen Constantinople Football Club
(Konstantinopolis Futbol Kulübü) takımının fotoğrafı. Görüldüğü gibi fotoğrafta
15 futbolcu var ve de bu da, fotoğraftaki takımın bir ragbi takımı olduğunu gösteriyor.
(Kaynak: http://www.levantineheritage.com/football.htm)
Aynı dönemde Constantinople Football Club’ın (Konstantinopolis Futbol Kulübü) ragbi takımını gösteren bir başka fotoğraf daha var elimizde. Bu fotoğrafta orta sırada yer alan oyuncunun tuttuğu top, oynadıkları oyunun rugby olduğunu kesin biçimde ortaya koyuyor (aşağıda).
Formaların önünde CFC, Constantinople Footbal Club’ın baş harflerinin (CFC) bulunduğu
Konstantinopolis Futbol Kulübü takımının bu fotoğrafının tam tarihini bilmiyoruz.
Ancak bu fotoğrafta ayakta en sağdaki oyuncu (Osman), 1889’da tarihlenen fotoğrafta da
yer alıyor (orta sıra en solda). Buradan hareketle her iki fotoğrafın da birkaç yıl arayla
çekildiğini düşünebiliriz. (Kaynak: http://www.levantineheritage.com/football.htm)
11’er kişilik iki takım arasında oynanan bildiğimiz futbol ise 1890’lara geldiğimizde daha sık oynanmaya başlayacaktır İstanbul ve İzmir çayırlarında.
Futbol diğer milletlere yayılıyor
20’nci yüzyıla yaklaştığımızda İstanbul’da futbolun Britanya kolonisine mensup insanların sosyalleşmek için düzenledikleri bir etkinlik olmaktan hızla çıkarak Osmanlı’nın başta gayrimüslimler olmak üzere diğer unsurlarına doğru yayıldığını görüyoruz. Bu gelişim ilk izlerine, Birleşik Krallık donanmasına bağlı savaş gemisi HMS Salamander’in[1] 1900 yılında payitahtı ziyareti sırasında şahit oluyoruz.
Geminin mürettebatından oluşan futbol takımı 1900’ün son günlerine tarihlenen İstanbul ziyareti sırasında birbiri ardına tam 10 futbol maçı yaptı. Bugün HMS Salamander mürettebatının yaptığı maçları, nerede ve hangi takımlara karşı oynandığını ve sonuçlarını, Salamander takımının yöneticisi tarafından İstanbul’da İngilizce ve Fransızca olarak basılan The Levant Herald gazetesine gönderilen mektup sayesinde bilebiliyoruz (aşağıda).
HMS Salamander futbol takımının yaptığı maçları ve sonuçlarını gösteren
31 Aralık 1900 tarihli The Levant Herald gazetesinin kupürü.
Şimdi Salamander’le maç yapan takımlara göz atalım. Gazete yazı işlerine yazılan J. Will. Tollick imzalı mektuba göre Salamander bu 10 maçın dördünü, burada daha önce adını gördüğümüz bir takımla, Constantinople (İstanbul) Futbol Kulübü’yle yapmıştır. Birini ise Kraliyet donanmasına ait başka bir geminin, HMS Tyne’nin[2] takımıyla. Mektuptan Salamander’in kalan beş maçından üçünü Boyacıköy, ikisini ise Robert College takımlarıyla oynadığını anlıyoruz.
Burada önemli iki nokta öne çıkıyor. İlki; Boyacıköy takımından bu mektup sayesinde haberdar oluyoruz. Ancak daha sonra bu takımın adını bir daha duymayacağız. Bu da bize, Boyacıköy’ün Salamander’le maç yapmak için teşekkül eden bir takım olduğunu düşündürtüyor, ki bu da, Salamander’in payıtahta yapığı ziyaretin İstanbul’un futbol iklimini ne kadar derinden etkilediğini göstermesi bakımından önemlidir.
İkinci olarak, Salamander’le maç yapan dört takımdan ikisinin, Boyacıköy ile Robert College’in doğrudan Osmanlı vatandaşlarının oluşturduğu iki ayrı futbol takımı olması da önemli. Ancak bundan daha fazlası da var; gerek Robert College, gerekse de Boyacıköy Osmanlı’nın Müslüman olmayan unsurlarına mensup vatandaşlarının oluşturduğu futbol takımlarıydı.
Bunlardan Robert College’e daha detaylı değineceğim birazdan. Şimdilik sadece Robert College futbol takımının mektepte okuyan gayrimüslim öğrencilerden oluştuğunu söylemek istiyorum.
Boyacıköy’e gelince. Elimizde Boyacıköy takımını kimlerin kurduğuna ve bu takımda kimlerin oynadığına ilişkin hiçbir bilgi yok. Bildiğimiz tek şey Boyacıköy’ün Osmanlı’nın Müslüman vatandaşları tarafından kurulmadığı. Semtin demografik yapısından hareketle Boyacıköy’ün Rumlar, ya da Ermenilerin oluşturduğu bir takım olduğunu söylemek çok yanlış olmaz.[3] Hatta belki de Boyacıköy Rumlarla Ermenilerin ortaklaşa oynadığı, dönemin diliyle söyleyecek olursak “muhtelit” (karma) bir takımdı.
Burada yeri gelmişken bir konuyu daha aydınlatmak gerekiyor. Anonim spor tarihimiz bütün takımların bir kulüp olduğu varsayımını dikte eder bize. Yani hepsini formel olarak kurulmuş, reisleri, azaları ve futbolcuları bulunan, bir renge ve isme malik düzenli yapılar olarak kabul eder ve ettirmeye çalışır. Oysa bunların çoğu, bir veya birkaç maçlığına bir araya gelen insanların oluşturduğu enformel takımlardır, mahalle arasında spontane olarak oynanan maçlarda sık sık gördüğümüz gibi.
Osmanlı vatandaşlarının kurduğu ilk futbol kulübü
Robert College kulübüne yeniden dönecek olursam, bugüne kadar anonim spor tarihinin söylemediği bir gerçeği ilk kez burada dile getirmek istiyorum: Robert College Futbol Kulübü Osmanlı vatandaşlarının kurduğu ilk futbol kulübüdür ve kuruluş tarihi 1900’dür.
Peki bu gerçek bugüne kadar niçin dillendirilmedi? Çok basit ve aslında üzücü bir nedenden ötürü; kulübü kuranların gayrimüslim olmasından dolayı bugüne kadar hiçbir spor tarihçisi Robert College Futbol Kulübü’nün Türkiye’nin ilk futbol kulübü olduğunu zihnen kabul edemedi.[4]
1900 yılında faaliyete geçen ve okulda eğitim gören gayrimüslim öğrencilerden
oluşan Robert College futbol takımının aynı yıla tarihlenen ilk fotoğrafı.
Ancak bu fotoğrafta 10 futbolcuyla bir sivil yer alıyor.
(Kaynak: Bir Geleneğin Anatomisi: Robert College’in 150 Yılı 1863-2013)
Kimler oynuyordu Robert College takımında? Bu soruya, Robert College’in 17 Kasım 1900 tarihinde Baltalimanı sahasında Moda takımıyla karşılaşan kadrosu çok açık bir yanıt veriyor: Nakaşyan - Kovçev, Nomiko - Ward (Kaptan), Jeanneroot[5], Bijev - Gülbenkyan, Karamanyan, Dragoşinov, Baleosyan, Çakari. Görüldüğü gibi takımda dört Ermeni, üç Bulgar, iki Rum ile iki de Anglo-Sakson öğrenci var.
Esasında Türkiye’ye basketbolu (Türkiye’de basketbol ilk kez 1906 yılında Robert College’de okulun Amerikalı öğretmenleri arasında oynandı) ve yarışma düzeyinde atletizmi (Robert College’de 1896’dan, yani Atina’da düzenlenen ilk olimpiyat oyunlarından itibaren her yıl “Field Day” adıyla düzenli atletizm yarışları düzenlendi) getiren okul olarak Türkiye’nin ilk futbol kulübünü de Robert College talebelerinin kurmuş olması şaşırtıcı değil.
Burada şu soru akla gelecektir; Robert College futbol takımında niçin Müslüman öğrenciler yer almadı? Yanıt şöyle; Müslüman öğrenciler yer almadı, çünkü Birleşik Amerikalı Protestan misyonerlerin kurmuş olduğu okulda Müslüman öğrencilerin okuması yasaktı. II. Meşrutiyet’in ilanına kadar süren bu yasak St. Joseph, St. Benoit gibi Fransız misyoner okulları için de geçerliydi. Elbette bu okullarda tek tük okuyan Müslüman öğrencilere de rastlanır, ancak bilinmelidir ki bu öğrenciler gizlice okumuşlardır.
Robert College’in ülke sporuna yaptığı katkı sadece atletizm, futbol ve basketboldaki ilkleriyle sınırlı değil. Robert College, Osmanlı’nın Müslüman vatandaşlarının ilk kez bir futbol kulübü kurmasına vesile olmak açısından da önemlidir.
Böylece Osmanlı Müslümanlarının kurmuş olduğu ilk kulübe, Black Stocking’e gelmiş olduk.
Black Stocking’in öyküsü
Belli ki Robert College’de bir futbol kulübünün kurulması, bu okulda öğretmen olarak çalışan bir Müslümanın[6], Reşat Danyal’ın kafasında bir soruya yol açmış olmalı. O soru, “acaba Osmanlı’nın Müslüman vatandaşları olarak biz de bir futbol takımı kurabilir miyiz” sorusudur.
Aslen Hariciye Vekâleti’nde çalışan Reşat Danyal’ın bu konuda teşebbüse geçtiği ve yakın çevresindeki jimnastikçilerle beraber bir futbol kulübü kurmak için hızlı adımlar atmaya başladığı anlaşılıyor. Adını giydikleri çorapların renginden alan Black Stocking (Siyah Çoraplar) tarih sahnesine işte böyle çıktı. Kulübün reisi Tıbbiye Nazırı Ahmet Rasim Paşa’ydı. Rasim Ahmet Paşa’nın buradaki başkanlığını futbol oynamak isteyenlerin hamisi olmak, onları finanse etmek olarak okumalıyız. Kulübün gerçek başkanı ise Ali Ferruh Bey’di. Reşat Danyal umumi kâtip, Hicaz Demiryolları idaresinden Neşet Bey ise kâtipti. Kulübün üyeleri arasında jimnastikçi kimliğiyle de bilinen Dr. Rıza Tevfik (Bölükbaşı) ismi dikkat çekiyor.
Black Stocking Futbol Kulübü’nün reisi Dr. Ahmet Rasim Paşa
Mekteb-i Tıbbiye nazırıydı. Türkiye’nin ilk çağdaş kadın ressamı Mihri Müşfik’in
babası olan Dr. Ahmet Rasim Paşa’nın en küçük çocuğu ABD’de düzenlenen
Golden Gloves turnuvasında birinci olmayı başaran boksör Melih Açba’ydı.
(Bu fotoğraf için Melih Açba’nın oğlu Nezih Açba’ya teşekkür ediyorum.)
Kulübün futbolcuları şunlardı: “Udi” Ali, “Sinekemani” Nuri Bey (Duyguer), Hüsnü Paşa’nın oğlu bahriye subayı Fuat Hüsnü (Kayacan), Mercan İdadisi talebesi Mazhar (Arat), Mekteb-i Sultani talebesi Şevki (Ege), Mehmet, “Hanende” Hafız Mustafa, Fahrettin Hayri, Reşat Danyal, Mütareke döneminin İstanbul emniyet müdürü Nurettin, Harbiye Nezareti memurlarından Osman ve topçu subayı Cevdet.
Görüldüğü gibi grup homojen bir yapıya sahip değildi. Futbolcular arasında 30’lu yaşlarına basmış olanlar da vardı, henüz okula başlamış çocuklar da. Mesleki olarak baktığımızda Hariciye Vekâleti’nde çalışanlardan (Reşat Danyal ve Nuri Duyguer) subaylara ve Harbiye memurlarına (Cevdet, Fuat Hüsnü ve Osman) dek geniş bir yelpazeye dağılmış çalışanlar görüyoruz. Her ne kadar başka işler de çalışsalar da sanat müziğiyle meşgul olanlar da önemli bir grup oluştururlar: Sinekemani Nuri, Udi Ali ve Hanende Mustafa.
Grup bir süre idman yaptıktan sonra eski takvimle 26 Teşrin-i Evvel 1317 tarihinde (8 Kasım 1901, Cuma günü) bilinmeyen bir takımla (Rumlardan kurulu bir takım olduğu söylenegelir) maç yaptı. Black Stocking’in 5-1 yenilgisiyle sonuçlanan bu maçtan önce yönetici Reşat Danyal ile futbolcular fiyakalı kırmızı beyaz formalarıyla bir fotoğraf çektirmeyi de ihmal etmemişlerdi.[7]
Galatasaray’ın bir numaralı kurucusu Ali Sami Yen Black Stocking’in öyküsünü öğrendikten sonra 1901’deki maçtan önce çekilen fotoğrafın peşine düşmüş, 1910’lu yıllarda ulaştığı bu fotoğrafı, “memleketimizde teşkiline ilk defa olarak teşebbüs edilen Türk futbol takımı (26 Teşrin-i Evvel 1317)” ifadeli notla birlikte Galatasaray Spor Kulübü Müzesi’ne teslim etmişti. Kırmızı-beyaz fiyakalı formalara sahip olan Black Stocking takımı ayaktakiler (soldan itibaren); Mehmet, “Hanende” Hafız Mustafa, Fahrettin Hayri, Reşat Danyal, Nurettin, Osman ve Cevdet. Bağdaş kuranlar; “Udi” Ali, “Sinekemani” Nuri, Fuat Hüsnü, Mazhar ve Şevki. 12 kişinin yer aldığı fotoğraf bize Reşat Danyal’ın yönetici, Fahrettin Hayri’nin ise kaleci olduğunu düşündürtüyor.
(Kaynak: Galatasaray Spor Kulübü Müzesi. Galatasaray Spor Kulübü Müzesi’nde, albümdeki bu fotonunun yanı sıra, arkasında üyeler ve futbolcular hakkında 1946 yılında yazıldığı anlaşılan bilgilerin de yer aldığı büyük ebatta bir fotoğraf daha bulunuyor.)
Bu ağır yenilgiyi başka bir şok takip etti. Fransızca yayınlanan Servet gazetesinde haklarında çıkan bir haberden sonra, Black Stocking oyuncuları ve azaları saraya yakınlığıyla bilinen Köçeoğlu Andon tarafından jurnallendiler. Jurnale göre Veliaht Reşat Efendi, Sultan II. Abdülhamit’i tahttan indirmek için Black Stocking adında fesat bir cemiyet kurmuştu.
Burada küçük bir parantez açarak, istibdat, yani baskı döneminde saraya jurnal vermenin gerçek anlamı üzerinde durmak istiyorum biraz. Her şeyden önce jurnal vermenin saraya sadakat bildirme gibi bir fonksiyonu vardı. Zira saraya jurnal verenlerin sadakatinden şüphe duyulmaz, vermeyenlere ise kuşkuyla bakılırdı. Başka bir deyişle jurnal vermek, padişaha biat etmenin bir göstergesi olarak kabul edilirdi sarayda. Bu açıdan jurnalde ispiyonlanan durumun hakikati ne derecede yansıttığına çok bakılmazdı. Elbette jurnalin hakikati yansıtanı daha değerliydi, ama bu, hakikati yansıtmayan jurnali değersiz kılmazdı. Bu nedenle jurnal gerçeküstü de olabilirdi ve bu gerçeküstülük, jurnal verenin saray nezdindeki itibarını zedelemezdi. Kısaca önemli olan jurnalin içeriğinden daha çok jurnal vermenin kendisiydi.
Köçeoğlu Andon da saraya olan bağlılığını göstermek amacıyla böylesi gerçeküstü bir jurnal kaleme almış, hayal gücünü çalıştırırken kulübün umumi kaptanının adıyla Veliaht Reşat Efendi’nin isminin aynı olmasının sihirli etkisinden yararlanmıştı.
Jurnal Zaptiye Nazırı Şefik Paşa’ya havale edildi, o da futbolcuları ve kulüp azalarını Kuşdili Karakolu’nda sorguladı. Bu soruşturma sonucunda kulüp üyelerinin ve futbolcuların fesat faaliyetlerde bulunmadıkları anlaşılmıştı anlaşılmasına. Ancak bu kadar korku Black Stocking’in kendini feshetmesine yetip de artmıştı bile.
Black Stocking’le ilgili bilinmesi gereken iki şey var. İlki, maçtan sonra hafiyelerin sahayı bastığı doğru değildir. Kulübün umumi kâtibi Reşat Danyal’ın bu soruşturmadan sonra Tahran’a sürüldüğünün de doğru olmadığı gibi. Reşat Danyal’ın Tahran’a tayini daha önce kararlaştırılmış, ancak bir maaş sorunu nedeniyle gidişi bu maçtan sonra mümkün olmuştu. Bu vesileyle anonim spor tarihimizin en büyük galat-ı meşhuru (herkesin doğru bildiği yanlış) olan, Sultan II. Abdülhamit döneminde Müslümanların futbol oynaması yasaktı yolundaki kanaatin de yanlış olduğunu söylemeliyim.
Bilinmesi gereken ikinci nokta ise şu: Reşat Danyal’ın, acaba Müslümanlar da futbol oynayabilir mi sorusundan hareketle tasarladığı proje başarısız olmuştur. Ancak bu başarısızlığın nedeni saray soruşturması değildi.
Proje başarısız olmuştur, çünkü oluşturulan grubun futbol öğrenmeye ve oynamaya çok uygun bir grup olmadığı açıktır. Çünkü her şeyden önce futbolcu grubunun çoğunluğu genç ve oyuna çok iştahlı değildir. Nitekim bu kadar futbolcu adayı arasından sadece ikisinin ileriki yıllarda da düzenli futbol oynamaya devam ettiğini görüyoruz. Bunlar Fuat Hüsnü ve Mazhar’dı. Futbola devam etmek arzusunda olan Nuri ise muhtemelen yaşının fazla olması nedeniyle (1876 doğumludur) ciddi olarak futbol oynayamadı. Nitekim yıllar sonra Sermet Muhtar Alus’un kendisiyle yaptığı söyleşide jimnastikçiliğini överken futbolculuğundan hiç söz etmeyecektir.
Fuat Hüsnü Black Stocking’den sonra Kadıköy Futbol Kulübü’ne katıldı ve 1907 yılına kadar burada oynadı. 1907’de yılında İngiliz futbolcularla beraber Kadıköy’den Moda Futbol Kulübü’ne geçti, ertesi sene de Galatasaray’a. Galatasaray’da, üç yıl üst üste İstanbul şampiyonu olan kadroda yer aldıktan sonra görevi gereği yurt dışına gitti ve futbolu bıraktı. 1914’te yurda döndüğünde abisi Dr. Hamit Hüsnü’nün başkan olduğu Fenerbahçe’de antrenörlük yaptı. Ağabeyinin ölümünden sonra 29 numarayla kaydolduğu Galatasaray Spor Kulübü üyeliğine döndü.
Mazhar ise 1905 yılında kurulan Galatasaray’a katıldı. Galatasaray’ın İstanbul Futbol Ligi’nde ilk kez oynayan kadrosunda o da vardı. Mazhar’ı daha sonra Galatasaray’ın ikinci takımı kimliğine sahip Progrès (Terakki) ve en son olarak da bu takımın devamı olan Altun Ordu’da görüyoruz.
Nuri’ye gelince; 1905 yılında kurulan Galatasaray’a katıldı. Onu Galatasaray’ın bilinen ilk takım fotoğrafında kırmızı-beyaz Black Stocking formasıyla görürüz. Ancak muhtemelen yukarıda bahsettiğimiz nedenlerden (yaş ve yetenek) ötürü birkaç maçın ardından sessiz sedasız futbolu terk etti.
Black Stocking futbolcularından Sinekemani Nuri Duyguer (ortadaki),
Hariciye Vekâleti’nde kâtip olararak çalışıyordu.
Nuri Bey aynı zamanda bir jimnastikçiydi.
(Fotoğraf bir bilgisayar programıyla renklendirilmiştir.)
Burada Reşat Danyal ve Black Stocking’in en küçük futbolcusu Şevki’den de söz edilmeli. Zira bu iki Black Stocking’li, sonraki yıllarda futbol oynamasalar da hayatlarının bir bölümünde kısmen sporla iç içe yaşadılar. Şöyle ki, Reşat Danyal II. Meşrutiyet sonrasında bazı spor etkinliklerinde görev aldı, özellikle de kürek müsabakalarında. Mekteb-i Sultani öğrencisi olan Şevki ise okulda jimnastiğe meraklı olmasıyla tanındı. Galatasaray 1905 sonbaharında ortaya çıktığında takımın ilk logosunu Toblerone çikolatasındaki kartaldan esinlenerek çizen de oydu.
Görüldüğü gibi Robert College Futbol Kulübü’nün kurulması Black Stocking’in oluşmasını tetiklemişti, ancak Osmanlı vatandaşı Müslümanların Levantenler ve gayrimüslimler gibi futbol oynama projesinin başarılı olması için daha birkaç yıl vardı.
Gelecek yazı: Galatasaray’ın kuruluşuna doğru
[1] HMS Salamander 1889’da inşa edilmiş Sharpshooter sınıfı bir torpido gemisiydi. Mürettebatı 91 askerden oluşuyordu.
[2] HMS Tyne diğer gemilerin yararlanacağı cephane, yedek parça ve sarf edilebilir malzeme taşıyan bir levazım gemisiydi.
[3] Şirket-i Hayriye’nin 1914 tarihli Boğaziçi Salnamesi’nde Boyacıköy’de 350 Rum, 50 Ermeni ve 30 Müslüman hanenin oturduğuna ilişkin bir kayda rastladım. Bu demografik bilgi Boyacıköy’ün bir Rum takımı olabileceği görüşünü kuvvetlendiriyor.
[4] Osmanlı’nın gayrimüslim vatandaşları İstanbul, İzmir ve Selanik’te muhtelif kulüpler kurmuşlardı o tarihe kadar. Ancak bunların hepsi jimnastik kulübüdür. Robert College Futbol Kulübü’nün bunlardan farkı, başka takımlarla temas etmek üzere doğrudan futbol kulübü olarak kurulmasıdır.
[5] Bu oyuncunun adı yanlış yazılmış olabilir.
[6] Buradaki “Müslüman” tanımı duruma göre “Türk” olarak da okuyabiliriz. Ancak bunu yaparken Osmanlı’daki en geç milliyetçilik akımının Türk milliyetçiliği olduğunu da unutmamak gerekiyor.
[7] Sultan II. Abdülhamit döneminde Müslümanların gizli gizli futbol oynadıkları söylenegelir. Gerçekte padişah arazisi olan Papazın Çayırı’nda belki de onlarca, hatta yüzlerce kişinin izlediği maçların nasıl gizli gizli oynandığı okurların hayal gücünün alamadığı bir şey olsa gerektir. Keza maçtan önce fotoğraf çektirmek de.
Melih Şabanoğlu kimdir? Melih Şabanoğlu, Galatasaray Lisesi ve İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu. Okur, yazar, merak eder. Çocukluktan itibaren her yaş döneminde ve değişik sektörlerde çalışırken spor ve futbol, amatör tutkusu oldu hep. Futbolun matematiğini anlamaya çalıştı. Sabahtan akşama dek muhtelif maçlar izleyerek geçireceği günlerin hayalini kurdu. Ana ilgi ve uğraş alanı ise Osmanlı modernleşmesi ve geç Osmanlı döneminde spor tarihi. Bu konuda Kuruluş: Mekteb-i Sultani’den Galatasaray Spor Kulübü’ne Türkiye’de Futbolun Erken Çağı (1904-1907) başlıklı bir kitabı var. Önümüzdeki dönemlerde bu çalışmanın diğer ciltlerini çıkarmayı umuyor |