Dün, Karar gazetesinin birinci sayfasında “Dindar Seçmen Kaygılı” manşetini görünce “kaygılı olmakta haklılar” diye düşündüm.
Bir yandan hayat pahalılığı, diğer yandan dini kullanmaktan bir an bile vazgeçmeyen nobran bir iktidar döneminde artan ahlaksızlık ve yolsuzluklardan rahatsız oldular, dinin dünyevi meselelere alet edilmesinden de hazzetmiyorlar her halde diye aklımdan geçirdim.
Hayır, öyle değilmiş.
Dindar kadınlar başörtüsü kazanımlarını kaybetmekten, seçimi kazanacak muhalefetin intikamcı davranmasından, sosyal yardımların kesilmesi ihtimalinden endişeliymiş.
“Dindar seçmen” olarak tanımlanan kesim, muhalefetin “hizmet ve büyüme anlayışından uzaklaşmasından” da kaygı duyuyormuş.
Yani kaygı “maneviyat” alanıyla ilgili değil, tam tersine son derece maddi nedenleri var.
Bu durumun çok ilginç olduğunu düşünüyorum.
“Dindar seçmen” diye tanımlanmışlar ama hassasiyetlerinin din ile o kadar da ilgisi yok.
Normal olarak dindar diye tanımladığımız kesimlerin hassasiyetlerinin maneviyat ile ilgili konular olmasını beklerdim.
Ancak araştırma gösteriyor ki manevi bozulma, dindarların oy tercihlerini belirlerken önemli bir etki yaratmıyor.
Oysa araştırmaya konu olan AKP seçmeninin çoğunluğu kendilerini “yüksek oranda dindar” (Yüzde 73,6) olarak tanımlıyor.
Sözünü ettiğim sonuçlar Toplumsal Etki Araştırmaları Merkezi isimli bir kuruluşun, “dindar seçmen anketi” tarafından bulundu.
Araştırma, Konya, Kayseri, Yozgat, Sivas, Malatya, Elazığ, Bingöl, Erzurum, Gaziantep ve Kocaeli illerinde ve İstanbul’un dindar seçmen yoğunluklu ilçelerinin belli semtlerinde 2 bin 424 kişi ile ve yüz yüze gerçekleştirilmiş.
Ankete katılan “dindarlar”, AKP döneminde yolsuzlukların arttığına inanıyor. (Yüzde 44)
“Lüks ve israf arttı” diyor. (Yüzde 59)
“Hak etmedikleri yüksek maaşları aldıklarını” düşünüyor. (Yüzde 51)
“Türkiye ekonomisi kötüye gitti” diyorlar (yüzde 58), “mahkemeler adil değil” kanaatindeler (yüzde 52) ama oy tercihleri çok da değişmiyor.
Eskiden AKP seçmeninin çoğunluğu için partiye “kalbi bağlılık” söz konusuymuş, şimdi “seçeneksizlik ve çıkar birliği” nedeniyle AKP’ye oy verecekler.
AKP’nin kendisini yüksek oranda dindar olarak tanımlayan seçmeni gelişmelerden rahatsızlık duyuyor ancak bu rahatsızlık, oy tercihlerinde çok az etkili.
Gerçi yavaş da olsa bir uzaklaşma da görünüyor. 2018’de yüzde 74,4’ü Erdoğan’a oy vereceğini söylerken, son araştırmada bu yüzde 62,2’ye düşmüş.
Ve yine öyle görünüyor ki Recep Tayyip Erdoğan, onlar için vazgeçilmez.
Onun için, ekonominin gidişine, artan işsizliğe, adalet ihtiyacına filan bakıp Erdoğan’ın gidici olduğunu düşünmek o kadar da gerçekçi değil gibi görünüyor.
“Seçimi kim olsa kazanır” bir hayalden ibaret.
Erdoğan ile bu yarışta gerçek bilek güreşine girebilecek adayın, bu hassasiyetlere de yanıt verebilecek birisi olması gerektiği açıkça görülüyor.
***
Söylemek yetmez, içselleştirmek gerek
Önce şu sözleri okumanızı rica edeceğim, endişelenmeyin çok uzun değil:
“Biraz önce birbirinden hem güzel hem de anlamlı dakikalar yaşadık. Dünyayı gördük, Mevlâna gibi birbirimize ulaştık, Yunus gibi birbirimizi anladık, birbirimizle tekrar tanıştık. Konuşurken aslında hepimiz göçmeniz dedik, hepimiz geçiyoruz çünkü Allah bize bir tebligat da bulunuyor. Hüküm de mülkte Allah’ındır. Hiç unutmamak gerekir biz, hepimiz insanlık, milletin evlatlarıyız. Her zaman söylerim para, makam, mülk, çok varlık bizi şımartıyor mu diye?”
Bu sözleri söyleyen kişi, bir tefekkür dönemini yaşayıp, aydınlanmış bir “ak sakallı” değil.
Bildiğiniz İçişleri Bakanı Süleyman Soylu.
Hayatta yaptığına, ettiğine bakarsanız, söyledikleriyle alakası da yok.
Peşin hükümlü, siyaset için yalan söylemekten hiç çekinmeyen, kul hakkı diye bir kavram ile hiç ilişkisi olmamış gibi görünen birisi kendisi.
Ama bakın neler neler diyor.
Neden böyle olduğunu da kendisi açıklamış zaten: “Para, makam, mülk, çok varlık bizi şımartıyor!”
Bulunduğu makamın gelip geçiciliğinin bu kadar farkına varmışken, mafyanın maaşa bağladığı politikacıyı açıklasa da kurtulsa diye aklımdan geçirdim.
Temel insan haklarını, düşman gibi görmekten vazgeçse ne kadar hafifler, bunu da bir düşünsün.
İktidar elitindeki şımarıklığın nereden kaynaklandığını ne kadar güzel ifade etmiş; ah bir de bunu içselleştirebilse, herkes için ne kadar iyi olurdu!
***
“Serbest piyasa” ne oldu?
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu, banka yöneticilerine “talimat” verdi.
Kendi Türkçeleriyle söyleyecek olursak “talimatlandırdı”!
Bu kelimeyi kim icat ettiyse dilini eşek arısı soksun demek zorundayım ama konumuz bu değil.
Talimat şu: Bankalar, TL kredisi çeken müşterilerinin bu parayla döviz almasının önüne geçecekler.
Bunu nasıl yapacaklar? BDDK açıklamasında bununla ilgili bir ayrıntı yok.
Öte yandan BDDK’nın bankalara böyle talimatlar verme yetkisi de yok.
Bankaların da müşterilerine “bu parayla döviz alamazsın, şu parayla döviz alabilirsin” deme hakları ve yetkileri de yok.
Peki bu piyasa gerçeklerinden uzak, herhangi bir yasal dayanağı da olmayan talimat nasıl verilebiliyor?
Buna bakarak vatandaşın bankalarda bulunan parasını nasıl harcayacağı ile ilgili olarak da “talimatlar” gelecek diye mi beklemeliyiz?