Kelime anlamıyla “normal” bir ülkede, her şey normal olur.
Mesela ülkenin uluslararası çaptaki müzisyeni, ülkenin en tepe yöneticisini konserine davet edebilir. Bu normaldir.
Ülkenin Cumhurbaşkanı, ülkenin en önemli müzisyeninin konserine gidebilir. Bu da normaldir.
Ama bütün bunlar “Akdeniz’e doğru bir kısrak başı gibi uzanan” ve Türkiye adı verilen ülkede cereyan edince, tuhaf şeyler olabiliyor.
Cennet vatanımızda ülkenin en önemli sanatçılarından biri, ülkenin Cumhurbaşkanı’nı konserine davet eder ve Cumhurbaşkanı da bu konsere giderse bundan şöyle bir sonuç çıkarmamız gerekiyor:
“Yaşasın, Cumhurbaşkanı bizi de seviyor, bu ülkede yaşamamıza itiraz etmeyecek!”
Sizce bu normal bir durum mu?
Müesses nizamın temeli sayılması lazım gelen Anayasa diye bir metin var.
Ona yazmışlar ki Meclis diye bir şey var, bu önemli bir kurum.
Bunun Başkanı her türlü siyasi tartışmanın dışında olmalı ki bu kurumun manevi kişiliği bundan zarar görmesin.
Yine aynı ülkede bu makama seçilmiş bir kişi var.
Önce milletvekili seçilmiş, sonra Meclis’e başkan seçilmiş.
Milletvekillerinin adaylık süreçleriyle ilgili olarak eleştirilerimi muhafaza etmekle birlikte bunu tartışabilir miyim? Hayır, tartışamam.
Meşru bir seçim ile milletvekili olmuş, meşru bir seçimle TBMM Başkanı seçilmiş.
Şimdi bu arkadaşımız, bu pozisyonu beğenmiyor ve İstanbul’a Belediye Başkanı olmak istiyor.
Bu isteği nedeniyle onu eleştirebilir miyiz? Hayır, eleştiremeyiz.
Ama Anayasa da demiş ki “Meclis’e başkan olursan, günlük siyasete bulaşma ki bu kurumun manevi kişiliğini tüm millet adına temsil edebilesin!”
Şimdi hepimiz bekliyoruz: Bu arkadaş, kendi siyasi meşruiyetinin temeli olan Anayasa’ya uyacak mı, uymayacak mı?
Normal olan nedir? Uyması.
Biz niye sevineceğiz: Uymasına!
Bu işte bir tuhaflık sezmiyor musunuz?
Sizce, bizler, normal insanlar sayılır mıyız, normal bir ülkede yaşıyor olabilir miyiz?
Sabah sabah sinirinizi bozmuş olmalıyım, çünkü bunları yazıyor olmam bile aslına bakarsanız anormal bir duruma işaret ediyor.
O zaman Bülent Ortaçgil’den gelsin:
“Biralar soğuk mu?" dedim / Dedi ki, “normal!”
“Peki ya havalar?" / “Valla gayet normal!”
“İşler?” dedim, “gidişler?” dedim? / “Hepsi normal!”
“Peki...” dedim, “ ya sen, ben?” / Dedi ki, “normal!”
“Peki biz, ikimiz? / “Valla gayet normal!”
“Halimiz?” dedim / Ne dese beğenirsin, “normal!”
***
Elleşme, uçup gitsin!
Yeni Şafak gazetesi, yazarı Aydın Ünal’a “Sen daha iyilerine layıksın” demiş ve işten çıkarmış.
Bu haberi okuyunca eski bir fıkrayı hatırladım:
Çiftçi, Dazkırı’da tarlada döğen döverken küçük oğlu da ahlat ağacının dibinde oynuyormuş. Çocuk aniden bağırmış: Bubaaa, Bubaa, uçak geçiyyy!
Çiftçi oğluna dönmüş: Elleşme oğlum, geçsin!
Aydın Ünal, AKP milletvekili oldu. Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşma metinlerini yazdı. Yeni Şafak gazetesinde köşesi vardı.
Fikirlerine katılmadım ama okurdum, düzgün bir insan olduğunu düşünürdüm.
Ünal’ın köşesinin kapatılmasının nedeni, AKP’nin Ankara’yı kaybedebileceğine ilişkin bir öngörüde bulunmuş olması. Ekonomideki kötü gidişe de dikkat çekiyor.
Ve bunun cezası işsiz kalması!
Oysa, yandaş değil de tatlı su muhalifi olsaydı, şimdi sevinçle ellerini çırpıyor olabilirdi: Yaşasın, Cumhurbaşkanı konsere gitti, Mozart dinledi!
Bizler gibi olsaydı yine mutlu olurdu: Yaşasın, bugün de Silivri’ye tıkmadılar!
Ama yandaşlık zor zanaat!
Rahmetli anneannemden kulağıma küpe olmuştu:
Aptal ata binince bey oldum sanır, şalgam aşa girince yağ oldum sanır.
Yandaş medyada köşe bulunca, kendini aşa girmiş şalgam gibi yağ zannetmeyeceksin!
Elleşmeyeceksin, uçup gitsinler!
***
Dertleri pahalı kitap değil
2019 yılının Ocak ayının 23. günü bu yazıyı yazarken halime şükrediyorum:
Allah kimseyi, tarihin bu döneminde, Türkiye’de, yandaş medyada iktidar goygoycusu bir yazar durumuna düşürmesin!
Yılmaz Özdil, Atatürk ile ilgili bir kitap yazdı, 1 milyondan fazla sattı.
Sonra bu kitabın çocuklar için hazırlanmış versiyonları yayınlandı, ne kadar sattı bilmiyorum.
En son olarak da dün, kitabın “lüks” baskılı versiyonu yayınlandı ve internetten satılarak 4 saat içinde tükendi.
Memleketimizin İslamcı ve ne olmak istediklerine hâlâ karar verememiş bazı yazarları buna şiddetle karşı çıkıyorlar:
Bu fiyata kitap satılır mı, Atatürk üzerinden ticaret mi yapıyorsun?
Bu arkadaşlar, milletin “orası” ile ilgili fantezilere sahip olan müteahhite, normalden 100 milyon lira fazlasına ihale verilmesi ile ilgili satır yazmadılar. Oysa o hepimizin parası. Kitabı 2,5 bin liraya satın alan ise kendi parasıyla alıyor.
Dertleri kitapların pahalıya satılması mı?
Onu boş verin, bu beyler, soğanın bile kaça satıldığı ile ilgili tek satır yazmadılar.
Saray’ın masraflarına değinmediler. Reis’in özel lüks uçak merakını görmezden geldiler.
Üç liraya mal olan kitapların, belediyelere, devlet kurumlarına 100 liraya satılması bahsine ise hiç girmeyelim diyorum.
Belli ki dertleri kitabın fiyatı değil. Muhalefet edecekleri, zararsız bir şey arıyorlardı, bunu buldular.