Mehmet Y. Yılmaz

30 Ocak 2019

Berat Bey’in iktisat teorisine büyük katkısı

Berat Albayrak, öyle bir cümle kurdu ki dünyanın bütün iktisatçıları birleşse bunun altındaki gizli anlamı çözebilmeleri zor

Bu sene Davos’a ilgi düşükmüş, bu Reis’in “daha da gelmem” çıkışından kaynaklanmıyor.
Fakat bu Davos’un önemine halel getirmiyor, çünkü ekonomi dünyasının parlayan güneşi sayılması lazım gelen Berat Albayrak, Davos’taydı!
Berat Albayrak, Davos’ta konuşmalar yaptı, CEO’lara Türkiye’yi övdü, yatırım çağrısında bulundu filan falan.
Bunlar geleneksel Türk gazete başlıkları.
Her ay en az bir kere böyle haberlerin yayınlanması gerekiyor ki millet “yaşasın, dolarlar geliyor, marketten biber de satın alabileceğiz” diye sevinsin.
Ben Davos’a her yıl olduğu gibi bu yıl da gitmedim, zaten beni bekleyen de olmuyor sanırım.
Ama Albayrak’ın konuşmasını dikkatle okudum ki bir şey kaçırmayayım, iktisat teorisindeki son gelişmelerden haberdar olayım.
Nitekim yanılmamışım.
Berat Albayrak, öyle bir cümle kurdu ki dünyanın bütün iktisatçıları birleşse bunun altındaki gizli anlamı çözebilmeleri zor.
Kim bilir, belki de böyle konuşup, anlaşılmaz olduğunda daha büyük etki yaptığını da düşünüyor olabilir!
Bilim böyle ilerler arkadaşlar: Ne kadar karmaşık bir cümle kurarsanız, o anlaşılmayan cümlenin altında gizli bir hikmet yattığına inananların sayısı artar.
Anlaşılır cümle kurarsanız insanlar şöyle düşünür: “Bunu ben bile anladığıma göre, önemsiz bir şeyler söylüyor!”
Onun için anlaşılmaz olmak, siyasette ilerlemeye başlamanın da ilk adımı sayılmalıdır.
Nitekim Berat Bey’in söylediklerini Cumhurbaşkanı kolayca anlayabiliyor olsaydı, onu bakan da yapmazdı.
Mahdum Bey’i tercih etmedi çünkü Bilal Bey Kardeşimizin temel sorunu, söylediklerini kolayca anlayabiliyor olmamız.
İşte Berat Albayrak’ın iktisat teorisinde devrim yaratacak cümlesi şöyle:
“Birçok kişide şunu gördük ki, süreçlerden Türkiye'nin çok güçlü bir refleks göstererek başarılı bir şekilde bu politikalar doğrultusunda ne kadar olumlu, başarılı bir setiyle karşı karşıya kaldık ve övgü aldık.”
Hadi bakalım, anlayın anlayabilirseniz! Çözerseniz bana da anlatın tabii.
Bir de medya notu: Bu sözler, belli ki kötü bir tercümenin ürünü ve ajanstan bu şekilde gelmiş. Ajansta bu haberi yayına koyan editör okumamış. Yandaş medyada bu haberi sayfalarına koyan editörler de okumamış. Memleketin en gözde müteahhitleri havuzlara paralar akıttılar ki millet, Reis’in gazetelerinden başkasını okumasın. Şimdi bu sizin yaptığınız iş mi? Satılabilecek gazete yapamıyorsunuz, onu anladık. Bari satılmayanı düzgün yapmaya çalışın.

 

***

Müslümanlık yolsuzluklara kılıf olunca

Uluslararası Şeffaflık Örgütü, 2018 Yolsuzluk Algı Endeksi'ni açıkladı.
Bu endeks 180 ülkeyi kapsıyor. Değerlendirmeler 100 üzerinden yapılıyor. Ve 180 ülkenin üçte ikisi, 50 puanın altında kalarak “yolsuz ülkeler” arasında yer aldı.
Şunu hemen müjdelemeliyim ki Türkiye’nin bu konuda da bileğinin bükülmesinin artık hayli zor olduğu anlaşılmış bulunuyor.
Türkiye, Dünya Lideri’nin yönetiminde, “en yolsuz ülkeler” klasmanında Avrupa çapında başarı sağlamış durumda!
Olur olmaz her vesileyle Türkiye’nin iç işlerine karışan Kuzey Avrupa ülkeleri ise “kendi temizlikleri içinde boğulacaklar!”
Yandaş köşe yazarlarından birisi, bu haberi böyle yorumlamayı akıl eder mi, dersiniz?
Akıl eden olmadıysa da üzülmesinler, seneye bu konudaki liderliğimiz daha da pekişeceği için gelecek yıl yazabilirler.
Yolsuzluk Endeksi de gösteriyor ki bir ülkede hukuk devleti ilkeleri uygulanmıyorsa, basın özgür değilse, sivil toplum kuruluşları güçlü değilse, yargı bağımsızlığından söz edilemiyorsa yolsuzluklar önlenemiyor.
Bu endekse bakınca Kamu İhale Kanunu’nun, neden en çok değişikliğe uğraya kanunumuz olduğunu da açıklamaya gerek kalmıyor.
Bu kanun, Türkiye tarihinin en sık değiştirilen kanunu unvanını taşıyor, çünkü “yolsuzluk yapma ihtiyacı” bunu zorunlu kılıyor.
Endeksin Türkiye ile ilgili yorumunu gözünüzden kaçmış olabileceği düşüncesiyle kısaca aktarayım:
“Güçler ayrılığı, yargı bağımsızlığı ve liyakat ilkelerine yönelik ihlaller, Kamu İhale Kanunu’nun lafzına ve ruhuna aykırı uygulamalar, Kamu Özel İşbirliği projelerinde ve özelleştirme süreçlerinde kamu çıkarına aykırı ihale süreçleri ve uygulamalar öne çıkan sorunlar arasında görülmektedir. Demokrasinin vazgeçilmez kurumlarının gitgide zayıflaması ile Yolsuzluk Algı Endeksi’nde Türkiye, demokrasi geleneği bulunmayan ülkelerle aynı kategoride anılmaktadır.”
Müslümanlar için bir not:
Listeye baktığınızda en üst sırada İskandinav ülkeleri ile Yeni Zelanda var. Asya’dan da Singapur girmiş.
Alt sıralarda ise ezici çoğunluk Müslümanların yaşadığı ülkelerde.
Kendi kimliğini “Müslümanlık” üzerinden tarif edenlerin bir durup düşünmelerinde yarar var.
Kuşkusuz ki Müslümanlık, yolsuzluklara zemin hazırlıyor demek mümkün değil.
Ama belli ki siyasi iktidarın dini duyguları sömürmesi, eylemlerini dindarlık perdesinin arkasına saklamaları, yolsuzlukları örtmek için iyi bir kılıf oluyor.

 

***

AKP’li olsaydı “suç kişisel” olurdu!

CHP’nin İzmir BB adayı Tunç Soyer, 12 Eylül’ün askeri savcılarından Nurettin Soyer’in oğlu.
Oğlunun adaylığı üzerinden Nurettin Bey'in geçmişi tekrar tartışılıyor. Kendisi hayattayken, 12 Eylül 1980 darbesi sürecinde yaşadıklarını Uğur Mumcu'ya anlatmıştı. Mumcu'nun, anlatımlarını önce Cumhuriyet gazetesinde yazı dizisi, sonra da 1987 yılında "12 Eylül Adaleti" adıyla kitap yaptığı Nurettin Soyer; sonuçta hukukun olmadığı, Anayasa ve yasaların rafa kaldırıldığı bir darbe döneminin askeri savcılarından biri. Hakkında, dileyen istediği hükmü verebilir. 
Nitekim, CHP’nin Tunç Soyer’i aday göstermesi Devlet Bahçeli’yi de kızdırdı: “Ülkücüler de, devrimciler de bu görevlendirmeyi kabul etmezler” dedi.
Cumhurbaşkanı da tabii fırsatı kaçırmadı:
“CHP, Türkeş ve arkadaşlarını 12 Eylül'de en ağır işkencelere maruz bırakarak idamla yargılayanların mirasçılarını yeniden vitrine çıkarıyor.”
Demek ki AKP 2,5 yıl önceki askeri darbe girişiminin en önemli kahramanlarından birinin ağabeyini büyükelçi yaparken “suç kişisel” oluyor.
CHP, 38 yıl önceki darbe döneminin savcılarından birinin oğlunu aday gösterince bu “siyasi ahlak”a sığmıyor.
Adamına göre muamelenin AKP versiyonu da bu işte.
Ve bir not da günümüzün politize savcı-yargıçlarına: 
Görüyorsunuz; hukuk dışına çıkmanın faturası, aradan 40 sene bile geçse çoluk çocuğunuza çıkartılmak istenebiliyor.
Çocuklarınız, bugün sebep olduğunuz haksızlıklar ve mağduriyetler hatırlatıldığında, utançla başlarını eğsinler ister misiniz?
Ne dersiniz?