Son üç gündür Ankara’da ARI Hareketi, Hollanda merkezli Centre for European Security Studies ve Bilkent Üniversitesi’nin ortaklaşa düzenlediği “Savunma Sektöründe Bütçe Şeffaflığı ve Mali Sorumluluk” başlıklı bir uluslararası toplantıdaydım. İngiltere, Hollanda, Amerika, Türkiye gibi ülkelerden üst düzey bürokratların, akademisyenlerin ve Türkiye dâhil farklı ülkelerin Sayıştay’larından hukukçuların ve denetçilerin katıldığı toplantı, Türkiye’nin içinde bulunduğu duruma farklı bir perspektiften bakmak açısından oldukça önemliydi.
Toplantıda Hollandalı bir üst düzey bürokrat, “Benim ülkemde bir politikacı yolsuzluğa karışırsa hemen görevden alınır. Bir iktidar partisi eğer uygulamalarının hesabını veremezse hükümet devrilir ve halk da bir daha o insanları başa getirmez. Türkiye’de neden böyle olmuyor?” diye sordu.
Gerçekten de bu soru çok can acıtıcı bir soru. Cevapların bir kısmını ezberden hepimiz sayabiliriz: köşe dönücü zihniyet, paranın ve zengin olmanın en değerli mertebe olarak algılanması, eğitim eksikliği vs. vs..
Ancak gerçek cevaplar bu kadar da yüzeysel değil sanki. Düşünsenize, bizi yöneten politikacılar çok mu eğitimsiz insanlar ki bunca küçük hesapların peşine düşebiliyor ya da kanun dışı uygulamaları bu kadar rahatlıkla gerçekleştirebiliyor? Soruyu bir de tersten sorayım: Örneğin, Sivas’ta 37 aydının yakılmasına seyirci kalan ve jandarmaya olaya müdahale etmeme emrini vererek o aydın ve sanatçıları göz göre göre ölüme yollayan politikacılar ve devlet erkânı, bunu eğitimsizliklerinden mi yapmıştı? Sivas davasının zaman aşımından düşmesini beklerken, güya “aranmakta” olan bazı sanıkların serbestçe askere gitmesine, evlenmesine ve çocuğunu okula kendi ismiyle kaydettirmesine seyirci kalan bürokratlar bunu eğitimsizliklerinden ya da zengin olma arzularından mı yapmıştı? Ya da Uludere’de 34 sivili, kim bilir hangi gizli hesaplarla, göz göre göre bombalama emrini veren yetkili (kim olduğu hâlâ bilinmiyor) bunu eğitimsizliğinden, vicdansızlığından, çıkarcılığından mı yaptı? 28 Şubatta insanları fişleyen paşalar, başörtülü genç kızlarımızı ikna odalarında ağlatan “profesörler”, onları üniversiteye almamak için direnen okul yöneticileri, Hrant Dink cinayetinin hazırlanmasına seyirci kalan emniyet yetkilileri gibi devlet aktörlerinin. bu uygulamalarını açıklamak için daha farklı saikler gerekmiyor mu?
Hepimiz biliyoruz ki bu kanun dışı, adaleti çiğneyen uygulamaların ardında başka açıklamalar var. Bunların en önemlisi de bence “hesap sorulmaması”. Yukarıda örneğini verdiğim olayları gerçekleştirenlerin hepsi de gayet iyi biliyordu ki bu ülkede halk hiçbir zaman oylarıyla ya da sokaklara dökülerek kitlesel olarak hiçbir politikacıdan (ya da askerden) hesap sormamıştır.
Çünkü bu ülkenin kuruluş teamüllerinde biat kültürü vardır. Daha ilkokullarda minicik beyinlere yerleştirilen bu militer zihniyet ve bu biat kültürü, Cumhuriyet’in kurulduğu günden bu yana vatandaşını “makbul vatandaş” ölçütlerinin içinde tutmak için kayıtsız şartsız uygulanır. Bacak kadar çocukların üstüne giydirilen okul önlükleri aslında birer “üniforma”dır ve o çocuklar her sabah okulun bahçesinde “hazır olda” beklerken, varlıklarını devletin ve milletin varlığına armağan etmek zorunda bırakılırken, işte hep bu biat kültürü yeniden ve yeniden üretilmektedir. Ki Devlet her zaman kutsal kalsın, hiçbir zaman sorgulanamasın, vatandaşına hizmet etmek yerine ondan “ödevler ve görevler bekleyen” sisteme hâkim olmaya devam etsin.
Devlet ve onu oluşturan birimler, bürokratlar, iktidara gelerek devletle bütünleşen politikacılar… hepsi gayet iyi bilir ki bu ülkenin insanı hiçbirinden yapılanlar için hesap sormayacak, “Devlet Babaya biat etmeye” devam edecek. Gayet iyi bilir ki Devlet eliyle öldürülen insanlar, karartılan hayatlar, askeri harcamalar bahanesiyle her sene artırılan savunma bütçesi ya da en basitinden ulaştırma hizmetleri için vatandaştan toplanan paranın hesabı hiçbir zaman sorulmayacak. Kimse de kalkıp “benden topladığın vergilerle silah almana izin vermiyorum! Bu paraları eğitime, sağlığa, vatandaşa hizmete ayırmak dururken neden sürekli ağır silaha yatırım yapıyorsun? Soğuk Savaş dönemi çok geride kaldığına göre sen bu silahları yoksa “tehdit” olarak algıladığın bir kısım vatandaşına karşı mı kullanıyorsun?” diye sormayacak.
Düşünün bir: hangimiz bozuk yollar, her yerel seçim öncesinde sökülüp takılan ve ancak bir iki ay dayanan kırık dökük kaldırımlar için Belediye’ye hesap soruyoruz ki? İki adımda bir dikilen AVM’ler yerine neden çocuklar ve gençler için sosyal tesis veya park yapmadıklarını ilgili yerel yönetimlere soruyor muyuz? Bunlara itiraz etmek için, daha yeni yeni ortaya çıkmaya başlayan tek tük sivil girişimler dışında, ne yapıyoruz? Biz daha tüketici olarak kendi hakkımızı korumayı bile yeni öğreniyoruz.
İşte bu yüzden, hesap sorma hakkımızı kullanmadığımız, dolayısıyla kimse de bize hesap vermediği için bu hale geldik. Bu yüzden hâlâ demokrasiyi her beş senede bir sandığa gidip oy vermek sanıyoruz; bunun hesap sormak da dâhil, bütün bir kültürel pratiğin farklı veçheleri ve bir vatandaşlık bilinci olduğunu anlayamadık. Bu yüzden de ne Sivas katliamı davası zaman aşımıyla düşürüldüğünde, ne Hrant Dink öldürüldüğünde, ne Uludere’de masum köylüler bombalandığında, ne öğrenciler, gazeteciler ve akademisyenler türlü bahanelerle içeri atıldığında, ne de Hükümet ülkeyi polis devletine çeviren bu uygulamalara destek verdiğinde adalet yerine geliyor! Sistem eskisi gibi fütursuzca işlemeye devam ederken yapılan çoğu şey de yapanın yanına kâr kalıyor!
Vatandaşlık bilincine sahip bir halk olarak adalet ve siyaset önünde yetkililerden hesap sormadığımız sürece, yönetenlerin gözünde de sadece seçim zamanlarında hatırlanılan etkisiz kitleler olarak kalmaya devam edeceğiz!