Mimarlıkta eğriyi-doğruyu kavramaya başladığım yıllarda -ki Moskova’daydım- restorasyondan çıkmış yapılar hakkında konuşurlarken“ruhunu öldürmüşler!” lafını çok duyardım. Metropol Oteli için bile söylenmişti, oysa ne muazzam bir binaydı. Cephesindeki ressam Mihail Vrubel’in panoları, içindeki mimari bezemeleri ve mobilyalarıyla “Art Nouveau”nun Moskova’daki en ilkeli örneklerinden biriydi. Leningrad’daki Astoria Oteli için de söylenmişti aynı sözler. Fırsat buldukça gittiğim ikindi çayı saatlerinde arp ve piyano çalınırdı. Binanın geçmişini yaşamamıştım ki bileyim, nelerin katledilip yerine nelerin yerleştirildiğini... Hafızam restorasyon sonralarına dairdi ve gördüğüm pek çok şey iyi gelirdi. Oysa otelin geçmişine dair anlatılan, hemen yanıbaşındaki ve artık birlikte işletilen D’Angleterre Oteli’nde intihar eden şair Sergey Yesenin’in hikâyesi ve otel odasında, (muhtemelen hemcins sevgilisine) o an kanıyla yazdığı söylenen şiiri binanın anlamını etkilerdi:
“Yeni bir şey değil ölmek bu hayatta
Lakin yaşamak da yeni bir şey değil kuşkusuz
Hoşça kal dostum, hoşça kal.
Sen benim canım, sen bağrımda olanım...”
Yapa yapa, göre göre, hoyratça yapılan eklentileri titizlikle söke söke öğrendim yapıların ruhunu incitmemeyi. Hatta onların da bir yazgıları olduğuna inandım, bahtlarına saygı duydum...
Kuşkusuz her restorasyon, yapının özgünlüğüne bir müdahale. Korumak düşüncesiyle bazı şeylere mecbur kalınabiliyor. Teknoloji ve malzeme bilgisi de gerektiren bir bilim dalı olan restorasyon kabul görmüş, sınanmış uluslararası kurallarla projelendirilmeli, uygulanmalı. Bazen “dönemin ruhu” gereği bazı şeyler önemsenmez, imha edilmesi rahatsız etmez, hatta gerekli görülür. SSCB’nin son yıllarında çalıştığım bir restorasyon projesinde projenin müellifleri “Stalin Dönemi Mimarisi” tüm ekleme ve bezemeleri koca binadan temizleme kararı almıştı. O zamanki bilgim ve yetimle mermer taklidi bir kaç ştuk kolonu kurtarabildim. Gün geldi, restorasyonla dekorasyonu ayırt edemeyen sermayenin gücü kurtardığımı düşündüğüm o kolonları, karyaditleri dekorasyon hırslarının sabit mobilyaları ardında bıraktı. Şimdilerde ise Stalin Dönemi binaları ülkede tarihi eser kapsamında korumaya alındı. Yıkılıp ya da sökülüp moloza, çöpe gidenler, yittikleriyle kaldı.
Örneğin, XVI. yüzyılda tamamlanmış tüm mimari eserlerimizde değil belki ama aynı asırda yapılmış Mimar Sinan’ın eserlerinin restorasyonu en az müdahale ile gerçekleştirilmeli, Kılıç Ali Paşa ve Hürrem Sultan hamamlarının restorasyonu iyimser ve hoşgörülü bir bakışla değil, bilimsel bir görüşle incelenip değerlendirilmelidir. Restorasyona girmeden önce kucaklaştığım ruhuna artık eremediğim Pera Palas’a da belki de bu yüzden çok mecbur kalmadıkça adım atmıyorum. İnce doğramaları teferruat görülüp tamamen cama dönüştürülen ya da camların üzerine tutturulan çıtalarla pencere restorasyonları geçiştirilmeye çalışılan binalara belki de bu yüzden bakamıyorum.