Şu son bir haftada yaşananlara bakınca, neler olup bittiğini teker teker hatırladıkça, böyle bir ülkenin vatandaşı olmaktan duyduğum sıkıntı iyice arttı.
Yerkürenin üzerinde yüzlerce seçenek varken bizi bu yapış yapış cehenneme mahkum eden “mizahı” ümitsizce anlamaya çalıştım.
Kuzey Kore’deki diktatörlüğün bile, yirmi üç katlı bir apartmanın çökmesinin ardından yerlere kadar eğilip halkından özür dilediği bir dünyada, kendisine tepki gösterenleri önce “tokadı yersin” diye tehdit edip ardından da marketlerde insanları küfür ederek tokatlayan bir Başbakan’ın ülkesinde yaşamak pek de memnun olunacak bir şey gibi gözükmüyor bana.
Yaşananları, akılla, mantıkla nasıl açıklamak gerektiğini de pek kestiremiyorum.
Biliyorum önce sıklıkla yalanlanacak, ardından da her zaman olduğu gibi unutulacak ama farkında mısınız bu ülkenin başbakanı kendisini protesto eden bir vatandaşa saldırdı…
Şimdi oturup burada kuvvetler ayrılığından, demokrasi paketlerinden, yargı bağımsızlığından, özgürlükten veya barıştan nasıl söz edeceğiz?
İnsanları yumruklayan bir başbakan var bu ülkede... Ve biz sanki bir şey olmamış gibi hayatımızı sürdürüyoruz.
Ne görülmüş, ne de duyulmuş bir olayı bu kadar kısa sürede kabullenmenin ve hazmetmenin bedelini bakalım nasıl ödeyeceğiz?
Meydanlarda kırbaç sesleri de duyacak mıyız acaba bundan sonra ya da hazır 2014 yılında Ortaçağ’ı yaşarken, Başbakan’ı protesto edenlerin elleri bağlanıp yüzlerine utanç maskesi mi takılacak?
Ne olacak?
Yabancıları gülümseten bir komedi bu yaşananlar belki ama bu ülkenin insanları için ciddi bir sorun.
Yarın ne olacağını, neler yaşanacağını, ne tür felaketlerle karşılaşacağımızı artık kimse kestiremiyor.
“Cenaze evinde” adam döven bir başbakanı olan ülkenin vatandaşlarıyız ve kendimize yeni bir yönetim kurabileceğimize dair bir umut da gözükmüyor ufukta.
Başbakana “muhalif” olanlar da başbakan kadar korkutuyor insanı.
İşte başbakanın en keskin “muhaliflerinden” Yılmaz Özdil.
Soma’da hayatını kaybedenlerle ilgili kendi çocuklarına bile açıklamakta zorlanacağı şeyler söylediği iddia edildi Özdil’in.
Her ne kadar kendisi o sözleri söylemediğinde ısrar etse de Roboski katliamından sonra kaleme aldığı yazının lekesi hala tam alnının ortasında duruyor.
“Yok canım dememiştir” diye savunulacak biri değil kısacası. Hayatı benzer vicdansızlıklarla dolu bir köşe yazarından bahsediyoruz.
Yıllar boyunca, vatan, millet, bayrak diyerek askeri vesayeti koruma görevini günlük “telgraflarla” yerine getirmeye çalışan Özdil, Başbakan’a, itibarının yeniden yerle bir olduğu bu krizde arayıp da bulamayacağı bir fırsat sundu.
Eminim Başbakan hiç yorulmadan bir taşla birkaç kuş vuracaktır şimdi.
Çünkü Özdil bu “açıksözlülüğü”yle, Başbakan’ın her türlü rezaletine göz yuman AKP tabanının, Erdoğan’ın, varlığını sürdürebilmek adına her gün bin bir zahmet ve özenle beslemeye muhtaç olduğu korkularını bir anda “güncelledi”.
Onlara, Erdoğan giderse başlarına neler gelebileceğini hatırlattı ve ne yaparsa yapsın Erdoğan’a daha sıkı sarılmalarını sağladı.
İki uçtaki iki adam bunlar.
Biri yüzlerce insanın öldüğü bir kasabada adam dövüyor, öbürü o insanların “verdikleri oylardan” dolayı ölümü hak ettiklerini söylüyor.
Bu iki insan birbirine layık olabilir de, bu ülke böyle insanlara layık mı?
Başbakan iktidarı bıraksa da ülkeyi Özdil gibileri yönetse ne olacak, ne değişecek?
Belli ki onlar da dövecek.
Tabii buradaki soru şu; “üçüncü bir yol, üçüncü bir seçenek yok mu bu ülkede?”
AKP çalıyor çırpıyor, dövüyor, öldürüyor da, AKP karşıtları Yılmaz Özdil gibi insanların zihniyetine esir olmaktan kurtulup ülkeye özgürlük ve barış ümidi verebiliyor mu?
Bir gün öyle bir ümit verseler bile ertesi gün o ümidi misliyle geri alıyorlar.
Biz de bunların arasında sıkışıp kalıyoruz.
İnsanı huzursuz, mutsuz eden, insafsız ve sıkıcı bir ülke burası.
Bir günahımız varmış ki Tanrı’nın hışmını çekip burada yaratıldık.
Bize bu kadar kızmamış olsa, Kutuplar’da bir Eskimo, Okyanusya’da bir balıkçı, Afrika’da bir kabile üyesi de olabilirdik.
Ama onun yerine ne olduk?
Erdoğan’la Özdil’in vatandaşı…
Bu kadar ceza da artık fazla bize.
Papua Yeni Gine’nin nesi vardı da bizi buralarda yarattın be Allah’ım? Bizi neden böyle cezalandırdın?