Kerem Altan

11 Mart 2014

Hem paranı, hem canını

Eskiden Pazar akşamları şöyle esaslı bir film olsa da izlesek, haftanın yorgunluğunu şöyle huzurla ve keyifle üstümüzden atsak diye heveslendirdik.

Eskiden Pazar akşamları şöyle esaslı bir film olsa da izlesek, haftanın yorgunluğunu şöyle huzurla ve keyifle üstümüzden atsak diye heveslendirdik.

Fakat devir değişti. Artık Pazar akşamları büyük bir heyecanla, gözümüzü, kulağımızı dört açarak her biri bir diğerinden sarsıcı ses kayıtlarını bekliyoruz.

Önceki akşam ise adeta tören yaptı ses kayıtları.

Başbakan’la oğlunun Milli İstihbarat Teşkilatı destekli gazetecilik maceralarından tutun da Sayıştay raporlarının akıbetiyle ilgili ortaya çıkan skandala kadar aslında herhangibir tanesinin bile bir hükümeti devirmesine yetecek kayıtları dinledik durduk.

Aralarında en eğlenceli olanı ise rüşvet trafiğinde meydana gelen aksaklık dolayısıyla dolandırıldığından şüphelenen bir “hayırseverin” başına gelenlerdi. Yolladığı rüşvetin 10 milyon Euro’luk kısmının eksik olduğunu duymasıyla yaşadığı paniğe gülmekten, “Eksik kısmı 10 milyon Euro’ysa bunun tamamı ne kadar acaba?” sorusunu bir kenara bıraktık.

Başbakan ve oğlunun gazetecilik hevesi ise bilinen bir gerçekti. Önceki gün internete düşen ses kayıtları malumun bilmem kaçıncı ilamı oldu. Fakat işin içinde MİT’in de bulunması gazetecilerin ve köşe yazarlarının teşkilatla iç içe çalıştığını kanıtlaması açısından önemliydi.

Artık hangi gazetenin hangi haberi neden ve nasıl yazdığı ile hangi köşe yazarının insanı şaşırtan yazılarını nasıl ve kimlerin desteğiyle yazdığı daha anlaşılır hale gelmiştir umarım.

Başbakan ve oğlu arasındaki ses kayıtları yine heyecanlandırdı, hayretler içinde bıraktı ama Sayıştay raporlarıyla ilgili ses kayıtları kadar dehşete düşüremedi.

En azından beni.

Söz konusu kayıt AKP Grup Başkanvekili Nurettin Canikli ve Başbakan’ın Özel Kalem Müdürü Hasan Doğan arasında geçiyor.

Topladığı vergilerin nerelere harcandığının hesabını vermek istemeyen ve bu nedenle yıllardır Meclis’teki görüşmelerde, bütçeyi yasalara uygun davranmayarak öyle ya da böyle kabul ettiren hükümetin foyasını meydana çıkardı bu ses kaydı.

Milyar dolarlarla telaffuz edilen Cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluk skandalının etkisindeki bir ülkede Sayıştay raporlarının milletin iradesinden neden saklanmaya çalışıldığını bir defa daha anlamamıza yardımcı oldu.

Konuşmalarda, kendi elleriyle Sayıştay’a yerleştirdiklerini itiraf ettikleri adamların bile başlarına büyük dertler açacak raporlar hazırladıklarından ve bu raporların o haliyle Meclis’e gelmesi durumunda “duman olacaklarından” yakınıyor ikili.

Tabii burası artık eskisinden de zorba bir devlet haline geldiği için Canikli ve Doğan aslında boşuna kaygılanıyor.

Hepimiz, şu meşhur kavga başlamadan hemen önce bin bir türlü itiraza rağmen gözümüzün içine baka baka bütçenin Meclis’te nasıl kabul edildiğini hatırlıyoruz.

O günlerde yolsuzluk operasyonları henüz söz konusu olmadığı için neden devletin harcamalarını saklamaya çalıştıklarını az çok tahmin ediyor fakat bir türlü ismini koyamıyorduk.

Artık, hükümete yakın şirketlerin vergi cezalarının kaldırılması da, örtülü ödenekten harcanan paraların hesabının neden verilmediği de, kamu ihaleleri ile ilgili yapılan usulsüzlüklerin sebebi de daha kolay anlaşılıyor.

Her birimiz, her Allah’ın günü aslında şunu yapıyormuşuz: Yatağımızdan kalkıyor, yağmurda çamurda, sıcakta soğukta, gece ya da gündüz, başka tüm dertlerimizi bir kenara bırakarak, türlü zorlukları teker teker aşarak devletin tüm gücünü eline geçiren ve muhafazakar olduğu iddiasında bulunan sıradan bir ailenin fertleri için canımızı dişimize takıpçalışıyor ve hem kendilerini hem de etraflarına topladıkları asalakları mutlu edebilsinler diye didinip duruyormuşuz.

Keşke bu kadarla kalsaydı. Biraz tutumlu davranır, elimizde kalanın bir kısmını kendimize ayırıp geri kalanını onlara verir, kurtulurduk.

Hiç olmazsa tek derdi biraz daha fazla altın olan bu insanların direksiyonun başına geçtiği bir otobüste uçuruma doğru yuvarlanmamızı izlemek zorunda kalmazdık.

Parayı verip canımızı kurtarırdık.

“Hem paranı, hem canını” diyen bir zorbalığın esiri haline gelmezdik.