Kerem Altan

24 Temmuz 2013

'En büyük tuzak, Allah'ın tuzağıdır'

Gazetecisinden medya patronuna, milletvekilinden belediye başkanına, polisinden valisine, sağcısından solcusuna, şarkıcısından oyuncusuna kadar ülkede herkesin gerçek yüzü ortaya çıktı

Böyle uzun aralardan sonra hiçbir şey olmamış gibi devam etmek en iyisi.

Zaten konunun özünde de öyle aman aman bir değişiklik yok.

Taraf Gazetesi’nden ayrıldığım zamanlarda da Başbakan Erdoğan’ın bu haliyle bir demokrasi kahramanı mı yoksa bir diktatör mü olduğu, insanların hayat tarzlarına müdahale etmesinin bu ülkeyi çıkmaza sokup sokmayacağı, başbakanın kendine özgü demokrasi anlayışıyla üstelik Uludere katliamının sorumluları hala bulunmamışken Kürtlerle kalıcı bir barış sağlayıp sağlayamayacağı ya da yine başbakanın başrolünde olduğu basın özgürlüğü gibi konular, kısacası başbakan tartışılıyordu, şimdi de tartışmalar aşağı yukarı bu konular üzerine devam ediyor.

Tabii arada “Gezi Parkı Olayları” yaşandı.

Çok da hayırlı oldu. Çünkü mesele gerçekten de “sadece Gezi değildi.”

En başta Başbakanınki olmak üzere, gazetecisinden medya patronuna, milletvekilinden belediye başkanına, polisinden valisine, sağcısından solcusuna, şarkıcısından oyuncusuna kadar ülkede herkesin gerçek yüzü ortaya çıktı.

Kimin gerçekten demokrasi istediği, kimin demokrasiyi bir araç olarak gördüğü bir daha unutulmamak üzere iyice anlaşıldı.

Muhafazakar demokratların büyük çoğunluğunun aslında sadece kendi iktidarlarını sürdürmenin ve o iktidarın tadını çıkarmanın peşinde olduğu görüldü.

Yeni Ertuğrul Özköklerimiz, yeni Fatih Altaylılarımız, yeni Aydın Doğanlarımız, yeni Mustafa Balbaylarımız, yeni Hasan Karakayalarımız oldu.

Askeri vesayet döneminde yaşananların bitmediği, vesayetin sadece el değiştirdiği gaz bombalarıyla herkesin kafasına çakıldı.

Erdoğan’ın başkanlık hayalleri gerçekleşirse bu ülkeyi nasıl bir karmaşanın beklediği, neler yaşanabileceği aşağı yukarı netleşmiş oldu. 

Askerler de böyleydi. Yaptıklarının, söylediklerinin hesabını hiçbir zaman vermeyeceklerini, saltanatlarının 1000 yıl süreceğini sanıyorlardı.

Ama yanıldılar. Onlarla birlikte bu ülkeyi yaşanmaz hale getirenler de yanıldı. Ve şimdi de hep beraber yaptıklarının bedelini ödüyorlar.

Bugün de başbakan, tıpkı o askerler gibi yaptıklarının, söylediklerinin, tehditlerinin hesabını vermeyeceğinden çok emin.

O yüzden çıkıp 5 kişinin hayatını kaybettiği, yüzlerce insanın yaralandığı olaylar için “Polise emri ben verdim” (kendisinden aynı açık sözlülüğü Uludere için de bekliyoruz) diye övünüp,

 “Polisimiz destan yazdı” diye bağırabiliyor rahatlıkla.

İnsanları birbirlerine düşürmek için her türlü provokasyonu yapabiliyor çekinmeden.

Ama  başbakan da yanılıyor. O da hesap verecek, o da yaptıklarının bedelini ödeyecek. İnsanlara hapis cezası yağdırtsa da, öldürtse de, sustursa da, işsiz bıraksa da ödeyecek.

Çünkü onun da saltanatı 1000 yıl sürmeyecek. 

Başbakanın bir ayetten esinlenerek sık sık tekrarladığı bir söz var bugünlerde, “En büyük tuzak Allah’ın tuzağıdır”.

Ne diyeyim... Tam makam aracının arka camına yazılacak söz işte.