Bu zatlar ile hâlâ görüşemedim. Ülkenin yegâne çıkış noktasında bu iki zat oturuyor (veya 8 - 9 bin ton altın bulmak lazım!). Kendileri ile yüz yüze konuşamaz isem gördüğümü, duyduğumu yazacağım. O zaman bazı subjektif varsayımlar söz konusu olacak. Halbuki tam objektif yazmak istiyorum.
Serbest pazar ya da kapitalizm sisteminin babası Adam Smith'ten bahsetmiştim. Bu zat aslında yaşadığı çağda ekonomi üzerine değil "ahlak ve felsefe" üzerine yazdığı eserler ve fikirleri ile daha çok tanındı.
"The Theory of Moral Sentiments/Ahlaki duygular Teorisi" adlı kitabında çok kabaca "Serbest pazar ekonomisi uygulayacak toplumlar 'iyi ahlaklı' olmalıdır" demeye getiriyor.
Birleşik Krallık'ta (İngiltere'de) Adam Smith Enstitüsü dünyanın önde gelen düşünce kuruluşlarından biri. Bağımsız, kâr amacı gütmeden, araştırma ve medya yorumları ile eğitim programları ile serbest piyasayı (kapitalizmi) destekliyorlar.
Temel fikirlerini "Daha zengin, daha özgür ve daha mutlu bir dünya yaratmak için serbest piyasaları kullanmak." olarak özetliyorlar.
En başta "düşünme ve açıklama hürriyeti ve bunu koruyacak adaletten" bahsediliyor.
Bunun yolları ise şöyle:
- Ekonomiyi büyüten düşük, basit, sabit vergiler
- Çocukların eğitiminde tam özgürlük
- Özel sektör yönetimli, kamu finansmanlı sağlık sistemi
- Ticaret özgürlüğü ve göçmenlere liberal bir göç sistemi
- Herkesin ev sahibi olabilmesinin sağlandığı planlama
- Temel, makul gelire dayalı, basit bir refah sistemi
- Özel bankaların her türlü kurtarılmasına son verilmesi
Bu temel fikirlerin oluştuğu tarih ve yer incelendiği vakit, Adam Smith'in 1700'lerde yaşadığı dünyanın ve özellikle Birleşik Krallık'ın yeni fikirlere açık değil, hatta aç olduğu görülür.
Bir başka İskoç, mühendis James Watt, buhar makinesini kullanılır hâle getirmiş, Katolik Papa'nın otoritesini reddeden İngiltere Kilisesi kurulmuş, insanlar üzerinde her çeşit baskı kuran Katolik anlayış karşısına çok daha kuvvetli, çok daha az bağnaz, dogmalardan kurtulmuş bir Din Reform'u ile Protestan Din anlayışı gelişmiş ve yerleşmiş ve bir anlamda hâlâ devam etmekte olan Rönesans yani "yeniden doğuş" gerçekleşmişti. Yani Adam Smith'in öyle ya da böyle doğması, düşünmesi ve yazması vakti gelmişti.
Ben bunları yazarken, TV'de bir haber gösteriyorlar:
İsviçre'de çeşitli tarım ürünleri üreten bir kuruluş, bir çiftlik, arazinin bir köşesine basit bir ambar yapmış, içinde çeşitli ürünlerini perakende paketlerde yerleştirmiş, üzerine fiyatlarını yazmışlar; (bunlar daha ucuz çünkü doğrudan üreticiden geliyor). Ancak tuhaf bir şekilde içeride tezgâhtar, kasa veya kasiyer yok. Ortada bir kutu ve içinde paralar, yanında da bir ATM ödeme makinesi var. Yani istiyorsan alıyorsun, gidip parayı kutuya koyuyorsun.
Bunun tuhaf bulan genç insanlarımıza bir hatırlatma; benim çocukluğumda taksimde bir simitçi, camiye ya da tuvalete giderken tezgahını oracığa bırakır gider, insanlar simidi alır, parayı tezgâha koyar giderdi. O yıllarda Bodrum'da ev kapılarında mandal vardı. İnsanlar kilit bilmezlerdi.
Yani biz İsviçre'den bir asır evvel daha "ahlaklı" idik.
Peki, serbest pazar ile İsviçre ilintisi nedir? İsviçre kişi başına milli geliri 98.767 dolar. Asgari ücret diye bir anlayış yok; çünkü özel sektör ya da devletin bir İsviçreliye sıkıntı çektirecek bir "maaş" vermeye "ahlakı" izin vermez. İsviçre'de verilen en düşük maaş 4000 Euro dolaylarında. Yani 120.000 TL. Emekliler 2000 Euro civarı maaş alırlar. Sende durum ne? Kişi başına milli gelir zar zor 10.000 dolar, asgari ücret 11.400 TL. Emekli maaşı 7500 TL.
(Bu arada mazot İsviçre'de 2 Euro (60 TL) sende bugün 41 TL. Sık dişini 2024 mayısında herhalde 100 TL (Euro 50 TL olur deniyor). Bir "eski Türkiye" hatırlatması. 1970'lerde mazot 70 kuruştu. O tarihte petrol 10 doların altında idi; bugün 80 dolar. Yani 10 misli artmış. Oysa Türkiye'de mazot yaklaşık 50 misli artmış. Bu fiyat artışı değil; TL'nin değer kaybetmesi, yani hükümetin beceriksizliğidir.)
Bizim dar gelirli bir insanımız ile bir İsviçreliyi karşılaştırmak ne kadar hakkaniyetli olur?
Bizde bir çiftlik aynı şeyi uygulasa ne olur? Bizde hiçbir zaman olmaz ama; olan var. Arjantin'i hatırlayın. Teşbihte hata olmaz.
Arjantin'de ekonomik çöküşü tetikleyen karar 1 Aralık 2001'de "Corralito" denilen; Fernando de la Rúa hükümeti tarafından getirilen, sabit vadeli nakit, çek ve tasarruf hesaplarının kullanımına ilişkin kısıtlamaydı. Hükümet, devlet tahvillerinin satışını ve yurt dışına döviz çıkışını engellemeyi hedefliyordu. Çünkü Arjantin bir borç krizine girmişti.
Ülkede yağmalar başladı, yani pek ahlak aranmıyordu ve sonunda hükümet kaçtı, Arjantin yeniden kuruldu.
Üstelik dünya halkı değil hükümeti "ahlaksızlık" ile suçladı.
Peki sevgili okur, bizim "ahlakımıza" ne oldu?
Avrupa'nın en fazla mahkûm bulunan ülkesi Rusya'nın (478 bin 714 mahkûm), arkasından ikinci olduk (272 bin 115 mahkûm, tutuklular hariç). Bu arada Rusya'daki yönetim malum. Üstelik Rusya 150 milyon nüfus ile yarım milyona yakın mahkûm barındırıyor. Nüfus başına mahkûm açısından bakarsak, aslan gibi bir dünya şampiyonuyuz.
Allah'tan bazı başka dallarda dahi dünya şampiyonluklarımız var da teselli bulmaya gayret ediyoruz.
Bu yazı devam ediyor; nedenler irdeleniyordu. Ancak yollamadan önce bir daha okuyunca, Sevgili Doğan Akın'a (T24 Genel Yayın Yönetmeni) problem olabileceğini fark edip sildim!..
Haftaya bakanlarımız ile devam edeceğim.