İrfan Yalın

15 Eylül 2019

Faşizmin sanat düşmanlığı

Sanat ve sanatçıyı kısıtlamaya çalışan, kendi dogmalarını sanat adına dayatan yönetimler her çağda üstlerine çekilen sifonun suyu ile birlikte kayboldu

Bakmayın siz sanatın içine tükürenlere, ucube bulanlara ve sanatçılara nankör, pejmürde diyenlere.  Sanata ve sanatçıya karşı bu türden hakaretler, hatta fiziksel saldırıya varan tacizler tarihin her safhasında görülen ve yaşanılan şeyler oldu. Üstelik bunu uygulayanlar genellikle, kendinden önce yaşatılanların şiddetini aşmaya, sanki adını tarihin utanç sayfalarına, paslı tenekeler üstüne yazmaya çalıştılar.

Tektipleştirici faşist rejimler, farklılıkların yeşerdiği, başkasına benzemeyenlerin de can suyu aldığı ve sıra dışının hayal edildiği sanat ortamlarını da sanatçılarını da sevmezler. Onlar, özgün düşüncelerin özgürce dile getirildiği yazılı eserlere, güzel günlere olan inancın sese dönüştüğü notalara, hayallerin çizildiği tuvallere ve estetiğin heykellere kazındığı eserlere düşman gözüyle bakarlar. Çünkü sanat farklılık, umut, estetik, yol gösterici kalıcılık, yaratıcılığın kazandıracağı yeni bakış açılarını gösterirken baskıcı yönetimler, şiddet ve sıradanlık kelimelerinin ayak izlerini takip eder.

Sanatçı için yaratıcı gücünü kendi içinde hissetmekle, emeğini, aklını ve beğenisini ortaya koyacağı eserleriyle özdeşleştirmekle başlıyor tasarımladığı eserle arasında ilişki. Anlamıyorum diye bir sanat eserini yargılamak kimsenin haddi olmamalı!  Birey, sanatsal faaliyetlerden de, bilimsel gelişmelerden de, kapasitesi oranında pay çıkartabilir. Önemli olan kişinin kendini geliştirmesi, ortaya konan çorbadan daha fazla içebilmek için kaşığını büyütebilmesidir, diye düşünüyorum. Sanatla sanatçı arasına girmek ne kadar saçmaysa, tarz empoze etmek de en basit terimiyle densizliktir. Yani, demek istiyorum ki, bir eseri zorla sevdirmek ya da beğeniyi engellemek çağdaş bir aklın kabul edebileceği bir şey değildir. Bence, siz siz olun, şu ya da bu tarz sanat eserini zorla sevdirmeye çalışanları da, yasaklamak isteyenleri de hem hayatınızda, hem de seçim sandıklarında çöp tenekesine atın! Hem de geri dönüşümsüz olanına!

Baskıcı rejimler ve –adı ne olursa olsun- faşizme açık ya da açıktan yelken açmaya çalışan tüm yönetim sistemleri kimin neyi ne ölçüde beğeneceğine karar vermeye çalışırlar, topluma sunulan seçenekleri her mecrada kısıtlarlar. Kamusal alanda sergilenecek eserlerden tutun da topluma söyleyecek sözü olan sanatçılara kadar her şeyin önünü dikenli tellerle sarmaktan, yollarını kapatmaktan çok hoşlanırlar. Onlar için beğenmedikleri sanat tarzı tükürülebilecek bir şeydir. Kendi değerlerini yansıtmayan eserler rezildir, yapanı da yaptıranı da beğeneni de kepazedir. İster siz Dünyanın her yerinde tanınan bir tarzın temsilcisi olun, ya da milyonlarca insanın beğenisini üstünüzde taşıyın; fark etmez! Ayırt etmeye, eleştirel bakmaya ve anlamaya çalışmaya yetmeyen bilgilerini açığa çıkartmaktan, olmayan kültürlerini göstermekten kaçınmazlar.

Kenan Evren'in Picasso "sevdası"(!)  

Hatırlasanıza kör-topal yürüyen ülkemiz demokrasisini (!) fersah fersah geriye götüren 12 Eylül baskıcı-faşist rejiminin baş aktörü Evren'in kübizm akımının kurucularından İspanyol ressam Pablo Picasso için söylediği saçmalıkları. Düzgün bir yolla seçilmese de uygar bir şekilde yetkileri devir almasa da, sonuçta bir ülkeyi temsil eden ve yöneten birinin bu şekilde düşünmesi, sanat otoritelerinin gözünde böylesine küçük düşmesi normal miydi? Dedim ya, onun gibiler bu noktadan bakamazlar. Onlar neyin sanat, neyin rezillik olduğuna da karar verirler. Hatta halkı her şekilde kendi saçmalıklarına cahil cühela yöntemleriyle yönlendirmek isterler.


Kenan Evren'in "ben de yaparım" diyerek küçük gördüğü kübizm akımının kurucularından İspanyol ressam Pablo Picasso'nun "Cezayirli Kadınlar" tablosu, 179 milyon dolara satıldı

Bakın tam yeri gelmişken sizlere Hitler faşizminin sanat anlayışından bir kesit sunacağım. 30 Ocak 1933 tarihinde yapılan seçimlerde yüzde 44 oyla tek başına hükümet kurabilme imkânı elde eden Hitler'in liderliğindeki Milliyetçi Sosyalist Alman İşçi Partisi, ilk iş olarak Alman kültürünü "ari" yani "saf" olmayan unsurlardan arındırma projesini hayata geçirmiş. Propaganda bakanı Joseph Goebbels başkanlığında kurulan "Reich Kültür Odası" Alman vatandaşları da dahil olmak üzere, kendi anlayışlarına tüm edebî, sanatsal ve felsefî eserleri kodlamaya başlamış. Başta modern sanatçılar olmak üzere, tüm entelektüel zümre, yazarlar, müzisyenler, eleştirmenler, yayıncılar, tarihçiler, müze küratörleri, tiyatro yönetmenleri, aktörler ve akademisyenler iktidarın sistematik saldırısına uğramış, yaptıkları soruşturulmaya, eserleri mercek altında incelenmeye alınmış.

Yeteneksiz ressam Hitler, Akademi'ye kabul edilmedi  

Aslında Hitlerin özellikle modern sanata olan düşmanlığın arkasında gençliğinde yaşadığı başarısızlıklar ve ruhsal çöküntüler olmalı. Örneğin, 1907 yılında, ressam olabilmek amacıyla başvurduğu Viyana Güzel Sanatlar Akademisinin kapılarının resim yeteneğinin yeterli bulunmadığı için yüzüne kapanmasının, içinde sanata karşı yeşeren kini her daim canlı tuttuğu düşünülüyor.  

Faşistlerin kültür (!) odasının sanat eserlerini inceleme süreci tam 4 yıl sürmüş. Bu süre içinde, her sanat dalı için hangi türlerinin Nazi ideolojisine uygun olup olmadığı saptanmış; izleri gotik döneme kadar uzanan tarzlar belirlenmiş. Yani inanması güç ama bu süreç içinde, hangi tarz eserlerin Alman sanatını temsil edebileceği bu kurul tarafından belirlenmiş. Ve liste dışı kalan tüm sanatsal faaliyetler için zaten kötü olan şartların üstüne bir anda gece yarısının karanlık kasveti çökmüş. Ülkeyi saran "korku" ortamında "dejenere sanat" ve "ari Alman ırkı" sözcükleri sık sık duyulur olmuş.


Nazi ideolojisine uygun olmayan eserler ve sanatçılar aşağılandı

Naziler, caz ve swing'i ahlaka uygun görmedi

Ve 1936 yılında, herkesin korku dolu, yılgın ve şaşkın bakışları altında, modern sanat tümüyle yasaklanmış. Bizim Mustafa Kamil Zorti gibi yeteneksiz ressam (!) olan Hitler ‘dejenere' ilan ettiği sanatçılara ait 20,000 civarındaki modernist çizgiler taşıyan eseri müzelerden çıkarmış ve bir kısmını Temmuz 1937'de Münih'te açılan Entartete Kunst (Dejenere Sanat) adlı sergide halka açmış. 120 sanatçının 740 eserinin bulunduğu bu serginin broşüründe yer alan "kaygı veren tuval, ruhun çürümesi, ruh hastası beceriksizler" gibi betimlemeler neticesinde, "dejenere sanat" sergisini o günün özel şartlarından ve korkudan olsa gerek, tam 2 milyon kişi tarafından ziyaret etmiş.  

Müzedeki açış konuşmasında, ağzından salyalar akıtarak modern sanatçıları suçlayan Hitler Alman sanatının "büyük ve öldürücü bir hastalıktan muzdarip olduğunu" söylemiş. Propagandadan sorumlu Joseph Goebbels de radyo yayınında Almanya'nın dejenere sanatçılarını "çöplük" olarak adlandırdığı gibi sergiyi sık sık ziyaret edip çevresini saran kalabalığa bu yönde konuşmalar yapmış. Dejenere sanat sergisiyle eşzamanlı ve karşılıklı açılan Büyük Alman Sanat Sergisi daha az ziyaretçiyi ağırlamış olsa da, nasyonal sosyalistler, gençliğin modern sanattan korunması gerektiğini orada da sık sık tekrar etmişler.


Nazi ideolojisine uygun olmayan eserler ve sanatçılar aşağılandı

Dejenere sergisinin ‘büyük başarısından' (!) sonra, ‘yozlaşmış' sanatın meyveleri olan eserler hemen yok edilmemiş. Zira Naziler bu eserlerin çok para getireceğini anlamışlar. Bu yüzden birçok eser, galericiler aracılığıyla, satılmak üzere yurtdışına çıkartılmış. 4 bin 500 eser, geliri Nazi ordusu yararına satışa çıkarılmış. Hatta bu amaçla Berlin yakınlarında bir dükkân bile açılmış. Fakat istenen satış yapılamamış. Düşünsenize, o dönemde siz orada yaşasaydınız, faşist bir rejimin bütün gücüyle ülke üstünde yarattığı kasvet bulutları altında, "çöplük" olarak nitelenen bir sanat eserine sahip olup, çirkefin dikenlerini üstünüze çekmek ister miydiniz?

Nazilerin dejenere bulduğu eserler imha ediliyor

20 Mart 1939'da 1004 adet resim ve heykel, 3825 adet suluboya, baskı ve çizim Berlin İtfaiyesi'nin bahçesinde ateşe verilmiş. Nazilerin buradaki amacı dış dünyanın dikkatini bu noktaya çekerek, eserleri bir şekilde satmanın yolunu bulmaktı, olarak değerlendiriliyor. Sonuçta yakma eylemi beklenen etkiyi yaratmış; İsviçre'nin Basel Müzesi 50 bin frankla gelip satın almalara girişmiş. Hatta dış dünyadan ferdi bazda da satın alma girişimleri olmuş.

Hitlerin gazabına uğrayan Van Gogh'un eserleri de aşağılanarak satıldı

Savaşın bitmesiyle birlikte müttefik güçler Almanya'nın genelinde, farklı dönemlere ait ve paha biçilemez eserlerin toplanıp saklandığı gizli depolar buldu. Orta Frankonya'daki kilisede gizlenen eserler açığa çıktığında, sanata olan saygı neticesinde, hayati risk alma pahasına hareket eden ve dejenere ilan edilen eserleri saklayan din adamları bile ortaya çıktı. Deniz aşırı ülkelere kaçırılanlar, gizlice korumaya çalışanların elinde kalanlar, koleksiyoncuların eline geçenlerin varlığı hala gizemini koruyor. Bu yaşananlar insanlık tarihi için öylesine karanlık bir dönem ki, yaşanalar, yapılanlar, söylenenler, satılanlar, kaybolanlar, imha olanlar bugün bile tartışılmaya, araştırılmaya devam ediyor. Bu eserlerin izinden giden araştırmacıların gün yüzüne çıkarttıkları da oluyor, tesadüf olarak görülen ya da müzayedelerde satılırken fark edilenler de…

İnsanlık tarihi geçirdiği her karanlık dönemin ardından ışığa açtığı pencereleri sayesinde doğan güneşin ve yaşama dinamiğinin ürünü olan sanatı her ortamda tasarlar. Müzelerin, özel koleksiyonların ve kültüre açılan bütün kapıların öz suyu sanattır. Yarınlara bizi hazırlayacak olan da sanata olan sevgi ve bilimsel bilgidir, diye düşünüyorum.  Diktatörlerin güçleri, yapabilecekleri ve iktidarda kaldıkları süre ne olursa olsun, gidecekleri yer tarihin çöplüğüdür. Geride kalan her şey yaşayanlara hüzün, gelecek nesillere ibret-i alem olacak örnek, sosyal bilimlere kaynak, koleksiyonerlere de peşinden koşulacak alanlar yaratır.

Güzellikleri biriktirmenizi dilerim!..