Heja Bozyel

30 Haziran 2019

Bugün sana Cihannüma Tesisleri'nden baktım ey İstanbul

Biliyoruz, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun uğraşması gereken 8 milyon dert var listesinde

Cihangir Roma Parkı’nı bilir misiniz? Cihangir’i Karaköy’e bağlayan ve tarihi yarımadaya, İstanbul’a aşık olmaya yol açan bir park(tı) Roma ya da daha çok bilinen adıyla Sanatkarlar Parkı.  

Her sene aynı tepeden görülen manzaranın fotoğrafları birleştirilse İstanbul’un yok oluşu ya da betondan ibaret bir çirkinliğe dönüşüşü izlenebilir rahatça.  


Her şeye hatta bize, insanlara rağmen muazzam bir güzelliğe sahip olarak dayanmayı başaran İstanbul’un çok da parklarla, yeşillikle kaplı olmadığı söylemeye bile gerek olmayan bir gerçek. Daha yaya yolları bile olmayan bir “metropolden” park beklemek çok mu fazla? Olabilir ama Roma Parkı bu küçük nefes alma alanlarından biriydi.  

Üstelik sadece sıradan bir yeşil alan da değildi. Tarihe bakan tarihle dolu bir SİT alanı idi. Sırtını tarihi kalıntılara yaslayarak dinlenebilir, İstanbul’un büyüklüğü karşısında küçüklüğümüzü kabul edebilir ve kendimize gelebilirdik.

Oysa şimdi Roma Parkı’nda koskoca bir “tesis” var. Büyükşehir Belediyesi’nin “Cihangir Cihannüma” isimli dinlenme tesisi. Herkese açık bir tesis… Evcil hayvanlar hariç. Cihangirliler hariç… Parkın yarısından fazlasının kullanımını engelleyen, manzarayı kapatan, tarihin üstünde oturan bir yapı.

Kaçak yapı denebilir aslında bu tesis için. Çünkü İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 5. Dava Dairesi 15 Şubat’ta yürütmeyi durdurma kararı vermiş.

Halkın temel ihtiyaçlarını engellediği, tarihi eserlere ve kamu malına zarar verdiği için hakkında dava açılabilir bu tesisin işletme belgesini verenler hakkında.


Ancak semt sakinlerinin bütün itirazlarına rağmen yapılan tesis işlemeye devam ediyor. Özel otopark haline getirilen sokaktaki çay ocağı kapanmış, tesise özel otopark yapılmış.

 Biliyoruz, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun uğraşması gereken 8 milyon dert var listesinde. Elini atacağı çoğu işte engelleneceğini de biliyoruz. Ama en azından hukuka uygunsuz “Belediye işletmeleri”ni halkın daha çok faydalanabileceği alanlar haline getirerek başlayabilir işe. Mesela arkeoloji ve tarih kütüphanesi, çocuklar, gençler ve yaşlılar için atölyelerin düzenleneceği bir merkez… O demir telleri de kaldırıp parkı kullanıma açar. Parkın tesisten görülemeyecek noktasındaki rezalet bakımsızlığı giderir. Parkta 1 tane bile çöp kutusu yok! “Beyazgezi” başlıklı manasız tabelalar yerine parkın temiz tutulması için çöp kovaları koydurur… Bu bile yeter!


İnanmazsınız ama parkta kalan minicik çocuk oyun alanında yaşayan evsizler var! Daha da ileri gidip belki o evsiz adamı bekçi yapar…  


İşte o zaman belki Cihangirliler de parklarını ve merdivenlerini daha çok korur. Çekirdek kabukları ve kırık camlardan yürünemeyen merdivenlere bir düzenleme getirilir…

Cihangir sakinlerine yaraşır bir park alanına kavuşur mahalleli.

Ve belki de bu koca İstanbul için sadece bir başlangıç olur… Belki İstanbul da her şey gibi daha da güzelleşir o tepeden bakınca içimizdeki şair uyanır.

İzmir'in faytonları mı atları mı kurtulacak? 

İzmir İstanbul kadar güzel mi tartışmasına hiç girmeyeceğim! Ama sizi başka bir tartışmanın içine çekmek isterim: İzmir’in faytonlarının kaldırılması ne kadar doğru?

Atlarla Terapi Uzmanı Sevgi Saybaşılı’nın faytonlarla ilgili görüşlerini okudum geçenlerde. Tam da “peki o atlar ne olacak” diye araştırdığım bir zamandı. Şöyle diyordu Sevgi Saybaşılı: “Burası İzmir, Büyükada değil, burada atlar aileden, sağlam, sağlıklı. Farkında bile olmadığınız ekonomik çıkarlar uğruna başlatılan kampanyaların gazına gelmeyin ne olur! Siz atları ilk defa faytonda gördünüz tanıdınız, sevdiniz. Çocuğunuzun sünnetini faytonlarla kutladınız. Aslını astarını araştırmadan İzmir’in sembolü faytonlarını ve onlardan ekmek yiyen zavallı aileleri harcamayın. Bu insanlar faytonculuk yapamazlarsa atlarını da besleyemezler. Esas o zaman atlar işkence görecek, hatta ölecek.

Unutmayın, bu ülkede atlar yaşayabilmek için işe yaramak zorundadır. Binilemeyen, faytona koşulmayan, yarışmayan atın yeri yok! Özgürce gezip beslenecekleri alanlar yok. Siz de etrafınızda farkındalık oluşmasına katkıda bulunun, atları kurtaralım!”

Bunun üstüne daha çok merak ettim neler olduğunu. Eh, faytonlardaki atların durumuna kayıtsız kalamayan, kaldırılmaları için imza atanlardan biriyim. Bazen sosyal sorumluluk bilinci yada hayvanseverlik derken yanlış kararlar alınabiliyor.

Atlar doğaya geri salınacakmış… Antalya’da yapıldığı gibi geçici olarak hayvanat bahçesinde bakım altına alınıp sonra çiftçilere satılmayacaklar yani.  

Tıpkı kısa süreli sahiplenilip sonra ormana ya da sokağa bırakılan köpekler gibi doğaya salınacaklarmış. Saybaşılı Ege Telgraf gazetesine verdiği röportajda şunları söylemiş:

“Atların zaten özgürce koşup, doğada tamamen serbest kalacağı, aç susuz kalmayacağı, bir ortam yok. Malum şehirde yaşıyoruz. Bu ülkede atların yaşayabilmeleri için bir işe yaramaları gerekiyor. Karşıyaka’daki atlara faytoncular günde altı kilo yem veriyor. Gidip atlara tek tek baktım. Toplam 14 adet fayton var. Hiçbiri bakımsız, sağlıksız değil. Pırıl pırıl, bakımlı atlar. Hatta birçok kulüpte binilen atlar bile bu kadar iyi koşullarda değil. Bu iş İstanbul’da adalarda başladı ve taksi düzeninde çalıştırılan, olumsuz koşullardaki atlar var. Orada itirazlar yükseldi. “Faytona binme atlar ölüyor” dediler. Oradaki faytonlar ile buradakilerin koşulları bir değil. Bu atların zaten koşması lazım. Kaldırmayın. Atlar kötü koşullardaysa, veterinerlik, bakım hizmeti verin, Kordon’daki gibi belediye bünyesine katın. Bu faytonlar atlar için eziyet değildir. Atın fiziksel yapısına aykırı değil. İnsanoğlu atları ehlileştirdiğinden beri zaten onlar araba çekiyor. Atlar yorulmuş, tüm gün ayakta duruyor diyorlar. Siz hiç yerde yatan, oturan at gördünüz mü? Atlar zaten ahırda da hep ayaktadır, ayakta uyur, bu yüzden yorulmaz. Böyle yüzeysel hayvan severlik olamaz. Fanatiklik yapmaya gerek yok. Bu yasaklamanın alında bir gerekçesi de yok. Bu atlar ne olacak? Bu iş ben dolmuşları kaldırdım, tramvayı getirdim demeye benzemez. Karşıyaka’daki faytoncuların atları kendi yetiştirdikleri, evlatları gibi baktıkları atlar. Atlarına el koymak ne demek? Bunlar mal mı? Kimin atını elinden alıyorsunuz?”

28 Haziran tarihli Hürriyet/Kelebek’te sevgili Cengiz Semercioğlu da faytonlardan bahsetmiş. Ama tamamen ters bir bakış açısıyla… 2012’de İzmir’in faytonlarını yazdığım bir yazıyı buldum, “Sadece hayvanlara değil insanlara da eziyet bu” dediğim...  Çünkü kafalarına göre bangır bangır müzik çalıp gürültü kirliliği yaratıyorlardı… Ayrıca hayvanseverler New York’ta da kaldırılsın diyor, Viyana’da da… İzmir’e gittiğinde atların çektiği bir fayton yerine, elektrikli bir faytona binsen hayatında ne değişir...Nasıl bakıldığını öğrenmek için belediye her atın başına bir görevli dikemeyeceğine göre bu eziyete son vermek en doğru karar…” diyor Semercioğlu. Haklı olduğu noktalar var, gürültü kirliliği gibi… Hayvanları sevdiğini biliyorum. Evcil yani hayatta kalması insanlara bağımlı olan bu atların da yaşamlarını doğaya salınarak yani hayat amaçlarını “İYİ ŞARTLAR ALTINDA” gerçekleştirmeden geçirmelerine eminim onun da gönlü razı olmayacaktır. Elbette belediye her at başına bir görevli koyamaz ancak caydırıcı cezaları olan kurallar düzenlemeler getirebilir. İstenirse bir yol bulunabilir çünkü Avrupa’da bu işler bu şekilde oluyor. Atlar belli bir saatten fazla çalıştırılmıyor, güneş altında asfaltta bekletilmiyor, iyi besinle doğru bakımla yaşıyorlar.

Her konunun böyle iki yüzü var işte. Özellikle de içinde para olan her işin.... 

Muhakkak çok heyecanla seçilen İzmir Belediye Başkanı Tunç Soyer de bu konuda en doğru kararı verecek, en iyi düzenlemeyi yapacaktır.

Mutlu haberler 

* Ülkenin bir avuç mutluluğa nasıl da ihtiyacı varmış! “41 yaşındayım ilk kez oy verdiğim aday kazandı” diyenler mi istersin; mazbata dansı yapanlar mı…

* Seçimin hemen ertesi günü başlayan Gezi Davası’nın ikinci gününde Yiğit Aksakoğlu’nun tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edilmesi de ayrı bir mutluluk ve umut dalgası yarattı içimizde. Şimdi dört gözle Osman Kavala’nın da tahliyesini ve bu davanın düşmesini bekliyoruz. Çünkü “suçlu”lar hakkında hazırlanan iddianamede yer alan iddialar, zaten anayasal haklar kullanılarak gerçekleştirilen ve suç unsuru teşkil etmeyen meseleler. Eğer onlar suçluysa hepimiz Yiğit Aksakoğlu, hepimiz Osman Kavala, hepimiz Çiğdem Mater’iz… Oysa gazeteleri açtığımızda her gün çok daha fazla suç unsuru, suçlu var, elini kolunu sallayarak gezen.