Sudan'ın hapisteki lideri Ömer El - Beşir'in Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne teslim edilip edilmeyeceğine dair, 19 Mart 2020 tarihli T24 yazımızda, "Müslüman Kardeşler" yönetim anlayışını ve ideolojisini topluma zorla kabul ettirmeye çalışan, Darfur'da katliamlar gerçekleştiren, Sudan'ın Afrika kökenli güneyine Arapçayı ve İslamı zorla kabul ettirmeye kalkışan, bu sebeple ülkesinin ikiye bölünmesine yol açan sabık diktatörün, Sudan halkı tarafından, 6 ay süren kahramanca bir direniş ve mücadele sonucunda, koltuğundan indirilmiş olduğunu vurgulamış idik. Ülkede demokratik seçimler düzenlemek amacıyla 3 yıl süreyle görevlendirilen sivil - asker karışımı geçiş dönemi hükümetinin başarılı olmasının, tüm bölge barışı açısından zorunluluk teşkil ettiğine dikkat çekmiş idik. Sudan'ın tamamen çöken ekonomisinin ayağa kalkmasını teminen, Washington tarafından icat edilerek uluslararası etkili bir baskı aracı şeklinde kullanılan "terörizme destek veren ülkeler" listesinden çıkarılmasının aciliyet arzettiğine işaret ederek, ABD'nin Sudan düşmanlığına son verme zamanının çoktan gelip geçtiği üzerinde durmuştuk.
ABD'nin uluslararası finans kuruluşlarını yönlendiren bu meşum listesinde halen 4 ülke kalmıştır: Kuzey Kore, İran, Suriye ve Sudan. 2011 yılında düzenlenen referandum neticesinde, Güney Sudan'ın bağımsızlığını ilan etmesi ve Hartum'un bu acı gelişmeyi kabul ederek sorun çıkarmamasına rağmen, verilen sözler unutulmuş, ABD kongresi Sudan aleyhindeki katı tutumunu bugüne dek ısrarla sürdürmüştür. Özellikle, Diktatör Ömer El - Beşir'in 2019 nisan ayında iktidardan indirilmesi ile, Sudan'ın listede kalmasını gerektiren tüm unsurlar ortadan kalkmış iken ve bu adımın Sudan'ın demokratik bir yönetime ve bölgenin istikrara kavuşmasını desteklemek manasına gelmesine rağmen, Trump yönetiminden geçtiğimiz ağustos ayına kadar bir ses çıkmamıştır.
ABD'nin, hayatında kamu hizmetinde bulunmamış, uyanık bezirgan zihniyetli başkanı Trump, Sudan'ın terör listesinden çıkarılmasını, dış politika ve seçim yatırımı açılarından fırsata dönüştürmeyi tabiatıyla ihmal etmemiştir. Bir zamanlar, Ömer El - Beşir'in onayıyla Sudan'da yaşayan El Kaide'nin kurucusu Usama Bin Ladin'in, 1998 yılında, Kenya ve Tanzanya başkentlerindeki ABD büyükelçiliklerine karşı gerçekleştirdiği bombalı saldırı ile 2000 yılında, Yemen'in Aden limanında demirli ABD muhribine yönelik füze saldırısı neticesinde ölen Amerikalıların ailelerine tazminat olarak, Sudan'ın 335 milyon dolar ödemesi ile yetinmemiş, Hartum'daki geçiş dönemi yönetimini İsrail ile barışa ve ikili ilişki kurarak tanımaya zorlamıştır. Bu şekilde, ABD başkanlık seçimleri yaklaşırken, son bir ay içinde, İsrail'i tanıyan Arap ülkelerinin sayısı üçe çıkmış, Mısır ve Ürdün ile birlikte toplam rakam beşe yükselmiştir.
Hartum'daki geçici yönetimin sivil kanadının, ABD'nin zoruyla, Sudan'ın İsrail'i tanıması kararından memnun kalmadığı bilinmektedir. Nitekim, kararın ardından yönetimi desteklediği bilinen bazı siyasi partiler karara karşı gelmişler, İsrail karşıtı sloganlar savuran protestocu gruplar sokaklara inmişlerdir. Gelişmenin 2020 başlarına kadar uzandığı, geçtiğimiz şubat ayında, geçici yönetimin askeri lideri Abdül Fettah el Burhan'ın, Uganda'da İsrail başbakanı Netanyahu ile bir araya gelerek dosyayı hazırladıkları anlaşılmaktadır. Ağustos sonunda, Hartum'a ziyaret gerçekleştiren ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, sivil başbakan Abdalla Hamdok'a, 335 milyon dolar tazminat ödemesi ve İsrail ile barış yapılması karşılığında, başkan Trump'ın, ABD Kongresi'ni "by - pass" etmek suretiyle, Sudan' ın terör listesinden çıkarılmasını teklif ettiğini duyurmuştur. İyi niyetli sivil başbakanın, tazminatı ödemeye hazır olduklarını, ancak geçici yönetimin İsrail'i tanıma kararı almasının yetki aşımı olacağını, böylesi bir kararın ancak seçilmiş bir yönetim tarafından alınabileceğini vurgulamasına rağmen, askerlerin ağır basması neticesinde, İsrail'i tanıyan Arap ülkeleri kervanına, Hartum da tartışmalı biçimde dahil olmuştur.
Sudan'ın İsrail ile metazori barışmasından 5 ayrı sonuç çıkarılabilecektir:
- Sudan'da, 3 yıllık geçiş döneminde, sivil başbakana rağmen, ipler askerin elindedir. Dönem sonunda düzenlenecek seçimlerin ertesinde askerlerin siyaset sahnesinden çekilerek kışlalarına dönmelerinin garantisi yoktur. Ordu, Afrika Birliği ve uluslararası toplum nezdinde kabul görmek üzere, adeta sivillerden yararlanmaktadır.
- Başkan Trump, Orta Doğu politikasında, İsrail'in gösterdiği istikamette yürümekte, böylece beyaz protestan evanjelik oylar içindeki yüzde 80 civarındaki desteğini arttırmaktadır (korumaktadır). Trump'ın, İsrail'in hizmetinde ve Filistin'in kaybına dayalı bu politikası, Orta Doğu'ya barış ve istikrar getireceği iddiasıyla sunulmasına karşın, Arap ülkeleri arasında rağbet görmekle birlikte, uluslararası toplum genelinde ciddi biçimde eleştirilmektedir.
- Filistinliler artık davalarında yalnız bırakılmıştır; Katar ve Cezayir dışında kalan Arap ülkeleri, Filistin için artık ellerini taşın altına sokmamaktadır. Filistin'in, İsrail'in Arap dünyasıyla barış yapması üzerindeki "veto" yetkisi, Trump politikalarıyla devre dışı kalmıştır. İki devletli çözüm tozlu raflarda unutulmuştur. Orta Doğu'daki sorunların temelinde Filistin meselesinin yattığına ilişkin efsane artık son bulmuştur.
- ABD, Irak'ı işgal etmek suretiyle, Sünni ve Şiilerin ülkedeki konumlarını tersine çevirince, orta vadede, İran'ın bu ülkedeki nüfuzu tavan yapmıştır. Tahran, Washington'a şükran borçludur. İran'daki molla yönetiminin, bölgedeki, şii ağırlıklı müdahaleci dış politikaları Arap dünyasını tedirgin ederek ürkütmüş, Filistin davasından uzaklaştırmış ve İsrail ile yakınlaştırmıştır. Tel Aviv, Tahran'a teşekkür borçludur.
- Türkiye, İran'ın yanlışlarından kaçınmalı, Tahran'ın hatalarından ders çıkarmalı, Arap ülkelerini karşısına alan politikalarını gözden geçirmeli, İsrail'i, Rum - Yunan ikilisinin kucağına iten zihniyeti terk etmelidir.
Yazımızı, 3 Kasım'da düzenlenecek ABD seçimleri ile kapatmak uygun düşecektir. Trump, 4 yıllık görevi süresinde, İsrail dışında neredeyse tüm ülkelerle kavga etmiş, uluslararası kuruluşları hedef tahtasına koymuş, katkı payı ödememiş, bazılarından (Dünya Sağlık Örgütü gibi) ayrılmış, pandemi ile mücadelede başarısız olmuş, Afrika ülkelerini hor görmüş, velhasıl dünyanın huzurunu keyfini kaçırmıştır. Seçimleri demokrat aday Biden'ın kazanması, uluslararası toplumun dengeleri, ahengi ve dünya barışı açısından daha hayırlı gözükmektedir. Demokrat aday Biden'a oranla, Trump'ın ülkemize daha yakın davranacağı yönündeki duyumlara rağbet etmeyelim. Samimi inancımız, Demokrat yönetimin, Türkiye'nin batı dünyasından kopmasını kabul etmeyeceği ve bozulan ilişkileri restore etmeye gayret edeceği yönündedir.
Cumhuriyet bayramımız kutlu olsun.