CHP'yi düşünüyorum bugünlerde.
Yarım yüzyıllık gazetecilik hayatım CHP ile geçti sayılır.
1960'ların başında Mülkiye'ye girdikten sonra hep CHP ile haşır neşir oldum.
Ama CHP'li olmadım.
Bazı seçimlerde CHP'ye oy attım.
Siyasete girmeyi hiç düşünmedim.
Bir kere, o da 1991 seçimleri öncesinde Erdal İnönü bana milletvekilliği teklif etmiş, nazikçe geri çevirmiştim. Seçimlerden hemen sonra Cumhuriyet vazosu kırıldığında da rahmetli İnönü bana, o kendine özgü hafif alaylı diliyle şöyle demişti:
"Bak milletvekili olsan, ne senin ne de Cumhuriyet'in başına bütün bunlar gelirdi."
CHP'de Ecevit'i de, Baykal'ı da, Erdal İnönü'yü de, Murat Karayalçın'ı da desteklediğim zamanlar oldu.
Yıllar içinde CHP'ye alternatif partiler de kuruldu ama kalıcı olamadılar. Hepsi siyaset sahnesinde yitip gittiler hayal kırıklıklarıyla...
CHP ise hep ayakta kaldı.
Kaldı da ne oldu diyebilirsiniz.
Evet, tek başına seçim kazanamadı.
Tek başına hükümet olamadı.
Ben de yıllar yılı, desteklediğim zamanlarda da CHP'yi birçok konuda eleştirdim.
Kurtulamadığı "Kemalizm'in günahları"ndan dolayı eleştirdim.
"Kürt sorunu"ndan dolayı eleştirdim.
Kemalizm-milliyetçilik-demokrasi üçgenindeki yanlışları konusunda eleştirdim.
Bütün bu yanlışlarla CHP'nin gerçek bir sosyal demokrat parti olamayacağının altını sürekli çizdim.
Yine bu yanlışlarla, CHP'nin seçmen tabanını büyütemeyeceğini ve tek başına seçim sandığından çıkamayacağını belirttim.
Ama aynı zamanda CHP'yi önemsedim.
Önemsedim, çünkü Türkiye'nin Batı'ya dönük yüzü deyince, Türkiye'de demokrasi ve laiklik deyince, CHP'nin önemini dün olduğu gibi bugün de koruduğunu düşündüm.
Bu bakış açıma dün de, bugün de karşı olanlar var elbette.
CHP'den ne köy olur, ne kasaba diyenler...
Ya da yeni parti isteyenler...
Hiç kolay değil.
12 Eylül sonrası, 1990'lar bir film şeridi gibi gözümün önünden geçip gidiyor.
Kaç parti vardı.
İnönü'nün, Karayalçın'ın SHP'si...
Baykal'ın CHP'si...
Ecevit'in DSP'si...
Neler yaşandı.
Yine ayakta kalan CHP markası oldu.
Bugün de öyle.
Bugün
CHP'nin sorununu
Kılıçdaroğlu
ya da İnce'ye indirgemenin hata olacağını düşünüyorum.
Soğuk Savaş döneminin Batı Almanya'sında Willy Brant'ın sosyal demokrat partisi SPD'yi hatırlıyorum.
Kendi içinde kaç parça olan bir partiydi.
Bir yanda kısa adı JUSO olan Genç Sosyalistler vardı.
Partinin radikal kanadıydı.
Ekonomide devleti savunan, pazar ekonomisi deyince fena olanlar bu radikal kanatta toplanmıştı.
Genç Sosyalistleri düşman gören kanat da varlığını korurdu SPD içinde.
Sendikacı kanat da vardı, ekonomide piyasa deyince tüyleri diken diken olan...
Willy Brandt, 1960'larda SPD'yi ufak ufak "merkez"e doğru çekti.
Ekonomide devlet saplantısını kırdı.
Yurt içinde ve dışındaki bütün muhalefete rağmen, totaliter rejimlerin hakim olduğu Doğu Almanya ve Sovyetler Birliği'yle Batı Almanya'nın ilişkilerini normalleştirmeye başladı, yani Doğu'ya açılma politikası uyguladı.
Ülkesinin geçmiş günahlarıyla da yüzleşti Willy Brandt.
Batı Alman kamuoyunun yüzde 65'nin karşı çıkmasına rağmen, Varşova'da 1971 yılında Yahudi Soykırım Anıtı'nın önünde diz çöktü.
Willy Brandt, iktidardaki muhafazakarlara karşı partisinin "iktidar yürüyüşü"nü başlatırken, dikkat ettiği iki nokta daha vardı:
1. SPD içindeki farklı kanatları, farklı siyasal çizgileri aynı çatı altında tuttu, bu açıdan bir ustalık, bilgelik sergiledi.
2. Farklı kanatların parti içinde yarattığı
dinamizmden SPD'nin iktidar yürüyüşünde yararlandı.
Muharrem İnce'nin de yüzde 30'a ulaşırken yarattığı heyecan dalgası da harikaydı,
hiç
kuşkusuz takdire şayandı.
Biliyorum, Almanya'yla Türkiye farklılığını.
Örneğin Ecevit, 1975'de Brandt'ın SPD'siyle CHP arasında ilişki kurarken, Sosyalist Enternasyonal'e adım atarken, komünizm çağrışımı yapar diye sosyal demokrat isminden bile uzak durmuş, demokratik sol'u tercih etmişti.
Bugünkü CHP de, yukarıda da eleştirdiğim bazı tabularını hâlâ kıramıyor, bazı korkularından hâlâ kurtulamıyor.
Bunları kıramadığı, bunlardan kurtulamadığı için de, seçmen tabanını büyütemiyor.
Seçim kazanamıyor.
Kendi elini kolunu bağlayan kısır döngüyü kıramadığı ve parti içi demokrasiyi de tam olarak kuramadığı için de Türkiye'de "demokrasinin bayraktarlığı"nı hâlaâ yapamıyor.
Demokrasinin önüne Erdoğan'ın heyula gibi diktiği 'duvar'ı hala yerle bir edemiyor.
Son olarak şunu belirtmek isterim.
Kemal Kılıçdaroğlu'nun adalet yürüyüşü ve 24 Haziran'daki millet ittifakı demokrasi açısından son derece önemli adımlardı.
Bunun gibi, Muharrem İnce'yi aday göstermesi de yerindeydi.
Muharrem İnce'nin de yüzde 30'a ulaşırken yarattığı heyecan dalgası da harikaydı, hiç kuşkusuz takdire şayandı.
Laf uzadı.
Bugün CHP'nin sorununu Kılıçdaroğlu ya da İnce'ye indirgemenin hata olacağını düşünüyorum.
Daha yapacak çok iş var CHP'de...