Hasan Cemal

27 Aralık 2013

Sivil vesayetse eğer, Erdoğan’ınki sivil vesayetin Allahı’dır Allah’ı!

17 Aralık'ta başlayan soruşturmayı kendini mahkeme yerine koyarak kirli komplo ilan edebilen... Kilit yerdeki yüzlerce polisi görevden alan... Adli Kolluk Yönetmeliği’ni değiştiren... Yeni ‘mekanizma’yla hem mevcut soruşturmayı, hem de yenilerini engellemeye gayret eden... Bu açılardan ‘medya’yı özellikle sindirmeye çalışan bir Başbakan’ın ‘sivil vesayeti’ni bir yana bırakalım da Cemaat’le uğraşalım. Öyle mi?

17 Aralık'ta başlayan soruşturmayı kendini mahkeme yerine koyarak kirli komplo ilan edebilen... Kilit yerdeki yüzlerce polisi görevden alan... Adli Kolluk Yönetmeliği’ni değiştiren... Yeni ‘mekanizma’yla hem mevcut soruşturmayı, hem de yenilerini engellemeye gayret eden...  Bu açılardan ‘medya’yı özellikle sindirmeye çalışan bir Başbakan’ın ‘sivil vesayeti’ni bir yana bırakalım da Cemaat’le uğraşalım. Öyle mi?

Erdoğan’ın ‘darbeci adımları’na göz kapayalım, Cemaat’le uğraşalım. Öyle mi? Nasıl 28 Şubat’ta asker kendi vesayetini dayattıysa, şimdi de Cemaat kendi ‘sivil vesayeti’ni dayatıyormuş ‘milli irade’ye... Nasıl 28 Şubat’ta Erbakan Hoca asker darbesi yediyse, şimdi de Erdoğan, arkasına faiz lobisini, İsrail’i, Amerika’yı, medya ve sermaye çevrelerindeki vatan hainlarini alan Cemaat’in darbe girişimi ile karşı karşıyaymış... Öyle mi?..

 

Evet öyle...

Eğer Cemaat’inki sivil vesayet ise, Erdoğan’ınki ‘sivil vesayet’in Allah’ı değil mi?

Evet öyle, daniskasıdır.

Eğer Cemaat’inki darbe girişimi ise, Erdoğan’ınki adım adım gerçekleşme yolundaki bir darbe değil mi?

Evet öyle.

Yargı bağımsızlığına, kuvvetler ayrılığına, hukukun üstünlüğüne darbe değil mi?

Hedefi tek adamlık olan darbeci adımlar değil mi Erdoğan’ınki?

Savcının emrinde yolsuzluk ve rüşvet operasyonunu yürüten polisleri görevden almak, yargı bağımsızlığına darbe değil mi?

Adli Kolluk Yönetmeliği’ndeki son değişiklik, yargı bağımsızlığına darbe değil mi?

Yargıya intikal etmiş, soruşturma süreci başlamış bir rüşvet ve yolsuzluk olayı konusunda, her Allah’ın günü kirli tezgâh, çirkin komplo diye, yürütmenin başı olarak devamlı konuşmak yargı bağımsızlığına darbe değil mi?

Demokrasileri demokrasi yapan kuvvetler ayrılığı ilkesine ölümcül darbeler indirmek değil mi?

Oğlu operasyon çerçevesinde içeri alınmış olan, kendi adı da soruşturma dosyasında geçen bir İçişleri Bakanı, dokuz gün boyunca koltuğunda otururken, başta  operasyonu yürütenler olmak üzere 400 civarında polisin görevlerinden alınması, kilit noktalara hemen yeni atamalar yapılmış olması, bir yandan yargı bağımsızlığına darbe, diğer yandan Tayyip Erdoğan’ın ‘sivil vesayeti’ni pekiştirme yolunda yeni bir adım değil mi?

 

Böyle hukuk devleti olur mu?

Nitekim, Erdoğan’ın bu yeni atamalarının ve  Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun dün Anayasa ihlali olarak ilan ettiği Adli Kolluk Yönetmeliği’nde yaptırdığı değişikliğin bir sonucu daha önceki gün İstanbul’da yaşanmadı mı?

İstanbul’da Savcılık, ikinci bir yolsuzluk operasyonu için düğmeye bastı, ama yeni oluşturulan mekanizma harekete geçmedi.

Ankara ve İstanbul’da operasyon başlamadı.

Yani polis, savcının ve mahkemenin emrine uymadı.

Böyle hukuk devleti olur mu?

Hayır olmaz.

Bunun adı ‘devlet krizi’dir.

Polis eğer savcının soruşturmaya yönelik operasyon talimatına, mahkemenin arama kararına direnebiliyorsa, orada kuvvetler ayrılığı bitmiş demektir.

Hukukun üstünlüğü bitmiş demektir.

Yargı bağımsızlığı bitmiş demektir.

Polis eğer savcının soruşturma talimatına uymuyorsa, yürütme yargıyı ele geçirmiş demektir.

Bu satırları yazarken cep telefonuma saat 14.30’da bir mesaj düştü:

“İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekili Oktay Erdoğan, tartışma konusu olan ikinci dalga soruşturma dosyasını Savcı Muammer Akkaş’tan aldı.”

Ardından, dosyası elinden alınan Savcı Akkaş'ın yazılı açıklaması geldi:

"Basın yayın organlarında ve internet sitelerinde gözaltına alınacak bazı isimlerin yer aldığını ve delillerin karartılmaya başladığını tespit ettim... Polis, mahkeme kararının ve gözaltına alınma kararını yerine getirmedi. Cumhuriyet Savcısı olarak soruşturma yapmam engellendi..."

Amiyane deyişle:

Haydi burdan yakın!

Nerede kaldı yargı bağımsızlığı?

Deliller karartılmış olmuyor mu?

Acaba hangi güç, o savcının elinden ‘ikinci dalga’ya ilişkin soruşturma dosyasını aldırdı?

Erdoğan’dan başkası olabilir mi?

Evet, bu bir ‘devlet krizi’dir!

 

Erdoğan'ın vesayetini bir yana mı bırakalım?

Devam ediyorum. 

17 Aralık yargı süreci başladıktan sonra...

Soruşturmayı, kendini mahkeme yerine koyarak kirli komplo ilan edebilen...

Soruşturmayı yürüten polisleri ve kilit yerdeki yüzlerce polisi görevden alan...

Adli Kolluk Yönetmeliği’ni değiştiren...

Oluşturduğu yeni ‘mekanizma’yla hem mevcut soruşturmayı, hem de yenilerini engellemeye gayret eden...

Ve bu açılardan ‘medya’yı özellikle sindirmeye çalışan...

Bütün bunlara imza atan, kendi bakanlarından dördüne dokunan bir yolsuzluk soruşturması nedeniyle ilk kez kelle vermek ya da ‘kendi adamlarını yedirmek’ zorunda kalan bir Başbakan’ın, Tayyip Erdoğan’ın kaç yıldır palazlanan ‘sivil vesayeti’ni bir yana bırakalım da Cemaat’le uğraşalım.

Öyle mi?

Erdoğan’ın ‘darbeci adımları’na göz kapayalım, Cemaat’le uğraşalım.

Öyle mi?

28 Şubat dönemi gibiymiş...

Hatta daha kötüsüymüş...

Nasıl 28 Şubat’ta asker kendi ‘askeri vesayeti’ni dayattıysa, şimdi de Cemaat kendi ‘sivil vesayeti’ni dayatıyormuş ‘milli irade’ye...

Nasıl 28 Şubat’ta Erbakan Hoca asker darbesi yediyse, şimdi de Tayyip Erdoğan, arkasına dış güçleri, faiz lobisini, İsrail’i, Amerika’yı, medya ve sermaye çevrelerindeki vatan hainlarini, casuslarla maşaları almış olan Cemaat’in darbe girişimi ile karşı karşıyaymış...

 

Öyle mi?..

Hadi canım siz de.

Biraz ciddi olun.

Ve de zekâmızla daha fazla alay etmeyin.

Eğer bir 28 Şubat’tan söz edilecekse, o da Erdoğan’ın ‘sivil 28 Şubatı’dır.

Kaç zamandır öyledir.

Asker 28 Şubat’ta ne yaptıysa, Erdoğan iktidarında kaç yıldır daha fazlası yapılıyor.

 

Bugün 28 Şubat'tan ne kadar farklı?

Evet, 28 Şubat’ta askerin medya denetimi vardı.

Peki, bugün daha fazlası yok mu?

28 Şubat’ta ana akım medyada hiç olmazsa bazı alternatifler vardı, bugün ne kadar kaldı?

Tayyip Erdoğan, ana akım medyada, özellikle ‘yandaş medya’da kaç yıldır patronaj, yönetici ve köşe yazarları konusunda ‘son söz’ü söylemiyor mu? O yeşil ışık yakmadan taş oynatılabiliyor mu?  

"Hayır" diyebilir misiniz?

Ya iş dünyası, kılını kıpırdatabiliyor mu? Kıpırdatırsa, başına nelerin geleceğini emsalleriyle bilmiyor mi?

28 Şubat’ta insanlar inançları dolayısıyla özellikle asker-sivil bürokraside fişlenmediler mi, işlerinden atılmadılar mı?

Peki, bugün ne kadar farklı?..

28 Şubat’ta en çok şikâyet edilen konulardan biri de ‘niyet okuma’larıyla insanlar hakkında yargıya varılması ve haksızlıklar yapılması değil miydi?

Peki ya bugün?..

Örneğin, nasıl oluyor da bir anda kitleler halinde polis kapının önüne konabiliyor?

Söyler misiniz bunun 28 Şubat’tan farkını?..

 

Yerel yönetimlere aman vermeyen yapı sürüyor

Devam edelim:

Peki, 28 Şubat’ta bugünkü kadar gazeteci var mıydı hapiste?

İfade özgürlüğünü sınırlayan, cendereye alan Terörle Mücadele Yasası, Türk Ceza Yasası hâlâ yerli yerinde taş gibi durmuyor mu?

Demokrasinin ete kemiğe bürünmesi demek olan yerel yönetimler ne kadar güçlendirildi?

Lafı çok edilen AB standartları getirildi mi yerel yönetimlerle ilgili olarak? Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nda yer alan Türkiye’nin muhalefet şerhi hâlâ yerli yerinde durmuyor mu 28 Şubat’taki gibi?

Bugün hâlâ tabii İstanbul başta olmak üzere Türkiye sathındaki gayrimenkul satışlarında son söz Başbakanlığın değil mi?

Başbakan Erdoğan, bu bakımdan bir başdanışman eliyle özellikle İstanbul’u yakın markajda tutmuyor mu?

Erdoğan Bayraktar istifa açıklamasında, “Ne yaptıysam Erdoğan’ın talimatıyla yaptım” derken, işaret ettiği bu nokta değil miydi?

Belediyelere, yerel yönetimlere aman vermeyen böylesine merkeziyetçi, devletçi bir  anlayışla demokrasi hiç bağdaşabilir mi?

Asker, 28 Şubat dahil, yıllar yılı yerel yönetimlerin güçlenmesinden korktu.

Bugün de Erdoğan korkmaya devam ediyor.

Çünkü, bütün gücü kendi elinde toplamak istiyor.

Çünkü tek adam olmak istiyor.

Alaturka başkanlık hevesleri bundan dolayı...

Bu nedenle devletleşme yolunda ilerliyor kaç yıldır.

Savaş uçaklarının bombardımanıyla 34 vatandaşımızın hayatını kaybettiği Roboski katliamının üstünü bu yüzden  örtüyor.

1994’de Şırnak’ın iki köyünde yine savaş uçaklarının bombardımanıyla yaşanan katliamda hayatını kaybeden 38 kişinin hakkını, hukukunu, AİHM’nin Türkiye’yi mahkûm eden geçen ayki kararına rağmen hâlâ aramıyor.

Kürtçe anadilde eğitim konusu da, yeni  vatandaşlık tanımı da hâlâ askıda.

Kürt milletvekilleri hâlâ hapiste.

Daha fazla örneğe girmiyorum.

Ama açılım süreci konusunda da ipe un sermekte olan Başbakan Erdoğan’ın ta kendisidir, başkası değil.

 

Askeri vesayetin bazı kurumları kapı gibi duruyor

Öte yandan ‘askeri vesayet’in bazı kurumları hâlâ kapı gibi duruyor.

Batı demokrasilerinde hiç yeri olmayan ve asker ve sivil olarak ayrılan iki başlı yargı varlığını koruyor.

Genelkurmay Başkanı hâlâ Batı demokrasilerinde olduğu gibi Savunma Bakanlığı’na bağlanmış değil.

Devlet protokolünde Genelkurmay Başkanı hâlâ tüm bakanların, ana muhalefet liderinin, milletvekillerinin önünde duruyor.

Yüksek Askeri Şûra hukuku da hâlâ demokrasiye uygun olarak değiştirilmedi. Örneğin bir kuvvet komutanı, Genelkurmay Başkanı teklif etmeden atanamıyor.

Siyasi Partiler Kanunu’na göre, tüm partiler bugün hâlâ Atatürkçü olmak zorunda! (Eser Karakaş’ın 10 Aralık 2013 tarihi Star’daki yazısından) Adı demokrasi olan bir rejimde böylesi olur mu Allahaşkına?..

Bir kez daha yineliyorum.

Tayyip Erdoğan ‘devletleşiyor.’

Devlet artık benim!” diyor.

Bu nedenle Roboski’nin, Şırnak’ın üstünü örtüyor, katliamda ölen vatandaşların hak ve hukukuna yan çiziyor.

Bunun için ‘asker’le uzlaşıyor.

Başdanışmanlarının yazılarına bile yansıyor bu durum.

Daha dün, askeri vesayeti geriletmek için demokrasi adına işbirliği yaptıkları Cemaat, bugün “kendi ülkesinin milli ordusuna kumpas kurdular” diyerek gammazlanabiliyor.

Laf uzadı.

Demek, böylesine bir güç zehirlenmesi yaşayan, tek adamlık yolunda ilerleyen ve herkese sivri diliyle olur olmaz en ağır lafları edebilecek kadar iktidar kibiriyle kendinden geçmiş bir Tayyip Erdoğan’ın, bu ülkede kaç zamandır demokratik hak ve özgürlükleri, hukukun üstünlüğünü hiçe sayan ‘sivil vesayeti’ni görmezlikten geleceğiz?

Öyle mi?

Yemezler!

Önce Başbakan Erdoğan yargı bağımsızlığına saygı göstersin, yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarını engellemeyi bıraksın ve demokrasilerde kuvvetler ayrılığı ne demek, hukukun üstünlüğü ne demek, bir an önce öğrenmeye çalışsın...

 

Twitter: @HSNCML