Hasan Cemal

03 Şubat 2017

Sevgili Şahin, demokrasiyle derdimiz bitmek bilmiyor!

Ve sana bir soru: Müslümanlar demokrasiye gelebilecek mi?

Sevgili Şahin Alpay;
Seninle sabah telefonlarımızı özledim.
Kaç zamandır konuşamıyoruz.
Haberlerini Elvan'dan alıyorum.
Bu sabah telefonlaşsaydık, "Şahincim, bu demokrasiyle derdimiz bitmek bilmiyor, galiba filmin sonunu bizim nesil de göremeyecek" diyebilirdim.
Farkındayım.
Hapisteki bir adama bu satırlarla başlayan bir mektup yazmak biraz tuhaf.
N'apayım, ruh hallerim böyle.
Paul Auster'ın daha önce severek okuduğum Ay Sarayı isimli romanını karıştırırken altını çizdiğim bazı satırlar gördüm.

Dışarıda kasvetli bir hava.
Puslu, umutsuz, asık suratlı bir
gün.
Yavaş yavaş kafamın durduğunu
hissediyorum.

Sevgili kardeşim;
Bugünlerde ben de böyleyim.
Sanma ki havlu atıyorum, hayır.
Ama bazen yalnızlık çukuru derinleşiyor, o kadar.
Paul Auster'ın bir sözü var, demokrasinin önemini "Benim dinim demokrasidir!" diyerek vurguluyor.
Biz de ne kadar çok savunduk demokrasiyi. Demokrasi hukuk diye yazdık durduk.
Şu Allah'ın işine bak!
Şimdi sen 'teröristlik'ten içeridesin, ben de 'teröre alet olmak'tan yargılanıyorum.
Dün bana bir iddianame daha ulaştı, yine 'terör propagandası'ndan mahkeme önüne çıkacağım mart ayında...
Galiba 2013'te çıkan yazılarımla, 2014'te yayımlanan Delila isimli kitabımın sayfaları didikleniyor.
Didiklesinler bakalım.
Kürtleri şeytanlaştırarak bu memlekete barış, demokrasi ve hukuk gelemeyeceğini yaşanan bunca acıya, dökülen bunca kan ve gözyaşına rağmen öğrenebilmiş değiliz.

Bu ülkenin demokrasiyle derdi bitmeyecek mi?

Sevgili Şahin;
İkimiz de gayet iyi farkındayız, hayal kırıklıkları bitmek bilmiyor.
Yenilgiler, yanılgılar hayatın bir parçası, onlarsız olmuyor.
Hayatın kendisi bu.
Düğüm düğüm çelişkileri çözmeye çalışmaktan başka çare yok.
Bir ömür böyle geçiyor.
Ne umutlarla başlamıştık hayata, devrim  parmağımızın ucu kadar yakındı.
Neyse...
Bütün bu savrulmalar sonunda bizi demokrasi durağına getirip bıraktı.
Bunun için çok yazıp çizdik, çok didindik.
Ama bu da bir türlü olmadı.
Bir zamanlar askeri vesayet derken, bugün de sivil vesayet geldi başımıza...
Bir başka deyişle:
Erdoğan'ın tek adam yönetimi...
Elbette minderi terk edecek değiliz.
Doğru bildiğimiz yolda, barış ve demokrasi, özgürlük ve hukuk mücadelesine gücümüz yettiği kadar devam edeceğiz.
Hapiste olmak da, hapiste dik durmak da 'direniş'tir!

Söyle Şahin;
Türkiye bu kısır döngüyü kırabilecek mi?

Sevgili Şahin;
Bu sabah o telefon sohbetlerimizden birini yapsaydık, mutlaka Başkan Trump'ı konuşurduk.
Beklendiği gibi çok kötü gidiyor.
Dünyayı bir cehenneme doğru itiyor.
Her gün birilerine posta koyuyor.
Erdoğan gibi eyy çekmeden yapamıyor.
Amerika'nın önde gelen müttefiklerinden Avustralya'nın başbakanının yüzüne telefonu kapattı, mülteciler konusunda Obama çizgisinde olduğu için...
İran'a posta koydu, nükleer silahlardan dolayı, askeri müdahaleden bile söz etti.
Çin'e farklı davranmadı.
Yeni Savunma Bakanı Mattis, bölgeye bir füze savunma sistemi yerleştirileceğini açıklayınca iki ülke arasındaki ilişkiler fena halde gerildi.
Çinli yüksek bir askeri yetkili, Amerika'yla savaşın artık bir olasılık haline geldiğini belirtti.
Anlaşılan o ki Başkan Trump, insanlığın başına olmadık belalar sarmaya hazırlanıyor, rahat durmayacak.
Bize gelince...

Sevgili Şahin;
Önümü göremiyorum.
Tedirginim.
Saray yağdanlıkları dışında işlerin iyi gittiğini söyleyen yok.
Ama insanlar konuşmaya korkuyor.
Evet öyle.
Saray iktidarı insanları korkutmuş durumda.
Böyle bir korku ortamında, Türkiye'de tam diktatörlüğün kapısını ardına kadar açacak bir anayasa referandumuna doğru yol alıyoruz.
HAYIR'cılara korku salınmak isteniyor. Bana her şey 1982'deki 12 Eylül askeri darbesinin referandumunu hatırlatıyor.

Söyle Şahin;
Türkiye bu kısır döngüyü kırabilecek mi?
Müslümanlar demokrasiye gelebilecek mi?
Yoksa yine bir uçtan öbür uca mı sallanacağız?
Bu ülkenin demokrasiyle derdi bitmeyecek mi, hayal kırıklıkları noktalanmayacak mı?
Söyle kardeşim.