Irak Kürtleri Türkiye'de yıllarca yok sayıldı. Ankara, ‘Kuzey Irak’ Türkiye Kürtlerine emsal olur diye, başını kuma gömdü. Sonunda Türkiye, hayatın gerçeklerinin de zorlamasıyla, Erdoğan döneminde Irak Bölgesel Kürdistan Yönetimi’ni tanıdı, Erbil’de konsolosluğunu açtı.
Kuzey Irak bitti ama şimdi Kuzey Suriye var. Bir zamanlar Kuzey Irak konusunda ne söyleniyorsa, bugün de Ankara’yla sözcüleri yine aynı havada. Ama nasıl Kuzey Irak’la Türkiye arasında Çin Seddi çekemediyseniz, benzer durum Kuzey Suriye için de geçerlidir.
Hayatın bir başka gerçeği, Kürtlerin bağımsız bir devlette toplanma idealidir. Bu ideal, Kürtlerin kafasının arkasında yatar. Bunu engelleyemezsiniz. Hayatın bir gerçeği de; Kürt dilinde eğitimdir. Ama Türkiye'de hâlâ “ana dilde eğitim böler” diye bu temel hakkın inkârı sürüyor.
Demokratik bir Türkiye Kürtlerde bağımsızlık fikrini körüklemez mi? Bu ihtimal de var. Ama ayrılıkçılığı, ‘şiddet’le bağını koparıp demokrasi çatısı altında tutmak daha doğru olmaz mı? Katalanlar, Basklar İskoçlar, İrlandalılar bağımsızlık derken artık şiddete başvuruyorlar mı? Hayır.
Bazı şeyler ancak yaşayarak öğreniliyor. Hayatın gerçekleri kafaya vura vura öğretiyor.
Zaman alıyor, can acıtıyor, faturası yüksek oluyor ama yaşamadan öğrenilmiyor.
Kürt sorunu da bunlardan biri.
Cumhuriyet kurulurken Kürt yok dedik, hepiniz Türksünüz dedik, Kürtçe yok, yalnız Türkçe var dedik.
Olmadı.
İnsanlığı ayaklar altına aldık ama ne Kürtler yok oldu, ne de Kürtçe.
Kürt sorunu böyle doğdu.
29 tane Kürt isyanı böyle çıktı.
Türklüğü Kürtlüğe ne kadar dayattıysak, bunun için Kürtlere karşı ne kadar şiddet uyguladıysak değişen bir şey olmadı.
Şiddet şiddeti getirdi.
PKK sahneye böyle çıktı 1980’lerde...
'Bağımsız devlet olmada Kürtler Filistinlilerin önüne geçti'
Kürtlere şiddet yalnız Türkiye’de değil, Irak’ta da, Suriye’de de, İran’da da uygulandı. Özellikle Bağdat ve Şam’daki Baasçı rejimler, Saddam’lar, Esad’lar Kürtlere her daim zulmettiler.
Ama bu ülkelerde de Kürtler yok olmadı ve kendi kimliklerini her şeye rağmen korumaya, geliştirmeye devam ettiler.Tarihin kendilerine sunabileceği fırsatları yakaladıkları zaman da, kullanmasını bildiler.
Bu fırsatı önce Irak Kürtleri 1990’larda yakaladı, bugünlere kadar da devletleşme yolunda önemli adımlar attılar.
Ahmet Bamarni’yle ilk kez 1992’de Irak Kürdistanı’nda Celal Talabani’yle ilk röportajımı yaparken Şaklava’da tanışmıştım. Saddam devrildikten sonra bir süre Irak’ın Stokholm Büyükelçiliği'ni de yapan Ahmed’in şu sözünü anımsıyorum:
“Fransa’da okurken Filistinlilerle aramızda tartışırdık, Ortadoğu’da önce Kürtler mi, yoksa Filistinliler mi bağımsız devlet olacağız diye. Önce onlar öne geçmişti, ama şimdi de biz Kürtler öndeyiz.”
Başını kuma gömmekten Irak Kürdistanı'nı tanımaya...
Devlet konusunda Irak Kürtleri bugün de önde... Ama bugünlere kolay gelmediler, kan ve ateşle, büyük acılarla geldiler.
Türkiye’yle ilişkileri de öyleydi. Yok sayıldılar. Kürdistan sözcüğünün ağza alınması hapis nedeniydi Türkiye’de. Kuzey Irak denilmesine dahi Ankara’nın, askerin itirazı vardı. İlle de Irak’ın Kuzeyi denecekti.
Barzani’yle Talabani Türkiye’de yıllar yılı ancak kaymakamlara muhatap edildiler. Ankara, ‘Kuzey Irak’ günün birinde Türkiye Kürtlerine emsal olur diye, devekuşu gibi başını kuma gömdü.
Ama dünya dönmeye devam ediyordu.
Türkiye Kürtleri yanı başlarındaki soydaşlarını, akrabalarını yakın takibe aldılar. Sınırın öbür yakasında Kürtçe okullar açıldığını, Kürtçe radyo televizyon yayınları yapıldığını çanak antenlerle kendi televizyonlarında gördüler, kulaklarıyla işittiler. Hatta 2000’lerin başından itibaren çocuklarını Duhok’taki, Erbil’deki, Süleymaniye’deki Kürtçe eğitim verilen üniversitelere bile göndermeye başladılar.
Sonunda Türkiye, hayatın gerçeklerinin de zorlamasıyla Başbakan Erdoğan döneminde gereğini yaptı, ilişkileri normalleştirmeye yöneldi, yani Irak Bölgesel Kürdistan Yönetimi’ni tanıdı, Erbil’de de konsolosluğunu açtı.
Kuzey Suriye'ye de Çin Seddi çekemezsiniz
Kuzey Irak bitti ama şimdi Kuzey Suriye var. Öyle mi? Evet öyle.
Bir zamanlar Kuzey Irak ya da Irak’ın Kuzeyi konusunda ne söyleniyorsa, bugün de Ankara’yla sözcüleri yine aynı havada. Üç aşağı beş yukarı aynı şarkılar kulağa çalınıyor.
Ne yazık ki öyle.
Aslında fazla söylenecek bir şey yok.
Belki tek cümle yeter:
Nasıl Kuzey Irak’la Türkiye arasında Çin Seddi çekemediyseniz, benzer durum Kuzey Suriye için de geçerlidir.
Neden mi?
Biliyorsunuz herhalde, Kuzey Irak gibi, Kuzey Suriye’de de Kürtler yaşıyor. Türkiye Kürtleri, Kuzey Irak demez, kısaca Güney der. Onlar için o topraklar, Irak Kürdistanı’dır.
Kuzey Suriye’ye Batı derler, Batı Kürdistan yani. İran Kürdistanı ise Doğu’dur. Irak ve Suriyeli Kürtlerin ağzında da, Türkiye Kürdistanı ya da kısaca Kuzey vardır.
Bunları niye mi anlatıyorum?
Ortadoğu’da dört ülkeye yayılmış ya da bölünmüş olarak yaşayan Kürtlerin arasında duvarlar yükseltmek veya Çin Seddi çekmek bugün artık uzak ihtimaldir.
Bir defa bu gerçek, hayatın gerçeğidir.
'Anadilde eğitim böler' diye inkârcılığa devam ediyoruz
Hayatın bir başka gerçeği, Kürtlerin günün birinde bağımsız bir devlet bayrağı altında toplanma yolundaki idealidir. Bu ideal, Kürtlerin kafasının arkasında yatar, yatmaya da devam edecektir.
Bunu engelleyemezsiniz.
Hayatın başka gerçekleri de vardır:
Kürt dilinde eğitim.
Kürt sorunu özünde Kürt dilinin inkârından, Kürtlere yönelik asimilasyon baskısından, Kürtleri Türkleştirme çabasından kaynaklanmıştır. 28 Kürt isyanının patlamasının da, sonuncu ve en büyük Kürt isyanı olan PKK’nın da sahneye çıkmasının altında bu gerçek yatar:
Kürtlerin, Kürt dilinin inkârı...
Şimdi bu gerçeğin altını neden mi çiziyorum?
Çünkü, iktidarıyla muhalefetiyle Ankara bugün hâlâ bu gerçeği gözardı edebiliyor. Burnumuzun dibinde, sınırın hemen öbür yanında okullarda, üniversitelerde Kürtçe eğitim kaç yıldır yapılıyor, biz hâlâ anadilde eğitim böler diye en temel insan haklarından birini inkâr etmeye devam ediyoruz.
Yarın öbür gün aynı durum, Kuzey Suriye ya da Batı Kürdistan’da da yaşandığı vakit, biz yine aynı teraneyle devam edebileceğimizi mi sanıyoruz?
Dört ülkede yaşayan Kürtlerin arasına duvar çekemezsiniz
Bunları kim bilir kaçıncı kez yazıyorum.
Yazıyorum, çünkü:
(1) En çoğu Türkiye’de olmak üzere dört ülkede yaşayan ve toplam sayıları 30 ile 40 milyon arasında öne sürülen Kürtlerin arasına duvarlar çekemezsiniz.
(2) Nasıl Irak Kürtleriyle Türkiye arasında Çin Seddi dikilemediyse, Suriye Kürtleri ile de bu olamaz.
(3) Bölge Kürtleriyle barışçıl ilişkiler Türkiye’nin de iç barış ve huzuruyla doğrudan bağlantılıdır.
(4) Bölge Kürtleriyle barışçı ilişkiler ve içeride demokrasinin gereklerini yerine getiren Türkiye, ‘Kürt sorununun uluslararasılaştırılması’nın da önüne geçebilir.
(5) Peki, bu politikalar Türkiye Kürtleri arasında da ayrılıkçılığı, yani bağımsız devlet fikrini körüklemez mi? Bu da olabilir, bu ihtimal de var tabii uzun vadede...
(6) Ama ayrılıkçılığı, ‘şiddet’le bağını koparıp demokrasi çatısı altında tutmak daha doğru olmaz mı? İspanya’da, Britanya’da, İrlanda’da öyle değil mi? Katalanlar, Basklar ya da İskoçlar, İrlandalılar bağımsızlık derken bugün artık silah ve şiddete başvuruyorlar mı? Hayır.
'Önce terör, sonra demokrasi' yanlışına dönmemek için...
Uzun lafın kısası:
Barış demokrasiden geçiyor.
Türkiye gerçek demokrasiyi derinleştirdikçe önü açılacak, barışı yakalayacak, şiddeti tecrit edecek.
Lafı fazla dolandırmadan, hayatın gerçeklerine odaklanalım.
Yoksa ‘eski’ye döneriz.
Bir başka deyişle:
1990’ların önce terör sonra demokrasi yanlışına...
Twitter: @HSNCML