Geçen aralık ayıydı.
Bilgi Üniversitesi’ndeki sınıfımda yazılı sınav konusunu açıkladım:
Medya adam olmadan demokrasi adam olmaz, demokrasi adam olmadan medya adam olmaz!
İki kız öğrenciden tepki geldi:
“Hocam çok cinsiyetçi bir formülasyon. ”
“Seksist bir ifade tarzı...”
Haklıydılar.
“Seksist olmayanı siz bulun” dedim.
2013’ün Mayıs ayı.
Türkiye’den sınır dışına çekilen ilk gerilla grubuyla gece boyunca yürüdüm.
Gün ağırırken, dağın eteklerindeki kayalıklarda mola verdik.
Kadın ve erkek gerillalar iki ayrı yerde yaktıkları ateşin üstünde demledikleri çaylarını içip sohbet ediyorlardı.
Ben kadınların yanına oturdum.
Ve elimde günlük notlar almaya başlarken, “Mehdi” diye bağırdım, “Hadi gel, hanımlarla bir fotoğraf çektirelim.”
Sert bir uyarı aldım:
“Biz hanım değiliz!”
Yine Mehdi’ye seslendim:
“Kızlarla bir fotoğrafımızı çekiver.”
Gözleri çakmak çakmak konuştu:
“Biz hanım da değiliz, kız da. Biz kadın gerillayız.”
Adı, Savuşka’ydı.
22 yaşında bir kadın gerilla.
Lisedeyken, Mersin’den dağa çıkmış...
Kayalığın bir başka tarafında, ateş başında erkek gerillalarla sohbet ederken, Savuşka’dan yediğim azarı anlatırken, kadın gerillaların yaman olduğunu belirtince gülmeye başladılar:
“Aman aman bizden uzak dursunlar!”
'Yaşananlar bir devrimin habercisiyse, Türkiye’de devrim çok kanlı oluyor...'
8 Mart Dünya Kadınlar Günü için yazıya oturduğumda hatırladım bunları.
Kâğıt üstünde, lafta kalmayacak bir kadın-erkek eşitliği üzerine yazmak...
‘Toplumsal cinsiyet eşitliği’ni temel bir insan hakkı olarak kabul etmek ve bu eşitliğin gereğini hayatın her alanında gerçekleştirmek...
Tayyip Erdoğan dünyasının kadınla erkek eşitliğini reddeden zihniyet yapısını örnekleriyle bir daha sergileyip eleştirmek...
Kadın-erkek eşitliğinin yasalardan, eğitimden, yargı ve polisten geçen yollarını açmak ve bu yollarda kararlılıkla yürümek...
Kadının siyasete, çalışma hayatına tam katılımını sağlamak mücadele etmek...
Kadına cinsel tacizi, kadına şiddeti önlemek için ne yapılması gerekiyorsa yapmak...
Bütün bu konu başlıklarını kapsayan bir yazı, yani klasik bir yazı...
Belki de buz üstüne yazılacak bir yazı...
Vazgeçtim.
Köşemi bugün T24’ten değerli bir genç kadın meslektaşıma, Hazal Özvarış’a bırakmaya karar verdim.
8 Mart’ı benim yerime o yazdı.
Biber gazları, elektroşoklar; yaşadığımız bir savaş!
'Özgecan’dan sonra yürürken bile tedirginim, bir erkek geliyorsa kaldırımdan inip yoldan yürümeye başlıyorum'
Psikiyatr bir tanıdığıma, Özgecan’dan sonra yolda yürürken bile tedirgin olmaya başladığımı, karşımdan bir erkek geliyorsa - tipi, yaşı, yürüyüşü fark etmiyor - “Kaldırımdan inip yoldan yürümeye başlıyorum. Ben mi delirdim, yoksa normal mi bu hâller” diye sorduğumda dedi ki:
“Hem danışanlarımdan, hem de çevremden pek çok kadın benzer sorunlardan bahsediyor. Artık erkeklerin ayrıca bir özelliğinin olması gerekmiyor, o kişinin sadece erkek olması kadının tedirginlik duyması için yeterli olabiliyor."
Özgecan'dan önce de...
Özgecan’dan önce de vardı gündelik hayata sinmiş, erkeklere karşı bir temkinlilik.
Ama şunu hiç duymamıştım.
Yakın bir arkadaşımın kadın arkadaşı, elektroşok cihazı almış.
“Özgecan’ın yanında da biber gazı vardı, ne işe yaradı” diyenler de var. Ama bu aletlerin kadınların çantalarına girmiş olması en çok şunun göstergesi değil mi:
Yaşadığımız bir savaş.
"Erkeklere karşı kendini savunmak” için özel bir dövüş sporu olduğunu duydunuz mu?
Adı Wendo.
Bir cinse karşı bir dövüş tekniği geliştirmemiz bunu ilk kez duyanlara nasıl bir his veriyor?
1990’lardan, Güneydoğu’dan
Bir erkeğin bunu anlayabilmesi zor olabilir, abartılı bulunabilir.
En azından milliyetçi olmayanların anlayabilmesini mümkünleştirmek için:
1990’larda bir Kürdün Güneydoğu’da asker görünce nasıl hissettiğini hayal edin.
Askerin yanına yaklaşmamak için sanırım yolunu uzatmayı tercih ediyordu.
Kürt bahsi geçince huylananlar için de bir örneğim var:
Kartopu oynarken öldürülen gazeteci Nuh Köklü’nün katili bıçağı sallarken şunu dedi:
“Bana bir şey olmaz, yarın elimi kolumu sallayarak çıkarım.”
Bu adamın söylediklerine şaşıranlar, eşleriyle iletişim dilini kezzap üstüne kuran erkeklerin hapishaneye uğramadığını bilmiyor mu?
İki gün önce Evrensel’de öğrencilere tacizle suçlanan bir müdür yardımcısı şunu dedi:
“Soruşturma geçirsem ya geri hizmete çekilirim ya da kurum değişikliği olur, bu kadar.”
Müdür yardımcısının iç rahatlığının kaynağı bir haber.
Dediğine göre:
“Geçen günlerde okuduğu bir habere göre taciz soruşturmaları geçirmiş ve hakkındaki iddialar doğrulanmış bir öğretmen, İstanbul’da bir okula müdür olmuş.”
Kadın, erkek başbakan…
“Kadın başbakan da gördük, ne oldu” diyerek Tansu Çiller’e referansla peh’ler çekilir.
Bunu diyen aynı mantıkla bir kez şunu düşünmez:
“25 erkek başbakan gördük de, ne oldu?”
O 25’in biri, şimdi Cumhurbaşkanlığı makamında oturan Tayyip Erdoğan, 8 Mart’lar yaklaşırken duraklarına uğramayı ayrıca sevdiği feministleri kastederek dedi ki:
“Bazıları diyor ki 'Bize ana demeyin, biz kadınız.' Ben diyorum ki, o makama ulaşmak herkesin kârı değildir.”
Özgecan öldükten sonra haber siteleri acıyı paylaşırmış gibi yaparken, sayfalarının aşağılarında neler yaptılar, gördünüz mü?
Akit'in ölümleri mideyi zorlayacak bir yaklaşımla ‘Batılı hayat tarzı’na, ‘mini etek’lere bağlamasıyla, muhafazakâr olmayan medyanın o esnada diğer kutucuklarında kadını, kalçayla sınırlı tutması arasındaki fark sizce ne kadar uçurum?..
'Özgecan’ın yanında biber gazı vardı, bir başkası elektroşok cihazı almış. Erkeklere karşı özel dövüş sporu bile var. Yaşadığımız bir savaş...'
1990'ların kadın gazetecileri nerede?
Vaziyet, sadece masa başındaki editörlerin durumdan vazife çıkarmasından kaynaklanmıyor.
Yeri geldiğinde “Ama çok magazinleştiniz” diyebilen okuyucuların sitenize kadın galerisi koyunca, sayfa görüntüleme sayısını nasıl arttırdığıyla da alakalı durum. Önde gelen bir medya patronunun söylediği şu sözlere, çalışanlarının karşı çıkmasını beklemek ne kadar anlamlı:
“Birinci sayfada güzel bir kadın görmek isterim. Atatürk kadını... Biraz frikiki olsun.”
Geçen haftalarda Nazlı Ilıcak söyleşisine çalışmak için arşive gittiğimde, 1990’ların gazetelerindeki -bir ikisi dışında- hiçbir kadın gazeteciyi tanımadığımı gördüm.
Ama hayatını kaybedenler dışındaki erkeklerin çoğu aramızda.
Kalanlar arasındaki oranın kaynağı ne tesadüf, ne “kadınların fıtratı.” Doğan Akın, son yazısında ulusal bir gazetenin yöneticisinin bir gazeteci adayını taciz ettiğini, hatta bu kadına tecavüz etmiş olabileceğini yazdı.
Okudunuz mu?
O gazetecinin hâlâ aramızda olup olmadığını sordunuz mu?
Türkiye'de devrim çok kanlı oluyor
Nilüfer Kuyaş, K24’e “Amerika neden boşanıyor, Türkiye neden öldürüyor?” başlıklı bir yazı yazdı. Mealen “ABD’de kadınlar artık erkeklerin yaptıklarını normal karşılamıyor ve boşanıyorlar, romanlarında da bunların hikâyesini yazıyorlar. Türkiye’de ise kadınlar öldürülüyorlar çünkü boşanmak istiyorlar; boşanmak istiyorlar çünkü onlar da artık yapılanları sineye çekmiyor” dedi.
Ve yaşananları erkek egemenliğin çatlaması olarak yorumladı.
Kuyaş’ın haklı olduğunu umuyorum. Ama bu yaşananlar bir devrimin habercisiyse, Türkiye’de devrim çok kanlı oluyor.
Hazal Özvarış’ın 8 Mart yazısı böyle.
Kadınların 8 Mart’ını yürekten kutluyorum.
İyi pazarlar!