Hasan Cemal

18 Ekim 2015

Bir askeri yönetim döneminde yapılabilen bugün yapılamıyor!

Yine bir seçim dönemindeyiz. Liderler aynı masanın çevresinde bir araya gelip tartışamıyorlar...

Serginin adı:
Nerden Geldik Buraya*
Kaç zamandır yazmak istiyordum.
Ama memleketin hâllerinden dolayı bir türlü fırsat olmadı.
İyi ki gittim SALT’ın güzel sergisine.
Kendi siyasal geçmişim de gözlerimin önünden geçti. İnsanın kendi kişisel tarihinin sayfaları arasında gezinti yapması bazen iyi oluyor.
Hayat ne acımasız.
Yıllar ne çabuk tükeniyor.
Dün gibi her şey.
Sergide o duygu yine içimde uyanıyor:
Beklediğimiz o yarınlar hiç gelmeyecek mi?..
Belki de.
1980’lerde yaşananlar bugün yine misliyle yaşanmakta çünkü...
Ne hazin.
Nadir Bey bir yerlerden sesleniyor:
Boşuna mı geldim bu dünyaya?..
Türkiye, 12 Eylül’ü yaşıyordu. 

 

 

1983 yılı olmalı.
Cumhuriyet’te genel yayın yönetmeniydim.
Gazete, başyazarımız Nadir Nadi’nin bir yazısından dolayı kapatılmış, sıkıyönetimde dava açılmıştı.
Nadir Bey’in bu yazısı yirmi yıl öncesine aitti. 1960’ta, 27 Mayıs askeri yönetimi sırasında yazmış, yargılanmıştı.
Aynı yazıyı yaklaşık yirmi yıllık bir aradan sonra, yine bir darbe döneminde köşesine koyup da, yine mahkemeyi boylaması ve Cumhuriyet’in kapatılması üzerine şöyle yakınmıştı, yetmiş yaşını devirmiş Nadir Bey:
“Bu adam dünyaya boşuna mı geldi diyecekler.”

SALT’ın ‘Nerden Geldik Buraya’ sergisini gezerken o duygu yine içimde uyanıyor: Beklediğimiz o yarınlar hiç gelmeyecek mi?

Nadir Bey’in bu cümlesi, Türkiye’de uzun yıllar siyaset yazanlar için bir alın yazısı olabilir miydi?
Bilemiyorum.
Ama Nerden Geldik Buraya sergisini Vasıf Kortun’la birlikte dolaşırken, bir kez daha aynı duyguya kapıldım.

 

Tank sesiyle uyandığımız yıllar

 

 

12 Eylül darbesinden sonra ortaya çıkan toplumsal hareketleri ve popüler kültür ögelerini irdeleyen Nerden Geldik Buraya sergisi” diye yazıyor serginin tanıtım yazısında.
12 Eylül sabahı tank sesiyle uyanmıştık.
Ben de gazeteci olarak yazamadıklarımı günlüğüme not etmeye başlamıştım. Sonra bu günlüklerden ilk iki kitabım çıkmıştı 1986’da:
Tank Sesiyle Uyanmak ve Demokrasi Korkusu.
Sokak dergisinin 1980’lere ait çok güzel kapakları gözüme çarpıyor, bunlardan biri:
Doğu’da Savaşa Son!

Duvardaki bir gösteri fotoğrafında Emil Abi’yi, sevgili Emil Galip Sandalcı’yı seçiyorum.
İçim bi tuhaf oluyor, 1980’li yılların Ankara’sını hatırlayınca...
Ve kitap kapakları:
Felsefenin Temel İlkeleri.
Benim gibi genç insanlara bir zamanlar dünyaya kolayca kafa tutabileceğimiz, dünyayı çabuk tarafından değiştirebileceğimiz sanısını veren Georges Politzer’in o el kitabı...
Kadının Adı Yok, Duygu Asena.
Asılacak Kadın, Pınar Kür.
Ve filmler...
Erden Kıral’ın Hakkari’de Bir Mevsim.
Ferit Edgü’nün O adını taşıyan romanıyla rahmetli ve de sevgili Onat Kutlar’ın senaryosundan yapılan, 1980’lerin sansürüne uğrayan o güzel film...
Rahmetli Başar Sabuncu’nun Çıplak Vatandaş adını taşıyan filmi...

‘Aydınlar Dilekçesi’ 31 yıl sonra geçeriğini koruyor

 

 

Ve o bildiri, 12 Eylül döneminde büyük gürültü koparan, mahkemeyi boylayan Aydınlar Dilekçesi.

5 Mart 1984 tarihli.
Hazin olana gelince...
1256 aydının 31 yıl önce altına imza koyduğu dilekçe bugün hâlâ geçerliğini koruyor.

 

Demokrasi, kurumları ve ilkeleriyle yaşar.
Halkımız, çağdaş toplumlarda geçerli insan haklarının tümüne layıktır ve bunlara eksiksiz olarak sahip olmalıdır.
İnsanların son sığınağı olan adalet, insanca yaşamın da başlıca dayanağıdır.
Türkiye’nin yaşadığı yoğun terör eylemlerinden demokrasi sorumlu tutulamaz.
Gecikmiş adalet adaletsizliktir.
Çoğunluk iradesi bahane edilerek temel hakları yok etmek demokrasi ile bağdaşmaz.
Bir toplumun yaşayışında, özgürlük, çeşitlilik ve yenilik öğelerinin bulunması, toplumun geleceği ve gelişmeye açık tutulması için zorunludur.
Özgür basın, demokratik düzeni bütünleyen temel öğelerden biridir.
Çağdaş demokrasi, dünyaya eleştirel gözle bakabilen insan yetiştirmeyi amaçlar.
Sansürün toptan kaldırılması...
Hiçbir konunun tabu haline getirilmemesi...

 

 

1256 aydın bundan 31 yıl önce 12 Eylül askeri yönetimine karşı böyle ses vermiş...
Bunca yıl geçti aradan, bu demokrasi ve özgürlük talepleri bugün de fazlasıyla geçerliğini koruyor.

 

Tek kanal olan TRT’deki liderler tartışması

Yine bir seçim dönemindeyiz. Liderler bir araya gelip tartışamıyorlar. Bir askeri yönetim döneminde yapılabilen bugün yapılamıyor

 

Sergiyi gezerken bir video** dikkatimi çekiyor.
Sürekli dönen bir film.
Hatırlamaz olur muyum?..
Daha 12 Eylül dönemiydi, 1983 genel seçimleri öncesi.
O zamanlar devlet tekelinde olan televizyonda, tek devlet kanalı TRT’de, seçime girmelerine askeri yönetim tarafından izin verilmiş üç partinin genel başkanı yüzyüze oturmuş, birbirleriyle tartışıyorlar.
12 Eylül’ün partisi MDP’nin Genel Başkanı Turgut Sunalp Paşa...
Seçimi askeri yönetime rağmen kazanacak olan ANAP’ın Genel Başkanı Turgut Özal...
Ve bu açık oturumda Özal’a dönüp, elini masaya vurarak “Köprüyü sattırmam!”** diye bağırıp yüzde 30 oyla ana muhalefet partisi koltuğuna oturacak olan Halkçı Parti’nin Genel Başkanı Necdet Calp...
Buluşmayı yöneten ise bizim bir meslektaşımız Hüsamettin Çelebi.

Güleryüzlü bir hava esiyor.
Liderler espriyle karışık birbirlerine takılıyorlar üstelik...**
Hiçbiri hayatta değil bugün.
Aradan geçen 32 yıl...
Yine bir seçim dönemindeyiz.
Siyasal liderler aynı masanın çevresinde bir araya gelip tartışamıyorlar.
Bir askeri yönetim döneminde yapılabilen bugün yapılamıyor.
İyi pazarlar!


 

* Nerden Geldik Buraya.  Sergi, SALT Beyoğlu ve SALT Galata’da 29 Kasım’a kadar devam edecek.

** O tartışmanın videosunu buradan izleyebilirsiniz.