Bir taraf uçsuz bucaksız su, bir taraf uçsuz bucaksız kum... İkisinin tam ortasından uçuyoruz. Okyanus, beyaz köpüklü dalgalarıyla altımızda beliriyor, çölle buluşuyor. Okyanus yeşil, çöl beyaz ve sarı. Çöl bu oyunda çok daha usta. Çok uzaklardan gelen dev dalgaları önce yumuşatıyor, sonra usul usul içine alıp yok ediyor...
Bir katamaran dolusu turistle okyanusa açılıyoruz. Ortalık bir anda karışıyor. Koca bir fok balığı denizden tekneye atlıyor! Patlak gözlü, upuzun bıyıklı fok, balık bekliyor. Balık denize fırlatılınca, onun arkasından denize atlayıp kayboluyor. O yitip giderken, kart sesleriyle ortalığı inleten pelikan kuşlarının hücümuna uğruyor bizim katamaran.
SWAKOPMUND
Yine o tek pervaneli, dört kişilik pır pır uçaktayız. Geluk’tan havalandık, çölün üzerinden Atlas Okyanusu’na doğru uçuyoruz.
Kızıl Çöl'ü kuşbakışı seyretmek hakikaten muhteşem. Kızıldan kum tepelerinin bıçak gibi kesilmiş ipince sırtları güneş altında öylesine gölge oyunları oynuyorlar ki, insan büyüleniyor.
Çölün üstünde terk edilmiş bazı yerleşim merkezleri, hayalet kasabalar gibi altımızdan kayıp gidiyor.
Pilottan dinliyorum:
“On dokuzuncu yüzyılın ortalarında elmas aramak için Namibia’ya gelen ilk Alman sömürgecilerin kurdukları yerleşim merkezleri... Şimdi uranyum da çıktı, Çinliler işletiyor.”
Okyanus, beyaz köpüklü dalgalarıyla altımızda beliriyor, bir başka deyişle, çölle buluşuyor.
Okyanus yeşil, çöl beyaz ve sarı.
Çöl bu oyunda çok daha usta. Çok uzaklardan gelen dev dalgaları önce yumuşatıyor, sonra usul usul içine alıp yok ediyor.
Bir taraf uçsuz bucaksız su, bir taraf uçsuz bucaksız kum... İkisinin tam ortasından ve epeyce alçaktan uçuyoruz. Yani heyecan var.
Pilot, eliyle işaret ediyor.
Koca bir tanker, çölün orta yerinde kumlara batmış vaziyette...
Tuhaf bir görüntü: Çölde tanker!
Birkaç yıl önce okyanusun dev dalgalarıyla boğuşurken kıyıya sürüklenmiş...
150 yıl sömürgenin merkezi olan bir iskele
Atlas Okyanusu’nun kıyısında, 1850’li yıllarda Alman sömürgecilerin ilk kurdukları şehir Swakopmund olmuş.
Başını nereye çevirsen Almanca isim ve sözcükler dikkati çekiyor. Namibia’nın resmi dili İngilizce ama Almanca da kulağa çok çalınıyor. Bazı gazeteler iki dilli, Almanca’yla İngilizce.
Yaşlı Alman turistlere gözüm takılıyor, belki de ‘kökleri’ni aramaya gelmişler...
Atlas Okyanusu’nun üstünde uzayıp giden yüksek bir iskele. Alman sömürge idaresinin ana limanı 150 yıl boyunca bu iskele ve çevresiymiş... Çok eski zamanlarda lokomotiflerin de yanaşıp gemilerden yük indirip bindirdikleri bu iskele, şimdi okyanusa nazır bir deniz ürünleri lokantası.
Okyanusun üstünde güneşi batırırken, beyaz Güney Afrika şarabıyla birlikte yediğimiz taze oyster’ların ve sarımsaklı pişmiş oyster’ların tadı damağımdan hiç gitmeyecek...
Nelson Mandela...
Martin Luther King...
Birçok yerde görüyorum isimlerini, Siyah Afrika’nın da kahramanları onlar...
Ve koca bir fok okyanustan tekneye atlıyor!
Önce yüksük kadehlerde sherry ikramı.
Sonra ortalık bir anda karışıyor.
Koca bir fok balığı denizden tekneye atlayıp aramıza katılınca neye uğradığımızı şaşırıyoruz.
Siyah Afrikalı adamla koca fok arasında sanki sado-mazo ilişkisi var. Bir balık veriyor, bir tokat atıyor!
Patlak gözlü, upuzun bıyıklı fok, çaresiz, ikinci balığı bekliyor. Bu sefer balık denize doğru fırlatılınca, onun arkasından denize atlayıp kayboluyor.
Sürpriz yapma sırası okyanusun diğer sahiplerinde
Sarısı, mavisi, turuncusu, siyahıyla rengârenk ve upuzun gagalarıyla, deli bakışlarıyla pelikanların, havaya atılan balıkları kapmaya çalışırken yaptıkları gösteri hepimizi eğlendiriyor. Bu arada bizim mihmandar, pelikan yumurtasının ne kadar lezzetli olduğunu anlatıyor.
Birdenbire katamaranlar neredeyse birbirlerine girecek manevralarla oldukları yerde dönmeye başlıyor.
Orta yerde bir yunus balığı!
Turistlerde bir heyecan bir heyacan, herkes fotoğraf makinalarına, kameralarına davranıyor.
Tam o sırada bir fok balığı daha denizden bizim katamarına zıplayınca ortalık yeniden karışıyor, çığlıklar ve kaçışmalarla...
Karabataklar, martılar...
Uzaktan koyun, keçi melemeleri... Sahildeki fok balığı sürülerinden geliyor bu tuhaf sesler, ağır bir kokuyla birlikte...
Güneş delemezken sisi…
Siyah Afrika’nın öbür tarafından, Hint Okyanusu kıyısındaki Durban şehrinden söküp getirmişler, oraya uğursuz geldiği gerekçesiyle...
Okyanus sisli.
Kurşuni bir hava.
Güneş bir türlü delemiyor sisi...
Denizin üstünde kocaman kocaman farklı renklere boyanmış fıçılar. Akşam atıştırdığımız o leziz oyster’ların yetiştiği çiftliklermiş.
10 derece suda yetiştirilip, cins değiştirmeleri için 18 derece suyu olan çiftliklere götürülürmüş. Bu arada yenilen oyster’ların yüzde 80’ini erkekmiş...
Biraz açılıp balina bekliyoruz.
Şansımız yok, gelmiyor.
Bundan sonraki üçüncü yazımda, ‘çöl filleri’nin hikâyesini anlatmaya çalışacağım. Okyanusu bırakıp çöllerin arasından dağların eteklerine doğru gideceğiz.
Bu arada bütün T24 okurlarının Kurban Bayramı’nı kutluyor, herkese güzel bir tatil haftası diliyorum.
Twitter: @HSNCML