Hande Çayır

14 Ocak 2015

Sayın vekiller mümkünse gidiniz, 19 S’ye bininiz

Halkın tarafını tutmayan halk otobüsleri kim tarafından denetleniyor?

Tıklım tıklım dolu bir otobüse bindim. 19 S’ymiş adı. Kadıköy’den kalkıyor. Son durak Yenidoğan-Sancaktepe-Peronlar...

Yolcusu halk... Adı üstünde halk otobüsü o... Aynı ülkede yaşayan, aynı kültür özelliklerine sahip olan, aynı vıdı vıdı’lı xyz diye tanımlamış sözlükler, halkı.

Uzaktan bakıp “bizim halkımız bıdı bıdı’yı pek sever”ci konuşmaları duyduğum an ensemden aşağı soğuk terler boşalıyor; dişlerimi sıkıyorum. Sebebi net: “Bizim halkımız” dediğin şeye, dahil değil misin sen de?

Diğer yandan, futbolcular, mankenler, işadamları v.b. halk otobüslerinde hiç yok. Fakat, temas içinde olunmayan halk, onları izleyip alkışlayıp duruyor. Mesafe, önemli şey... Yoksa siz magazin, futbol v.b. pompalayarak etkisizleştiremediklerimizden misiniz?

19 S korkunçtu bayanlar baylar... Otobüslerde büyümüş biriyim; yani işte, herkes kadar... (Aslında herkes otobüste büyümemiş anladığım kadarıyla... Böyle zamanlarda kafam nasıl karışmasın?)

19 S adlı otobüsün rotası 200 dakikada tamamlanıyor. Gideceğim yeri şoföre sordum. İki saat sonra orada olacağımızı söyleyince kapıya baktım. O çaresiz ifade... İnip kaçabilirdim o an, fakat bunu yapamadım.

İki saatim 19 S’nin içinde geçti. Yanımdaki pala bıyıklı adamla arkadaş olduk; çünkü telefonumun şarjı o kadar süre dayanmadı. Onun telefonundan tuhaf videolar izledik. Böyle, uçmaya çalışan ama yere çakılan insanların olduğu; bence vahşi, onca pek komik olan videolar...

Bu sırada, bir kişinin durabileceği yerde üç kişi duruyordu. Arka kapı kapanmıyordu. Bu kapının hemen önüne sıkışmış adam, her durakta sağlam küfürler edip rahatlamaya çalışıyordu. En son, kapıyı tekmeleyip onu iyice bozdu. Sonra, arkadan, gülücüklü ve kokusu keskin amca geldi. (Yani tabii ki gelemedi, nasıl gelsin o kalabalıkta, Superman olup kolunu uzattı, elinde çekiç vardı. O çekiçle kapı yumruklandı. Aman Tanrım!)

Bir çocuk, “lütfen sakin olur musunuz” diye bağırdı; sesi, reklam filmlerindeki gibiydi. “Kodum mu oturturum, kes lan sesini hırbo” diyen beyefendi(!) çocukcağızı böylelikle susturmuş oldu.

Duraklarda inmeye çalışanlar, sürtünme fazlalığından tutuştu. İki saatlik yolu, bu külüstürün içinde gitmekte olduğuma inanamıyordum. Midem bulandı, kitabımı da okuyamadım. İstanbul sadece Etiler, Bebek, Nişantaşı değil. Türkiye sadece İzmir, Ankara, İstanbul değil. Şimdi, Kadıköy-Sancaktepe 19 S hattını görünce diyorum ki bu ne rezalet! Her gün işe gidip gelen insanlar, 19 S içinde... Hem nasıl bir performans beklenebilir ki bu yolculuk sonrasında 19 S'zedelerden? İmza: Pert oldum, yatıyorum, oradan biliyorum.

Bu hat hep böyle yoğunmuş. “İt kopuk” olurmuş içinde. Keşke bilmemneye binseymişim. Şimdi bana “it kopuk” diye bahsettikleri kim? “İt kopuk” dediklerinde gözünüzün önüne nasıl bir şey geliyor? Sahi, otobüsün içinde kim vardı:

“Binmesem işime gelemeyeceğim. Mecburum. İnsanlar mecbur kaldığı sürece binecek. Yapacak bir şey yok... Orta kapıdan, arka kapıdan akbil uzatıyoruz, akbil hiç ummadığımız biri tarafından çalınıyor mesela. İnsanlar kokuyor. Otobüsler temizlenmiyor. Şoför ne yapsın; 'abi arkaya doğru ilerleyin' diye bağırıyorlar. İnsan gibi gelmek için sabah altıda yola çıkıyorum ben. Bazen ona bile binemiyorum... Ha, bir de, tacizcilere genelde 'fortçu' denir burada. Adam tutuyor, misal bayan var önünde böyle yapıyor; anlatabildim mi?” (Öne doğru ittirip bastırıyor vücudunu, sürtünüp gülüyor)*

Halkın tarafını tutmayan halk otobüsleri kim tarafından denetleniyor? Devletin iradesini sürdüren ve ona iktidarını tescilleten halk, hiperuyum göstermek durumunda mı? Sessiz yığınların gölgesinde** miyiz?

Ha, bir de, otobüslerin üstüne nasıl reklam veriliyor? Gelir nereye gidiyor ve neden hizmet olarak geri dönmüyor?

Ömür törpüsü 19 S, sen acaba, ben yokken daha başka neler gördün/göreceksin kuzum?

Not: Bu yazıda halk otobüsü ve belediye otobüsü birbiri yerine kullanılmış olabilir. Birinde muavin varmış. Farkı oymuş.

___________________________________

 

* Teşekkür ederim G. Bey...

** Jean Baudrillard’ın bir kitabı.

“İş görebilen tek gönderenin adı yine sessiz çoğunluktur. Bütün güncel sistemler bu model üstünde iş görmektedirler. Varlığı artık toplumsal değil, istatistiksel olan bu kaypak kavramın ortaya çıkabildiği tek yer sondajlardır. Toplumsal adlı gökyüzünün ufkundaki hayal ya da toplumsalın zaten içinde bulunduğu bir ufkun simülasyonu. Sessiz çoğunluğun ya da kitlelerin düşsel bir gönderen olması, onun var olmadığı anlamına gelmez. Bunun anlamı sessiz çoğunluğun artık temsil edilemeyecek bir durumda bulunmasıdır. Kitleler artık bir gönderen olmaktan çıkmışlardır. Çünkü artık temsil edilememektedirler. Ses vermeyen bu kitleler sondajlar aracılığıyla sık sık yoklanmaktadırlar. Düşünceleri yansıtılmamaktadır. Yalnızca ne düşündükleri konusunda testler yapılmaktadır. Referandum (kitle iletişim araçları da sonsuz bir soru/yanıt referandumudurlar) politik gönderenin yerini almıştır. Oysa sondajlar, testler, referandum ve kitle iletişim araçları temsil edici bir sisteme ait tertibatlar değil, simülatif bir sisteme ait olan tertibatlardır. Artık amaçlanan şey bir gönderen değil, bir modeldir.”