Hande Çayır

23 Eylül 2015

5 no’lu cezaevi: Allah’ım? Sen şimdi bu yaşananları gördün mü?

“O lağım faresini bana, ağzıma vura vura yedirdiler!..”

Tarihin şen çocuklarına...

 

Bu, sizlere şimdi bahsedeceğim belgeselin -yer yer- arasındaki türküler olmasaydı, belki de anlatıları dinlemeye dayanamayacaktım.

Diyarbakır’dan başka özel isim kullanmadan yazacağım.

Sizi vicdanınızla baş başa bırakıyorum.

 

Güvercinlerden bahseden adam neden ağlamaya başladı?

“Kütüphane var, sinema var, mükemmel bir yere gidiyoruz” diye alındılar.

“Gittik, gördük, bazıları geri gelemedi.”

“Sinema salonunda öldüler. Koridorda. Hamamda.”

“Nenemin o anlattığı kötü şeyler yaşanacak.”

“Askeri okulun -o hapishanenin- tek amacı vardır; sizi Türkleştirmektir.”

“Herkes çırılçıplak soyuldu. Yüzbaşı omuzlarımıza dokundu: Evlâdım nerelisin?”

 

İple cinsel organlarını bağladılar...

Tren yapmışlar sonra o insanlardan.
O zincirde biri düşerse herkes düşer.

Copla vuranlar...

Yerde tekmeleyenler...

- Aç mısınız?

- Açız.

“Lağım sularını gösterip -bok parçaları dolaşırken- ya içeceksin ya başını batıracağız” demişler.

- İçer miyim?

- Büyük yağ tenekelerinde bir ay tuvalet ihtiyacımızı gideriyorduk.

- Bir ay sonra atıyorlardı tenekenin içindekileri.

Saçlarını kesmişler.

- Kırık bir aynamız vardı.

- Şeklimize bakıp gülüyorduk.

- Akılları sıra onurumuzu kıracaklardı.

“Saçlarınızı isteyerek (!) kestiniz değil mi kızlar?” diye soruyorlarmış üstüne, saç kesiciler.

Ailelere yazılan mektuplar gitmiyor sonra.

“Bu mektubu yiyeceksin” dediler...

İki asker zorla ağzına sokmuş. Ağzı şişmiş.

- Onu yutacaksın, bu mektubu.

- Yine dayak yaşandı.

- O anı hiç unutmuyorum.

- Çok zor bir andı.

Dersler veriliyor.

- Selanik’te doğ-du. Tekrarla!

- Selanik’te doğ-du.

 

Bir dişi ağrıyanın sekiz dişini çekiyorlar, uyuşturmadan...

“Türkçe konuş, çok konuş” yazılı her yerde...

Anaya öğretmişler “Mehmet nasılsın” diyecek oğluna; Türkçe bilmiyor ana, sadece o iki kelimeyi görüşme heyecanı ile aklında tutamamış. Kürtçe sormuş. Dayak...

- İsyan edesin geliyor ama edemiyorsun, korkuyorsun.

Çenesini bizzat kırıp “ayağı kırıldı, kendisi düştü” diye imzalatmışlar.

Hacettepe Üniversitesi’ni bırakıp dağa çıkan bir öğrenci...

“Sünnet olmamışsın” diyorlar bir Ermeni’ye. Her gün cinsel organını boyuyorlarmış onun da.  

 

Ped yok...

- Kanamam var.

- Neren kanıyor ‘mına ko’duğum?

- Pamuk alabilir miyim?

- Neren kanıyor ‘mına ko’duğum?

- Adet oldum.

Kadınlar adet olamaz olmuş altı, sekiz ay.

- O cardonu -lağım faresini- bana, parçalayarak ağzıma vura vura yedirdiler!

“Her dediğinizi yapacağım” deyip traş bıçağı ister. Boynuna o traş bıçağını vurur, fareyi yedikten sonra.

Bir gün -alışılmadık şekilde çok- etler, ziyafet gelir, cezaevi sofrasına. Gülen amirler, ilk kez yemeye teşvik eden bekçiler...

- Arkadaşlarımın etini getirdiler, sandım.

- O etleri yiyemedim.

 

Hıçkırık, boğulma, yutkunma, acı...

İnanç kaybı, isyan, çaresizlik, dik durmak...

Gönüllü dayak yeme grupları varmış.

- Üç, dört gün yüzü koyun yatabilirdik ancak, tuzlu su, merhem olurdu.

Buzun içinde sürünüyorlar. Sırtlarına basıyorlar.

“Sizi kısırlaştıracağım” diye diye atılan falakalar...

Kulağa sürtülen cinsel organlar...

Tek tip giydirilen kıyafetler...

Ve sonra ölüm orucu başlar.

Allah’ım? Sen şimdi bu yaşananları gördün mü?


Belgesel / A documentary film about Kurdish rights in Turkey