Halûk Uluhan

04 Temmuz 2021

Türkiye'de Alman İzleri (II) | Türk'ün heykelle imtihanı

"Göçmen İşçi" vandalizmin kurbanı oldu. Eli, kolu yavaş yavaş parça parça budandı, bir ara katrana bulandı, arta kalan torso da 2016'da belediyenin parkı yenileme çalışmalarında kaldırılıp kim bilir hangi moloz yığınına atıldı

Bizde kamunun plastik sanat anlayışı karpuz içinden çıkan çocuk, çatala batırılmış köfte gibi "şeyler" ile Atatürk heykelleri arasında bir yerde duruyor. Plastik sanat dendiğinde de o koca koca valiler, kayyımlar filan malzemesi plastik olan sanat şeyleri anlıyorlar galiba. Her neyse. Bizdeki gerçek plastik sanatçılar, "heykeltıraşlar" müthiş eserler yarattılar bugüne kadar. Kamusal alanda sergilenmeleri zaman zaman bir itiş kakış nedeni oldu. Kâh içine tükürüldü böyle sanatın, kâh ucubeleştirildi ve yıktırıldı. Yobaz kesimin sabrını özellikle kadın ve çıplaklık konuları zorladı. Tahrik edilmiş vandallık da dur durak dinlemedi tabii. Sanatçı Ali Şentürk işte bütün bunları "Operasyon Kamusal Alan" adlı kitabında, sunuş yazısında Nevzat Sayın'ın tabiriyle "faili meçhul seri cinayetleri araştıran bir dedektif" titizliğiyle tek tek ele almış.

İnsan zihni tarafından algılanması din ile siyaset arasına sıkışmış olan plastik sanatlar tarih boyunca fetişler, tanrı figürleri yaratmış. Her din kendinden öncekinin putlarını kırmış, lanetlemiş. Yeni putlar yaratmış. Bunu, Ortadoğu dinler tarihini okuduğumuzda anlıyoruz. İdeolojisinden bağımsız olarak diktatörlüklerin gerek kuruluş gerekse çöküş aşamalarında yıkılan ve yerine konan heykeller de bize aynı şeyi anlatıyor. Bir put gider, yeni bir put gelir.

Heykelde sadece "put" gören göz için durum böyle galiba. Ha Pagan, ha Yahudi, ha Hıristiyan, ha Müslüman…

Bir dönem "sanatta sosyalist gerçekçilik" akımı vardı. Özellikle Sovyetler Birliği'nden esinlenmeyle koca yumruklu, pazılı, sert bakışlı erkek heykelleri süsledi birçok Demir Perde kentini. Elinde kocaman bir çekiç veya orakla işçi-köylü sınıfının kurtuluşunu simgeliyordu bu adam. Türkiye de nasibini aldı kısmen bu akımdan. Özellikle 1970'li yıllarda resimden heykele, tiyatrodan edebiyata kadar tüm sanat alanlarında bu cereyana kapılmış eserler yaratıldı.

Bu yıl Türkiye'nin Almanya ile yaptığı işçi anlaşmasının 60. yıldönümü. Birinin ucuz erkek iş gücüne ihtiyacı vardı, diğerinin de dövize. Böyle başlayan macera çeşitli evrelerden geçti bugüne kadar. Yıldönümü münasebetiyle konu bu yıl elbette irdelenecektir, üzerine yazılacak, çizilecektir.

Muhtemelen ilk kez uçağa binmiş ürkek yüzler

Her şeyi çok iyi organize etmeleriyle ünlü Almanlar İstanbul Tophane'de o zamanki adıyla İş ve İşçi Bulma Kurumu şube binasını kendilerine üs edinmişler, doktorları ve memurlarıyla burada başvuruları değerlendiriyorlardı. Anadolu'dan İstanbul'a gelen ürkek adamlar burada soyunup muayene oluyor, kalacak yerleri yoksa Tophane parkında yatıyorlardı. İşleri kesinleşince de bir hamamda yıkanıp paklanıp, Eminönü'den aldıkları "lacileri" çekiyorlardı. Genellikle tren yolculuğu tercih ediliyordu. Ellerdeki tahta bavullarla Galata Köprüsü'nü arşınlayarak Sirkeci Garı'na ulaşmak zor değildi. Gel zaman git zaman Tophane İşkur binası Almanya'ya göçün merkezi haline gelmişti. Binanın köşesinden Almanya'ya dolmuş bile kalkıyordu.

İşkur Binası Kemeraltı Caddesi Köşesi

İşte bu işgücü göçünün simgesi haline gelmiş olan Tophane parkında yakın zamana kadar bir "meçhul göçmen işçi heykeli" duruyordu. Cumhuriyetin 50. Yılı nedeniyle İstanbul parklarına 20 heykel yerleştirilmişti. Bunlardan biri de sanatçı Muzaffer Ertoran'ın 1973 yılında buraya dikilen "sosyalist gerçekçi" eseriydi. Bize Türkiye'den "Alamanya"ya göçü hatırlatıyordu. Aslında bir işçi heykeli fikri Vedat Nedim Tör'e aitti. Vedat Bey ne de olsa hem cumhuriyetin kuruluşunu yaşamış bir aydın, hem de eski komünistti.

İşçi Heykelinin orijinal hali ve kötürüm hali

Heykele ne olduğunu tahmin etmek çok zor değil. "Göçmen İşçi" vandalizmin kurbanı oldu. Eli, kolu yavaş yavaş parça parça budandı, bir ara katrana bulandı, arta kalan torso da 2016'da belediyenin parkı yenileme çalışmalarında kaldırılıp kim bilir hangi moloz yığınına atıldı. Göçün 60. yıldönümünde göçmen işçi heykeli 50 yıl bile yaşamadı. O yirmi heykelin de bugün sadece yedisi ayakta zaten.


Tam İşkur binasının önü…

Şimdi duydum ki, Sirkeci Garı'na bir işçi heykeli konacakmış. İdeolojisi uygunsa olur tabii.

Nasıl olsa artık tren de kalkmıyor oradan. Hiçbir yere.