Nâzım Hikmet için Moskova’ya gidip de mezarı başında bir kez daha hayatla ölümü hissetmeye çalışırken birdenbire aklıma düştü: Vera diye eşsiz bir insan vardı buralarda.
Hayır, sözünü ettiğim, on yıldır şuracıkta, Nâzım’ın “Rüzgâra karşı yürüyen adam” şeklindeki mezarının önünde yatan Vera Tulyakova değil. 2003’te, yine bir Haziran ayında kaybettiğimiz, en büyük Rus Türkologlarından Vera Feonova.
Türkler arasında bu iki Vera’yı karıştıran çoktur.
Ben ikisiyle de tanışıp dostluk etme fırsatını bulduğum için şanslıyım.
Nâzım’ın son eşi olan 1932 doğumlu Vera’yı 19 Mart 2001’de kaybetmiştik. Ortodoks geleneklerine uygun bir şekilde O’nu uğurlarken, hemen önümde yatan cansız kadının hâlâ ne kadar güzel olduğunu ve yanı başımızdaki kızı Anya’nın annesine ağlarken bir tabloyu andırdığını düşündüğümü hatırlıyorum.
* * *
2003’te ölen öteki Vera’yı da aynı şekilde uğurlamıştık. Bu kez de kızı, iyilik timsali Tanya’ya ağlamanın hiç yakışmadığını düşünmüştüm.
Vera ise önümüzde çiçekler arasında sınırları kaybolmuş üstü açık bir tabutun içinde yatarken sanki bir çocuk gibi uyuyordu. Gözlerini bir açsa o alaycı bakış parlayacaktı yine. Sabırla sizi dinledikten sonra bilgece bir söz söyleyecek veya bir şaka yapacaktı. Gözlerini bir açsaydı…
Ama gözlerini açmıyordu Vera.
Hiçbir zaman ölmeyecekmiş gibi düşündüğüm insanlardan biriydi Vera. Ve ben kimbilir kaçıncı kez dostlarımın cenaze törenlerine sapasağlam katıldığım için utanıyordum.
* * *
Ölümünden birkaç gün önce, telefonda bana “Nâzım’ın ölüm yıldönümüne gelemeyeceğim; haftaya görüşelim” demişti.
Görüşmede o ömrünün son makalesini bana iletecek, ben de Türkiye’den getirttiğim, onun çok sevdiği zeytin ezmesini ona verecektim.
63 yaşındaki kalbi 5 Haziran sabahı susmuştu. Ve masasının üstünde “Hakan’a” yazılı bir mektup bırakarak uykuya dalmıştı.
Masanın bir kenarında çevirilerine devam ettiği Osmanlı Devlet Tarihi… Dolapta tercüme ödülü aldığı Orhan Pamuk’un Kara Kitap ve Benim Adım Kırmızı’sı… Albümünde Aziz Nesin’den Yaşar Kemal’e kadar bir dizi Türk kültür adamıyla çektirdiği fotoğraflar.
Yıllarca tek başına Sovyet Yazarlar Birliği Türkiye Masası demekti Vera Feonova. Ömrünü Türkiye’ye adadı. Benim 13 yıl boyunca Moskova’da çıkarttığım Perspektif Dergisi’nin Rusça editörlüğünü yaptı.
* * *
Türk’e Türk propagandasının anlamsızlığını kavramış ve yurtdışında yaşamış olanlarınız bilir: Dünyada pek sevilen bir ulus değiliz. Türkiye deyince aklına geri kalmışlık, savaşçılık, şeriat, harem gelenler az değildir.
Ülkemizi dünyaya doğru tanıtmak çok zordur! Hele dost kazanmak! Türkiye’yi seven yabancı ülke yurttaşları edinmek! Az da olsa böyle insanlar vardır ve bazıları memleketimize bazen bizden daha büyük bir heyecanla bağlıdır.
Ne yazık ki çoğu kez ne yeni dostlar kazanmanın önemini, ne de eski dostlarımızın değerini biliriz!
Ve bir şekilde Türkiye aşığı olan Almanlar, İngilizler, Ruslar kendi başlarına yaşar giderler. Ve çoğu kez Türk devletinin ve kamuoyunun ilgisi olmadan bir köşede, yaşadıkları gibi sessizce ölürler…
Ülkeye turist gelsin diye milyonlarca dolar harcarken, rakip lobilerle mücadele etmeye çalışırken bile aklımıza gelmeyen bu Türk dostlarının sayısı giderek azalıyor.
* * *
Vera bunlardan biriydi. Rusya’daki en değerli Türkiye dostlarındandı.
Ondan geri kalan boşluğun ne derece ürkütücü olduğunu ben ancak onun tabutunun başında anlamıştım.
Bir çocuk gibi uyuyordu Vera. Gözleri her an açılacak gibiydi. Bazen üzerine düşen gölgeler onun birdenbire canlanacağı hissini uyandırıyordu.
Ama tören bitince önce üzerine bir tül örtüldü. Sonra tabutun üstü kapandı. Bir hayat böyle sonlandı.