Büyük zaferler kazananlar, tarihe altın harflerle geçtikleri sonucunu çıkarmak için fazla acele etmemeli. Bugünün tarihsel notunun konabilmesi için, bugünden çoook daha fazla zaman gerekiyor.
Son günlerde Rusya’da yapılan tartışmalar bunu gösteriyor. Boris Yeltsin’in Rusya Devlet Başkanı seçilmesinin 20. yıldönümü üzerine her kafadan bir ses çıkıyor. “Cesaret timsali bir dâhi”den tutun da “Batı uşağı bir sarhoş”a kadar bin bir çeşit yorum yapılıyor.
Halka sormuşlar. Yapılan bir ankete göre, 1991’de Yeltsin’e oy verenleri temsil eden kitlenin neredeyse yarısı (yüzde 46), o zaman verdiği oy için bugün çok pişman olduğunu söylemiş.
* * *
Yeltsin’in yıldızının ilk parlamaya başladığı zamanları hatırlıyorum. Komünist Partisi’nde başkent Moskova’dan sorumlu olduğu dönemleri (1985-1987).
Gıda satan alışveriş merkezlerini ve depoları bizzat denetlemeye başlamıştı. Troleybüse binmesi büyük haber olmuştu. “İlk kez bir komünist yönetici halka bu kadar yakındı”…
Önce Moskova semt yöneticilerini işten attı. Sonra yavaş yavaş parti üst yönetimini eleştirmeye başladı.
Lider Mihail Gorbaçov’un uyguladığı “yeniden yapılanma” (“perestroyka”)ve “açıklık” (“glasnost”) politikaları sayesinde bir süre fazla tepki görmedi. Görevinden alınma tehlikesi belirdiğinde ise önce özeleştiri yaptı, özür diledi. (Hatta alkollüyken kriz geçirerek intihar girişiminde bulunduğu iddiaları ortalığa yayıldı.) Sonra yeniden ve daha güçlü eleştirilere başladı.
Politbüro üyesi olmak üzereyken konum kaybederek başkent parti sekreterliğinden alındı. SSCB İnşaat Bakanı Yardımcısı yapıldı.
4 Mart 1990’da milletvekili seçildi. Halk oylaması ile Rusya Devlet Başkanı olma planını yürürlüğe soktu. Genel Sekreter Gorbaçov ise Sovyet parlamentosunda yapılacak seçimle Sovyetler Birliği’nin ilk Devlet Başkanı olma kararını uygulamaya girişmişti.
Gorbaçov 15 Mayıs 1990’da amacına ulaştı. 29 Mayıs 1990’da da Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti parlamentosu başkanlığına Yeltsin seçildi.
12 Haziran 1990’da ”Rusya egemenlik bildirgesi” kabul edilerek, Sovyet yönetimine meydan okundu. Tam bir yıl sonra yapılan seçimlerde de Yeltsin, halkın oyuyla Rusya Devlet Başkanı oldu. Böylece Moskova’daki çift başlılık derinleşirken, Yeltsin aynı yılın sonunda devleti dağıtacak büyük gücü kazanmaya başladı.
* * *
Yeltsin çok güçlüydü. Enerjisini, iradesini, kararlılığını, cesaretini ve sezgi yeteneğini, büyük ölçüde iktidar hırsından alıyordu.
Başlangıçta Yeltsin’in “halk adamı” kişiliği ve “mujik olduğu” üzerine çok yorum yapılıyordu. Kaba saba olmasının, kibarlık ve incelikle “vakit kaybetmemesinin”, iri yarı cüssesinin, hatta içki düşkünlüğünün ona puan kazandırdığı söyleniyordu. Dahası, eşi Naina çok sıradandı ve Gorbaçov’un eşi Raisa gibi “durmadan ortada görünüp lafa girmiyor” idi.
Ancak zamanla bu “halk adamı”nın, halkı ve ülkeyi çok kısa sürede yoksullaştıran, yer yer yağmalara yol açan bir ekonomik politika izlediği ortaya çıktı. Radikal liberal reformlarla Rusya’da kapitalizmi kurmak, bunun için devlet eliyle ve vahşi bir tarzda kapitalist yetiştirmek amacıyla yapılanlar, ne raflarda gıda malzemesi bıraktı, ne de toplumda moral...
Yeltsin inşaat mühendisiydi; ama yapmasını değil, yıkmasını çok iyi beceren bir yapısı vardı. Sovyetler Birliği’ni, ekonomiyi, toplumsal dengeleri, ideolojik ve siyasi değerleri, hatta ahlakî normları “başarıyla” yıktı.
Yerine ne getirdi? Yıktıklarının yerine neler “yaptı”? Bu soru boşlukta kaldı...
Ayrıca ülkeyi iç savaşa sürükleyen adımları (1993 Ekiminde parlamento binasını bombalatması ve 1994’te Çeçen savaşını başlatması), onun en büyük günahları arasındaydı.
O baştayken Rusya, Batı’ya bağlılıkta pek kusur etmedi. Özellikle de kilit önemdeki 1991-1993 yıllarında. “Arkadaşı Bill” (Clinton) onun garipliklerine kahkahalarla gülüyor, ama uyguladığı politikadan memnuniyetini gizlemiyordu.
* * *
Giderek Rusya toplumu Yeltsin’den bıkmıştı: Hastalıkları, skandalları, patavatsız çıkışları, adım başı kadro değişiklikleri insanları canından bezdirmişti. Artık halkın istediği tek şey vardı: huzur.
Birçok başbakan deneyerek kendi geleceğini güvence altına almak isteyen, ama kimseyle anlaşamayan Yeltsin, 1999 sonlarında, artık 1991’de tankların üzerinde dolaşan dinamik lidere pek benzemiyordu. Kamuoyu desteği yüzde 2’ye inmişti. Ülke parçalanmanın, toplum siyasi ve sosyal krizlerin eşiğindeydi.
Bu ortamda belki de “Rus derin devleti” diyebileceğimiz bir inisiyatif, şaşılacak kadar kısa sürede Vladimir Putin’i buldu, birkaç görevde denedi ve Yeltsin’in önüne sürdü.
Rusya 2000 yılına yeni bir liderle girdi. Genç Başkan’ın “eski liderden farklı olarak” “dinamik, sporcu, içkisi-sigarası olmayan, mütevazı ve istikrardan yana” olduğu kanısı toplumda güven yarattı.
* * *
Ve bir şey daha. Yeltsin döneminde Rusya-Türkiye ilişkileri (Türk işadamlarının Gorbaçov zamanında başladıkları girişimlerin devamını saymazsak) pek parlak yıllar yaşamadı. Özellikle siyasi diyalog açısından soğuk bir ortam hakimdi.
Yeltsin’den farklı olarak Rusya’yı “Batı’ya rağmen” güçlendirme çizgisini benimseyen Putin, izleyeceği politikanın ana halkası olarak ülkesinin enerji üretimi ve ihracatını seçtikten sonra, Türkiye’ye karşı tutum değişti.
Doğalgazdan başlayarak bir dizi ticari ve ekonomik konuda Moskova’dan Ankara’ya işbirliği önerileri yağmaya başladı. Türkiye, Rusya’nın “stratejik önem taşıyan ülkeler” listesine kaydedildi. Sonuçta iki ülke yönetimi arasında bugün daha da gelişkin bir düzeyde süren yapıcı bir diyalog kuruldu.