Beni selamlamak için uzattığı elin altından, kuşağına yerleştirilmiş hançerini görünce sormadan edemiyorum:
- Buna ne gerek var barış zamanında?
Cevap bıçaktan da kesin:
- Bir savaşçı için barış zamanı diye bir şey yoktur. Bir savaşçı her zaman hazır olmalıdır…
“Neye hazır olmalıdır?” diye sormuyorum. Öldürmeye! Savaşa! Onun yerine bir başka densiz soru yöneltiyorum:
- Sen hiç kimseyi öldürdün mü?
- Birçok tehlikeli hayvan öldürdüm.
Hançerini çekip birkaç hamle gösteriyor. Benim ilgiyle ve gülümseyerek izlediğimi görünce hızını alamıyor. Ani bir hareketle önüme doğru sıçrayıp hançeri boğazıma dayıyor.
Bir an acaba bu benim hayatımın son saniyeleri mi, diye düşünüyorum. İşte az sonra, doğduğum ve yaşadığım yerlerden çok uzakta, Afrika’nın ilk kez geldiğim Kenya adlı ülkesinde, “tam da yaşanacak yer” denilebilecek cennet gibi güzel doğanın içinde ölebilirim.
Ve hayatımı sonlandıracak olan Masai Kabilesi'nin bu genç savaşçısının adını bile bilmiyorum.
Yine ani bir hareketle hançerini boğazımdan çekip birkaç adım geri gidiyor. Hayatımı bağışlamaya karar verdiğinden mi? Yoksa arkamdan gelen kabile şefini gördüğünden mi?..
Şef beni omzumdan tutup biraz sert, ama babacan bir ifadeyle, sanki hiçbir şey olmamışçasına geriye döndürüyor. Disiplini bozarak aralarından uzaklaştığım öteki turistlerle beraber gezmeye geldiğimiz Masai köyünün merkezine doğru yürüyoruz.
Elim ister istemez boğamıza gidiyor. “Ne olursa olsun, yaşamak güzel!” diye düşünüyorum. Burada, neredeyse tarih öncesi bir ortamda ve oldukça ilkel şartlarda bile olsa...
Her şey asırlar öncesini hatırlatıyor
Gerçekten de burada zaman durmuş. Daha doğrusu bu halk zamanın durmasını istemiş. Ne son model arabalar, ne en gelişmiş bilgisayarlar, ne de teknoloji harikası cep telefonları! Hiçbiri umurlarında değil. Hatta elektrik bile kullanmıyorlar. Uygarlığın sunduğu nimetler yerine, kendi geleneklerini korumaya adamışlar sanki hayatlarını.
Karşımda duran kabile şefinin büyük dedesinin dış görünüşü de herhalde aşağı yukarı onunki gibiydi. Büyük ihtimalle onun da böyle kırmızı bir elbisesi vardı. Yüzünün ve vücudunun bir bölümü boyanmıştı, omzuna doğru sallanan kulak memelerinde özel olarak büyütülmüş koca delikler vardı. Ve gözlerine de gururlu bir savaşçı ifadesi yerleşmişti.
Bu dış görünüş ve bu gururlu bakış, yüzyıllardan beri değişmiyordu Masailer’de. Pascal Plisson, “Masailer: yağmur savaşçıları” adlı filminde bunu çok güzel anlatıyordu.
Masailer, Doğu Afrika’nın geleneklerine en bağlı kabilelerinden biri. 1500 yılı sonrasında Sudan’dan Güney Kenya’ya ve Kuzey Tanzanya’ya göçtükleri söyleniyor. Toplam 900 bin kadar Masai olduğuna ve bunun yaklaşık yarısının Kenya’da yaşadığına dair bilgiler var. Ama istatistik verilerine güvenmek çok zor; çünkü hem buralarda nüfus sayımları hakkıyla gerçekleştirilemiyor hem de Masailer’in çöl üzerinden bir ülkeden diğerine gitmesi denetlenemiyor.
Köy meydanında ilginç bir görüntü var. Bir yanda beyaz turistler sıralanmış, öte yanda esmer derili yerli halk. İki taraf da birbirini inceliyor. Ama Afrikalılar daha güvenli duruyor. Onlar bu ortamlara alışkın. Bu turistik gösteriler, kültürel hayatlarının en önemli parçasını olmasa bile, bütçelerinin hatırı sayılır bir bölümünü oluşturuyor.
Şarkı ve danslar başlıyor. Genç savaşçılar, oldukları yerde dans ederek zıplamaya başlıyorlar. Daha, daha, daha yükseklere.
Erkeklere göre daha kısa saçlı kadınlar, dans eden savaşçılara tempo tutuyor. 2-3 yaşındaki sevimli bir çocuk, kendi kendine dansı tekrarlamak için zıplamaya çalışıyor. Kabile şefinin anlattığına göre 1-2 yıl içinde hayvan gütmeyi öğrenecek. 14 yaş civarında sünnet olacak (Masailer’de sünnet, erkekler için de kadınlar için de zorunlu. Erkek çocuklarının herhangi bir anestezi olmadan ve acıyla bağırmadan sünnet olmaları isteniyor.) Sonra on yıl kadar hayvan güdecek; doğa ve vahşi hayvanlara karşı göstereceği başarı ve cesaret sayesinde gerçek bir savaşçı olacak. Ardından evlenmeye ve mülk sahibi olmaya hak kazanacak.
Masailer’in günlük hayatı
Kenya’nın temel gelir kaynaklarından biri turizm. Ama Masailer açısından turizmin yararından çok zararı olmuş. Eskiden beri özgürce göç ettikleri ve hayvancılık yaptıkları bölgelerin önemli bölümü ulusal park ilan edilip devlet kontrolü altına alınırken Masailer’e yasaklanmış. (Kabile şefi bir ara “Masailer’e filler ve zürafalar kadar değer vermiyorlar” dedi.) Bu “zarar”a karşı, şimdi bizim ziyaret ettiğimiz gibi bazı Masai köylerinin turistlere yaptıkları gösteriler ve sattıkları hediyeliklerle biraz para kazanması da sanki ufak bir “tazminat” olmuş.
Bazı Masailer otel ve restoranlarda müzik ve dans yardımıyla hayatını kazanıyor. Bazıları da koruma görevlisi olarak çalışıyor. Kenyalılar’ın çoğunun yaygın görüşüne göre “Masailer güçlü ve savaşkan bir ulus. Hırsızlık yapacaklarına güvenlik görevlisi olmaları daha hayırlı bir iş.”
Masai köyündeki evleri geziyoruz. Ufacık, karanlık, penceresiz kulübeler. Çamur ve kilden yapılan bu konutları inşa etmek kadınların göreviymiş.
Masailer süt ve kanla besleniyorlar. Bu arada kanını içtikleri hayvanı öldürmemeye ve damarlarına soktukları ince okların açtığı yaraları hemen tedavi etmeye özen gösteriyorlar. Çok nadiren ve özel günlerde et yiyorlar.
Alt dişlerinden birinin çekilmesi, Masailer’de bir gelenek. Bir başka gelenekse kulak memelerinin olabildiğince büyütülmesi ve süslenmesi. Omuza doğru sallanan koca kulak memeleri, Masai savaşçısının saygınlığını arttırıyor.
Erkek Masailer’de bir başka prestij unsuru da sahip olunan eş sayısı. Kenya’da yasalar çokeşliliğe izin veriyor. Çok sayıda hayvana sahip olan, hali vakti yerinde Masai’nin çok sayıda yardımcıya ihtiyacı var; yani çok çocuğa ve çok eşe...
Masailer bize kibritsiz nasıl ateş yakılacağını gösteriyorlar. Sonra köy meydanının arka tarafında kalan küçük pazarlarına davet ediyorlar. Orada kendi yaptıkları irili ufaklı bir sürü hediyelik var… Çoğu ilkel. Ama fiyatları el yakıyor. Bu arada savaşçı Masailer’in bakışları değişiyor. Ürünlerini almamız ve daha çok para harcamamız için yüzümüze gülüyor, bazen de ısrarlarla açıktan bize baskı yapıyorlar.
Tarihe karışabilirler
Masai köyünden ayrılma zamanı geldi. Hava iyice kararmadan Mombasa’ya, Hint Okyanusu kıyısındaki otelimize dönmemiz gerek. Ertesi gün de safariye çıkacağız. Doğu Tsavo Ulusal Parkı’na giderek onlarca türden vahşi hayvan göreceğiz. Ve bu arada “Masailer kadar değer verilmeyen” filleri ve zürafaları…
Köyden çıkarken, hançerini boğazıma dayayarak beni korkutan genç savaşçı gözüme çarpıyor. Heybetli duruşu ve ürkütücü yüz ifadesiyle sanki Savaş Tanrısı Ares’in ta kendisi.
Dünyanın belki de en ilginç halklarından biri olan Masailer’in 2-3 kuşak sonra bir kabile olarak tarihe karışacağı yolundaki tahminleri herhalde hiç bilmiyor. Ya da pek umursamıyor. Belki de böylesi daha iyi...