Hakan Aksay

29 Haziran 2012

‘Her yanınız ABD ile kuşatıldığında daha mı güvende olacaksınız?’

Suriye ile uçak krizinin ilk aşaması neyse ki savaş çıkmadan tamamlandı

Suriye ile uçak krizinin ilk aşaması neyse ki savaş çıkmadan tamamlandı. Ama sonuçta Türkiye’nin ciddi prestij kaybettiği, bazı sembolik açıklamalar dışında müttefikleri tarafından yalnız bırakıldığı, sadece içerde değil uluslararası çevrelerde de yoğun eleştirildiği ortada.

Uludere’de bile özeleştiri vermeyen iktidar, Suriye politikasında “asla hata yapmayan” üslubuyla adımlarına devam ediyor ve sınırda en ufak bir kıvılcımın bile savaş tehdidi yaratabileceğini bilmesine karşın tehlikeli bir hareketlenme içine giriyor. İşin ilginç bir ayrıntısı da, AKP hükümetini son dönemde sert eleştirilerle yıpratan bazı “liberaller” bile, “Eh, hata falan oldu ama, madem bu aşamaya geldik, o zaman devletin saygınlığını kurtarmak için gövde gösterisi şarttır” türünden garip bir “resmî-askerî uzmanlık” şapkası takarak savaş karşıtı tutumlarını inceden inceye değiştirebiliyorlar.

Belli ki, “üç alacaksak, bir koymaya” hazır – ve bu arada o “bir”in içinde kaç yüz veya kaç bin gencimizin hayatının mahvolacağına pek aldırmayacak - epeyce milliyetçi siyasi güç ve devletsever insan var bu ülkede.

Bunları “frenleyen” faktörlerden biri, Rusya. Kimisi “Teke tek dövüşte Suriye’yi rahat tepeleriz; ama arkasında Rusya var” diyerek temkinli davranılmasından yana. Ne diyelim, sığ yaklaşımlara ve ezelî düşmanlıklara dayansa bile, “temkinli olmak” iyidir. Ah, bir de bu tür oyunlarda asla “tek başına” olunamadığını ve kolayca “başrolün kapılamayacağını”, bizi arkamızdan timsah dolu bir havuza itenlerin varlığını ve Ortadoğu’da son yıllarda olup bitenlerle büyük devletlerin perspektiflerini görmek mümkün olabilse!..

 

*      *      *

 

Suriye krizinde, Ankara’nın en çok dikkat ettiği konulardan biri Moskova ile ilişkileri. Bence buna bir şey daha eklenmeli: Moskova’nın da en çok göz önünde bulundurduğu meselelerden biri, Ankara ile sıkı bağları. Kolay değil; 30 milyar dolarlık ikili ticari hacminin yanı sıra Türkiye’ye 7-8 milyarlık yatırımla girmişsin, bunun üstüne sadece Denizbank’ı alırken 3,5 milyarı daha masaya koymuşsun, ayrıca 20 milyarlık nükleer santralin yapımına koyulmuşsun, son dönemde zaman zaman sıkıntıların yaşandığı gaz piyasasında en büyük müşterilerinden biri Ankara ve yeni enerji inisiyatiflerinin önemli bölümü Türkiye’den veya onun bulunduğu bölgeden geçiyor. Yani? Bağımlısın. (Anlamayanlar için farklı bir cümleyle anlatayım: Yalnızca Türkiye Rusya’ya bağımlı değil, Rusya da Türkiye’ye bağımlı.)

Bu yüzden iki devletin liderleri de birbiriyle sık sık görüşüyor ve her zaman özenli bir dil kullanmaya gayret ediyor.

“Düşürülen uçağımızı acaba Ruslar mı vurdu?” sorusuna AKP Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik’in cevabı bu açıdan önemli: “Bir Rus inisiyatifi söz sahibi olsaydı, Rusya, Suriye’nin böylesine irrasyonel bir adım atmasını engellerdi. Çünkü bunun sonuçlarının ne olacağını en çok onlar görür.”

Görülen o ki, farklı cephelerde olmanın doğal sonucu olarak zaman zaman Rusya ve Türkiye arasında sorunlar yaşansa da, taraflar bunu kriz boyutlarına taşımamak ve ikili ilişkilerini bozmamak için ellerinden geleni yapmaya kararlılar.

Keşke 1-2 yıl gerilere gitmek mümkün olabilse de, o dönemler Suriye ile kurduğu olumlu ilişkilerinin de sayesinde Türkiye, bölgedeki gelişmeleri barışçı yöntemlerle etkileyebilecek, Şam yönetimine baskı yapabilecek, bu konuda Moskova ve diğer başkentlerle arabuluculuk misyonunu üstlenebilecek bir devlet konumunda kalabilseydi…

 

*      *      *

 

Moskova, Batı’nın kendisini hep aldatarak yeni mevziler kazanma yolundan gittiği görüşünde. Nasıl geçmişte Gorbaçov’a verilen sözler tutulmadıysa, dün Libya operasyonuna yeşil ışık yakan Medvedev’e vaat edilenler de yerine getirilmedi.

Konu Suriye olunca Rusya tutum değiştirdi. Çünkü Suriye’nin jeopolitik konumu son derece önemli. Üstelik Rusya’nın Akdeniz’deki tek askerî üssü burada. Moskova bütün bunları kaybederse, çok daha fazlasını da kaybedebileceğini düşünüyor.

Her şeyden önce Suriye’nin “demokratikleştirilmesi” harekâtından sonra sıranın “ABD’nin bölgedeki temel düşmanı” olan İran’a geleceğini, Ortadoğu’da dengelerin tümüyle değişmesinin ardından da gözlerin Kafkasya ve Orta Asya’daki eski Sovyet ülkelerine, hatta “uygun bir fırsat yaratıldığında” kendisine çevrileceğini hesaplıyor. Yeterince randıman alınamayan “renkli devrimler” sonrasında, “Arap Baharı”ndan “Slav Baharı”na uzanan nice teoriler çoktan yazıldı bile.

Rusya, bu yaklaşımla Suriye’nin “düşürülmesini” engellemeye çalışıyor. Elbette Beşar Esad Moskova’yı da çoktan bıktırdı ve onun yerine bir başka “uygun lider” olması Rusya yönetimini de rahatlatırdı. Ama iç savaş gerginliği ve dış müdahale ortamında bu senaryonun ne kadar gerçekçi bir hedef olduğunu söylemek zor. Bununla birlikte yarınki Cenevre Konferansı öncesinde, karşılıklı tavizler verilerek Şam yönetiminin bir süre varlığının korunacağı öngörüleri yaygın.

Kremlin, genel olarak Batı ile pazarlıklardan ve uzlaşmadan yana. Ama stratejik çıkar bölgelerinde köşeye sıkıştığında sert davranmaktan da kaçınmıyor. 2008 Ağustosundaki Rus-Gürcü savaşı bunu gösterdi. Ve yine (bugünkü gibi) büyük ölçüde “kendi derdinde” olan Batılı ülkeler, sırtını sıvazladıkları Saakaşvili’yi kurtaramadı.

 

*      *      *

 

Yazıyı bitirme aşamasında bir Rus dostumla sohbet ettim. Kendisi önce bana Türkiye’nin Suriye politikası ile nereye gelmek istediğini, ne kadar kararlı olduğunu, Rusya’yı ne kadar anladığını sordu. Sonra şunları söyledi:

“Sovyetler’i savunduğumu sanma, ama SSCB varken ve kendi çıkarlarıyla, iyi ya da kötü niyetle her yerde ABD’nin karşısına dikilirken, bu durum sizin gibi ülkelere büyük şans tanıyordu. Türkiye her ne kadar Batı ittifakı içinde yer alsa da, komşu SSCB’nin varlığını ustaca kullanarak Batı’yı dengelemesini ve kendini birçok maceradan korumasını başarabiliyordu.

Şimdi ABD’ye ve NATO’ya karşı gelmeniz zorlaştı. Gerçi bir ara Irak müdahalesine karşı çıkabildiniz ve Rus-Gürcü savaşında ölçülü bir tutum takınabildiniz; ama sizi çok iyi tanıyan Batılı müttefiklerinizin ‘Sen de büyük devletsin, yürü aslanım, arkandayız!’ türü kışkırtmalarını her zaman göğüsleyemiyorsunuz.

Sonuçta ne olacağını bekliyorsunuz ki! Suriye’yle savaşıp onu yenseniz bile, zaferin meyvelerini size bırakırlar mı? Üstelik ‘kullanılmaya açık’ onca hassas iç meseleniz varken…

Washington’un ve NATO’nun sizi de bizi de kuşatmaya çalıştığını görmüyor musunuz? Bakın komşularınıza! Irak malum! Şimdi diyelim ki, Suriye! Yarın İran!.. Yukarıda Gürcistan zaten çoktan ‘çantada keklik’! Öbür tarafta Bulgaristan ‘teşne’…

Her yanınız ABD ile kuşatıldığında daha mı güvende olacağınızı düşünüyorsunuz?

Ya bir gün size de ‘demokrasi ihraç etmek’ isterlerse?..”