Hakan Aksay

11 Şubat 2014

'Gücü özgürlüğünde' ne güzel bir slogan, değil mi Fatih Altaylı?

Türkiye'nin bu bataklıktan kurtulması için her türlü pislikten arınması gerekiyor; siyasette de, medyada da.

Dün akşam sizi Cüneyt Özdemir'in programında izlerken aklıma sık sık bu slogan geldi:

"Gücü özgürlüğünde."

Ne güzel bir medya sloganı bu.

Hayır, dalga geçmiyorum.

Gerçekten de çok güzel bir slogan.

Ve maalesef bugün inanılması güç bir rüya, gerçekleşmesi mucize bir hayal gibi...

*     *   *

En baştan söyleyeyim:

Amacım sizi yermek, aşağılamak, istifa etmenizi istemek falan değil. Hatta (programla ilgili twitlere bakınca), kendimi sizden nefret eden devasa kalabalığın içinde görmediğimi de belirtmeliyim.

Dahası, dünkü programla ilgili olarak, elbette Cüneyt'e, ama en çok da size teşekkür etmek gerektiğini düşünüyorum.

2014 Türkiyesi'nde gazeteciliğin içine düştüğü durumu eskisinden daha iyi, daha etkili ve daha çıplak olarak görmemizi sağladığınızdan dolayı.

Hani, ağdalı-cüsseli laflara düşkün biri olsam, dünkü programın ve bazı sözlerinizin "tarihi" olduğunu bile söyleyebilirdim.

*     *   *

Doğrusu, sizi izlerken içim burkuldu.

Bir gazeteci olarak, bir insan olarak.

O kadar mutsuz ve gergin, o kadar sinirli ve çaresizdiniz ki.

Program boyunca sizin, yani Fatih Altaylı'nın neredeyse bütün yüzleri ekrana konuk oldu:

-      Türkiye medyasının en önemli isimlerinden biri...

-      Patronuna bağlı bir yönetici...

-      Hayatını medyanın dışında düşünemeyen tecrübeli bir gazeteci...

-      Dengeli ve bağımsız yayın yönetmeni imajı vermek isteyen bir idareci...

-      Yeri geldiğinde eleştirmekten, kavgaya girişmekten, isyan etmekten korkmayan bir "delikanlı"...

-      Yeri geldiğinde iktidara ve yöneticilerine karşı alttan almanın, onları "idare etmenin" bir "yönetim sanatı" olduğunu, bazen de "mecburen" boyun eğmenin "oyunun kuralı" sayıldığını düşünen bir müdür...

-      Ne olursa olsun, sonuçta halkın, meslektaşlarının ve ailesinin gözünde hiçbir ahlaki kusuru ve utanılacak kararı olmadığına inanan bir insan...

*     *   *

Bu "Fatihler" çarpıştı durdu dün.

Ve besbelli ki, içinizdeki "delikanlı" çok yaralandı.

"Ağırıma gidiyor" derken içten olduğunuzu düşünüyorum.

Ne var ki sonuç ortada:

Yaratmak istediğiniz (ya da öyle söylediğiniz) tarafsız ve saygın gazeteyi doğurup tertemiz büyütmeyi başaramadınız. Dolayısıyla size de buradaki sıfatları hakkıyla üstlenmenin nasip olduğunu söylemek zor.

"Habertürk: Gücü özgürlüğünde" sloganı bugün ironik, hatta trajikomik bir hale geldi. Güç belki var, ama özgürlük yok. "Evet efendim", "derhal efendim", "özür dilerim beyefendi"ci bir gazetecilik var.

Sahnede öne çıkan Fatih Saraç adlı bir  "Başbakanlık komiseri". Ama o yalnız değil; sağında solunda bir sürü aktör var: Patron ve patron temsilcilerinden gazete hiyerarşisindeki bir dizi basamağa kadar.

Ve elbette en önemli aktörlerden biri de sizsiniz. Kader! Hem gazetenin önderi, hem de yaşanan rezaletlerin dışında biri olmak mümkün olamıyor.

Zaten siz de bunu hissediyorsunuz. "Ortam böyle, hepimiz pisliğe battık" türü bir kolektif sorumluluk paylaşımı ile kendinizi rahatlatmaya çalışıyorsunuz.

Ama içinde bulunduğunuz karmaşık durumda şu ihtiyacın hakkını veremiyorsunuz: Türkiye'nin bu bataklıktan kurtulması için her türlü pislikten arınması gerekiyor; siyasette de, medyada da.

*     *   *

"Bugün gazeteciliğin onuru ayaklar altındadır" diyorsunuz. "Tümüyle gazetecilik" açısından değil belki, ama genel olarak bu saptama haklı görülebilir.

Ancak "en önemli gazetelerden biri"ni yapan, "en önemli medya yöneticilerinden biri" olarak kendi onurunuzu, nedense saptamanızın üstünde ve dışında tutma eğilimindesiniz. (Hatta "Türkiye'nin en onurlu 20 gazetecisi" arasında bulunduğunuzu ilan ediyorsunuz. Nasıl hesapladınız bu "onur skalası"nı, merak ettim.)

Olmuyor, Sayın Altaylı, hepsi bir arada olmuyor.

Bir önceki paragrafta "en önemli" kelimelerini tesadüfen "bold" yazmadım. Siz hep en önemli, en büyük, en etkili olma peşindeki medya yöneticilerinden birisiniz.

Keşke en ilkeli, en doğru, en objektif gazetecilik peşinde olsaydınız. (Bu konuyu kısa kesiyorum; çünkü sanırım siz bu tür bir gazeteciliğin pek mümkün ve etkili olmadığını, sınırlı imkânlarla da ciddi gazetecilik yapılamayacağını düşünüyorsunuz.)

*     *   *

Elbette birçok konuda doğru ve örnek haberler yapabilirsiniz. Bu arada Başbakan'ın ve adamlarının fırçalarına hedef olabilirsiniz, kutsal uçaklara alınmayabilirsiniz, bir "cemaatçi" bir "iktidar yandaşı" diye sağlı sollu ataklarla ve adaletli-adaletsiz eleştirilerle karşılaşabilirsiniz.

Ama bütün bunlar iktidarın müdahale edip çekidüzen verdiği, patronunun ekonomik çıkarlarını en öne almak zorunda kalan bir medya grubunun yöneticilerinden biri olmanız gerçeğini değiştirmiyor ki.

Dün Fatih Saraç'ı, medyaya baskıları, "doğruları giderek azalan" AKP'yi, dolaylı olarak da olsa Başbakan'ı eleştirdiniz. Baskılara direndiğinizi dile getirdiniz, ima yoluyla da olsa istifanın eşiğine geldiğinizi ifade ettiniz.

Bu ve benzeri sözlerinizden dolayı görevinizi kaybedebilirsiniz. (Cüneyt programı kesmeseydi belki o sinirle daha fazlasını da haykıracaktınız.) Siz her ne kadar "Ben istifa edersem patron gazeteyi kapatabilir" deseniz de, yerinize pekâlâ bir başka yönetici gelebilir. Bunlar doğal artık medyamızda.

Tekrar edeyim, ben sizin istifa edip etmemeniz üzerine değil, gazeteciliğimizin içinde bulunduğu durum hakkında yazıyorum.

*     *   *

Ve durum gerçekten çok vahim. Dün akşam siz buna çok güzel ışık tuttunuz.

"Havuz gazeteciliği hakim kılınmak isteniyor" dediniz. Ağzınıza sağlık!

"Medyaya baskıyı ne zannediyordunuz, telefon açıp 'Rica etsem haberi çıkarır mısın?' diyeceklerini mi sanıyordunuz?" dediniz. Hay yaşayın siz!

"Bugün herkes benzer baskıların altında gazetecilik yapıyor. Herkesin içinde bir korku var. Yıllardır bu baskı biliniyordu. Şimdi ilk defa medyaya baskının etiyle kemiğiyle ortaya çıkmasıdır bu." dediniz. Bu sözler için binlerce teşekkür size!

Her ne kadar siz, gazeteciliğin iktidarın izin verdiği ölçülerde de onurlu bir şekilde yapılabileceği gibi katılmadığım bir anlayışı savunsanız da, kriz içindeki medya sisteminin kendi kendisiyle yüzleşme girişimi olarak birçok cümleniz altı çizilecek cinstendi.

*     *   *

Umursamayacağınızı tahmin ettiğim son bir şey daha: Dün bir ara, "Bu şartlarda bütün gazeteciler mutsuz" gibi bir tespitiniz oldu. Ne demek istediğinizi anlıyorum. Ama inanın, mutluluk ve mutsuzluk epeyce göreceli bir duygu.

Sizi izlerken 32 yılda büyük mevkilerde bulunmuş, hatırı sayılır bir popülarite ve para kazanmış Fatih Altaylı gibi ünlü bir gazeteciye kıyasla, çevremde nispeten küçük yayın organlarında son derece mütevazı şartlarda çalışan birçok insanın çok daha mutlu olduğu hissine kapıldım.

Bunun sırrı belki de, koskoca ve görkemli kara gemilerle ilerlerken "herkes gibi" ve "mecburen" kirlenmektense, bağımsız gazetecilik umudu ve çabasıyla küçük beyaz kayıklarda denize açılmak olabilir, diye düşündüm.

 

@AksayHakan