Hakan Aksay

23 Haziran 2013

Gezi direnişi günlerinde T24: Manzaramız ve hayallerimiz…

T24'ün Boğaz’a açılan balkonunda hayal kurmak keyifli. Gazetecilik adına ışıltılı hayaller bunlar…

Taksim’in burnunun dibinde yaşlanmakta olan bir binanın üçüncü katındaki mütevazı ofisin balkonundan sürpriz bir açıyla Boğaz’ın rengârenk coşkusuna uzanan manzara, yaklaşık üç yıl önceki ilk gelişimde büyülemişti beni. Galiba bunun tek nedeni, başına buyruk bir mavilikle dalgalanan denizin, mahcup bakışlarla bir an önce sahneden çekilmek ister gibi süzülen beyaz gemilerin ve gökyüzünde bitmek bilmeyen bir enerjiyle dans eden martıların gizemi değildi. Daha çok, bu hiç de zengin sayılamayacak ofisin balkonundan bakarak hayal kurmanın son derece keyifli bir uğraş olduğu izlenimiydi.

T24’ün hayalleri ve umutları, hâlâ ulaştığı amaçlardan ve başarılarından daha fazla. Ama artık bagajında, hiçbir siyasi ve ekonomik gücün kanatları altına girmeden bağımsız gazetecilik yapma çabasıyla geçen dört yıla yakın bir sürede biriktirdiği deneyimler var. Ve şimdi bu deneyimler içinde 3 haftalık Gezi Parkı süreci çok özel bir yer tutuyor.


* * *
 

Gezi direnişi sırasında Türk medyası bir kez daha, ama bu sefer hızla ve şiddetli bir gürültüyle çöktü. Gazeteciliğin ön koltuklarında sürekli yeri olduğu inancıyla ve kibriyle davranmaya alışık pek çok “medya aktörü” gelişmelerin temposuna dayanamadı. Ne görkemli televizyon kanalları ayakta kalabildi, ne de büyük gazeteler!

Çünkü onlar, gazeteciliğin en temel görevine “paydos” demişlerdi: Haber vermiyorlardı! Bazen yarım ağızla konuşuyor, bazen de tam sansür uyguluyorlardı. Koskoca bir medya sanki ortadan kaybolmuştu. Para kazanmak için, daha doğrusu patron kasasına başka yerlerden akan paracıkların önünün kesilmemesi için penguenlerin, yemek tariflerinin, spor ve magazin renklerinin, “olayın bambaşka boyutlarını sergileme” şaklabanlığının, iktidarın sesinin halka ulaştırılması gayretkeşliğinin ve şirin köşe yazılarında itinayla icra edilen laf cambazlığı ile top çevirme sanatının arkasına gizlenmişti medya. Gizlenmiş, un ufak olmuş, iyice görünmezleşmişti.

Bu ortamda az sayıda gazete ve televizyon kanalıyla birlikte internete döndü gözler. “Baş belası” sosyal medya şahlandı. İnternetin öne çıkan isimleri arasında T24’ün atağı dikkat çekti. Çeşitli yaş kategorilerinden ve sosyal kesimlerden, siyaset ve inanç yelpazesinin farklı kanatlarından birçok insan, habercilikte ve yorumculukta güvenilir adresi sık sık internette aynı harflerin ve sayıların tuşlarına basarak aramaya başladı: www.t24.com.tr .

T24’ün okur sayısı katlanarak arttı. Bazı günlerde son aylardaki okur kitlesinin birkaç katına, yeni on binlere, hatta yüz binlere uzanacak biçimde hızla genişledi. Köşe ve blog yazılarının sayısı ve kalitesi yükseldi. Güçlü kalemler yazılarını paylaşmak için özellikle T24’ü tercih etti; görüşlerini yansıtmak isteyen pek çok aydını “konuk” ettik. Ama yaşanan olağanüstü hareketlilikten dolayı emeklerini ve önerilerini değerlendirmeyi başaramadıklarımız da oldu.

Bu arada yoğun günlerin karmaşık trafiğinde ve dezenformasyonun arttığı süreçte hatalar yaptığımız, yeterli özeni göstermeden yer verdiğimiz haberler de oldu, bize yöneltilen haklı eleştiriler de.

Ve bu günlerde - bir kısmını henüz hak etmediğimizi iyi bildiğimiz - çok sayıda övgü ve dayanışma mesajı aldık. Beklentileri yükselen kıdemli okurlarımızla son haftalarda tanıştığımız okurlarımıza daha kaliteli bir T24 sunmak için yeni adımlar atma hazırlığı yapıyoruz. 


* * *

Bu fotoğraf, bir gece yarısı (daha doğrusu sabaha karşı) benim hayranı olduğum balkondan ofisi “dikizleyen” bir bakışla çekildi. Dışarıdaki yoğun gaz saldırısından kaçan insanlar için “T24 Bağımsız Sığınağı” olduğumuz gecenin unutulmaz görüntüsüdür o. Gazetecilik, bu fotoğrafın satır arasına sinmiştir belki; ama ön planda, her türlü meslekten önemli olan tek şey vardır: İnsanlık. Veya ahlak. Ya da vicdan… (Birkaç gün önce, o gece gazdan kaçarken tesadüfen T24 ofisine sığınan insanlardan bazıları, ellerinde “uğur böceği” şeklinde bir pasta ile “teşekkür ziyareti” için geldiklerinde doğrusu çok duygulandık.)

Çoğu ne “tüm lezzetiyle” bir askerî darbe yaşamış, ne de bir gözaltının, polis copunun ve sorgusunun tadına bakmış T24 çalışanı genç arkadaşlarımız, galiba bu 3 haftada epeyce olgunlaştılar. Her biri, görev sırasında yediği gazın şanını, birer gazetecilik madalyası gibi gururla ve neşeyle taşımaya başladı.

Bu arada doğrusunu isterseniz politikadan çok fazla bahsetmedik kendi aramızda. Yani, nasıl söylesem… Hayatımız ve bütün haberlerimizle yazılarımız, kuşkusuz, politik renklerde can ve kan buluyordu. Ama odak noktamız “siyasi tavır”, “iktidar mücadelesi” falan değil, sadece gazetecilikti. Olan bitenin bir yanını gizleyip öteki yanını allayıp pullayan “yanlı habercilik” değil, gerçek gazetecilikti işimiz. Haber alma özgürlüğünün sınırlarını genişletmekti. Profesyonel becerilerimizi geliştirmekti. T24’ü güçlendirmekti.

Bu çizgide gazetecilik serüvenimizi sürdüreceğiz (günümüz Türkiyesi'nde bizim meslek biraz da serüveni andırıyor çünkü). Ve daha aşmamız gereken epeyce engel var önümüzde.

Her gün T24'teki haberleri ve yazıları okumak için penceremizi aralayan yüz binlerce okurumuzdan kuvvet alarak...

İmkânlarımız ölçüsünde kadromuzu güçlendirerek, yeni gazetecilerin ve stajyerlerin katkısını kazanmaya çalışarak...

Bağımsız bir gazete olarak varlığımızı ve gelişmemizi güvence altına alacak bir bütçeye ulaşmanın yollarını bularak...

Habercilik hattımızı pekiştirerek, mesleki cesaretimizi ve yaratıcı yaklaşımlarımızı bereketlendirerek...

Türkiye medyasının belki de en nitelikli yazar ve uzman ekibinin tanıdığı büyük imkânları – elbette onları haberin önüne ve yerine koymadan – hakkıyla değerlendirmeye çalışarak...

... yolumuza devam edeceğiz.


* * *


Ünlü Rus yazarı Mihail Bulgakov'un bir sözünü hatırlıyorum: “Uzun bir yolculuğa çıkan insan, yolun sonunda mutluluğa ulaşacağını bilse bile, sadece yolun uzunluğundan dolayı içinde bir ürperti hissetmez mi?..”

Pek kısa bir yola benzemiyor bizimkisi. Üstelik sonunda mutluluk olduğundan da emin değiliz. Ama bu yoldan giderken burnumuza mutluluğa benzer bir koku geliyor. Bu yol bizi ne zaman, nereye çıkaracak, kim bilir...

T24’ün geleceğini, bundan sonraki yıllarını, hatta aylarını, bu arada 10 hafta sonraki dördüncü doğum gününü nasıl karşılayacağını bile bilmiyorum.

Ama iyimserim. T24 konusunda “milyonluk” televizyonlarla ve gazetelerle kıyaslayamayacak kadar iyimserim.

Çünkü burada, bu ofiste, T24’ün Boğaz’a açılan balkonunda hayal kurmak gerçekten çok keyifli.

Gazetecilik adına berrak ve ışıltılı hayaller bunlar…

 

@AksayHakan