Hakan Aksay

10 Temmuz 2011

‘Efendiler’ ve ‘ukalalar’…

Söz gelimi, bugünlerde NTV’den ayrılmak durumunda kalan Banu Güven az 'ukalalık' yapmadı ekranlardan, değil mi?

Ülkemizde entelektüel bagajı yüklü insanlara “entel”; zeki, birikimli ve bağımsız fikir sahibi kişilere “ukala” dendiği oluyor. Hem de sık sık. Ee, aydınlara ve bilgiye saygımız sonsuz ne de olsa…

Ha, bir de “entellik” ve “ukalalık” etmeyen, başkalarının tecrübe dağarcığıyla bir ömür geçirmeye teşne ve bu arada otoriteler karşısında asla farklı fikir ve tutum sergilemeyen insanlar için kullanılan “efendi” sıfatı var.



Aslında “efendi” kelimesinin eski anlamlarından biri bambaşkaydı: Eğitim görmüş kişiler için özel adlardan sonra kullanılan unvandı bu.

Şimdi bazen aynı kelime “uslu, uysal, edepli, başkaldırmayan” anlamında kullanılıyor. Yani “efendi”nin içinde en ufak bir “efe”lenme aramayın artık!..

İktidarlar hangi tip insanları sever dersiniz? Efendileri mi, ukalaları mı?

Soruyu daraltmayı deneyelim: Mesela, ne tür gazeteciler iktidar açısından daha tercih edilirdir? Efendiler mi, ukalalar mı?

Söz gelimi, bugünlerde NTV’den ayrılmak durumunda kalan Banu Güven az “ukalalık” yapmadı ekranlardan, değil mi? Erken terhis, pardon, erken tatil edilen Can Dündar’ın da fazla “efendice” davrandığı söylenemez. Nedim Şener, Ahmet Şık ve cezalandırılan öteki gazeteciler için ise ne desek az…

* * *

Bir de danışmanlar var. Ya onlar açısından “efendilik” ve “ukalalık” kavramları nasıl bir anlam ifade eder acaba?

Aklına ve bilgisine güvenilen, “Ya sen ne dersin?” diye sorularak sözlerine kulak verilen, farklı bir yaklaşımla yeni bir perspektif açması beklenen kişilerdir, değil mi bu “danışmanlar”?..

Biliyorsunuz, geçenlerde bir fotoğraf gündemimize oturmuştu. Anadolu Ajansı muhabiri Kayhan Özer’in sabitlediği “o özel an”, Yıldırım Türker’in kalemiyle bütünleşerek tam anlamıyla ebedileşmişti.

O artık tarihî bir fotoğraftı! Bir sanat eseri! Adı: “Başbakan ve danışmanları”…

Fotoğraf üzerinden gidilerek, buyurgan bir tarzda oturan Tayyip Erdoğan ve sanki ona saygıda kusur etmeme hissiyle ayakta dikilen beş danışmanı arasındaki ilişki üzerine çok şey konuşuldu ve yazıldı.
Bu arada bir arkadaşımın yorumu aklıma takıldı kaldı:

- Başbakan’ın bütün danışmanları çok efendi, hallerinden belli!..

- Efendi mi? Hem danışman, hem de efendi mi?..

* * *

Düşüncelerim yıllar önce bu “efendilik” kavramını sorgulayıp tartıştığımız günlere uzandı.

- Falanca nasıl bir insandır?

- İyidir, efendi çocuktur...

Bu konuşmaları az duymuyoruz. Doğrusu, önceleri ben de kullanırdım bu garip tanımlamayı, kimin ağzında ne anlama geldiği belli olmayan “efendi” kavramını.

Artık başka anlatımlar bulmaya çalışıyorum. Benimle ilgili olumlu kanısını “efendi çocuk”, “efendi adam” diye başlayarak ifade eden az sayıdaki insan da artık bende derin bir kuşku yaratıyor.
Bakıyorum, bu “efendi” sıfatı, başka pek çok insana da uyuyor, onlar için de kullanılıyor…

* * *

Ne kastediliyor bu efendilikle? Kendi kendisinin efendisi olabilen insanlar mı?

Hayır. Kimisi için, saygı göstermesini becerebilen, kibar insanlar bu sıfatı hak ediyor. Çoğunluk ise, büyüklerinin ve başka otoritelerin yanında oturmasını kalkmasını bilen, gereksiz yere lafa girmeyen, aykırı görüşler ortaya atmayan, “peki efendim”, “haklısınız” veya “doğru söylüyorsun, abi” kelimelerini güzel telaffuz edebilen, uysal görünüşlü insanlara “efendi” diyor.

Tam tersi izlenim bırakan kişiler ise genellikle “ukala” olarak nitelendiriliyor. Özellikle de genel doğruları yinelemek yerine, kendi düşüncelerini üretip onları savunma cesareti olan kişiler böyle damgalanabiliyor.

* * *

İçinde bulunduğum gerek iş, gerekse de toplumsal çalışma ortamlarında, akraba ve arkadaş çevresinde ve tabii politika alanında, insanların otorite karşısında kolayca boyun eğdiğini ne kadar sık gözlemlediğimi düşünüyorum.

İlkokulda futbol oyunlarımızdan önce hemen herkesin, hem daha iyi oynayan, hem de yaşça ve boyca daha büyük olan bir-iki çocukla aynı takıma düşmeye çalıştığı; bu gerçekleşince çeşitli kabalıklara ve haksızlıklara nasıl göz yumduğu gözümün önüne geliyor…

Sonraki yıllar… Müdürlerle, patronlarla, komutanlarla, liderlerle ilişkiler… Göbek üzerinde birleştirilmiş uysal eller…

* * *

Bir politikacı, bir yurttaş, bir üye, bir oğul, bir öğrenci ne kadar “efendi”, ne kadar “ukala” olmalı diye düşünüyorum.

Birinci – “olumlu” - sıfata göre, ikinci – “olumsuz” - olanı daha çekici görünüyor bana. Özellikle de bizimki gibi otoriter yaklaşımların (ailede, okulda, çalışma yaşamında ve politikada) egemen olduğu toplumlarda, çıkardıkları tüm tatsızlıklara ve çatlak seslere karşın:

Varsın ukalalar, efendilerden fazla olsun!..

Ve yöneticiler, ve dahi başbakanlar, karşılarında el pençe divan duran ve aykırı fikir zikrederse koltuğunu kaybedebileceği kabusuyla yaşayan “efendi” danışmanlarla değil, gerçekten “danışabilecekleri”, özgün yaklaşımlara, yargılara sahip olan, ayrıca – burası çok önemli – kendi kişiliklerine saygı ve güven duyan “ukala” uzmanlarla mesai yapıp onlardan beslenmeyi öğrenebilsinler…