Uyanmasıyla hapşırması bir oldu. Allah'ın belası hastalığı bir türlü atlatamadığını düşünerek homurdandı. Oysa bugün çok önemli bir gündü. Beyefendi'yi görecek, hatta onun önünde bir konuşma yapacaktı.
Kahvaltıda gazetelere bakarken iyice neşesi kaçtı. Yolsuzluk haberlerinin ve görevden almaların ardı arkası gelmiyordu.
"Şu vartayı bir atlatalım, kurban keseceğim vallahi!" cümlesini içinden kim bilir kaçıncı kez telaffuz etti.
Sonra her seferinde yaptığı gibi kendini rahatlattı: "Burası Avrupa değil, hiçbir şey çıkmaz. Halkı tanıyacaksın halkı!"
Yapmacık bir gülümsemeyle gazeteleri karıştırmaya devam etti. Beyefendi'nin son demeciyle ilgili bir haberi okurken çay bardağını devirdi. "Bu kadar da herkesi karşına almayacaksın, canım! Yarın öbür gün seçimlerde şey olursa..."
Kendi sözlerinden ürkerek sağa sola baktı. Çevresinde kimse yoktu. Derin bir nefes aldı. "Yok yok, hiçbir şey olmaz" dedi, "Halkı tanıyacaksın halkııı!"
* * *
Halkı hatırlayınca yüzünde alaycı bir ifade belirmişti. Bu ruh hali, aklına bazı meslektaşlarını getirdi. Gülüşünün alay dozunu yükselterek birkaç muhalif gazetecinin yazısına göz attı. Bir ara bakışı ciddileşti. Sonra elindeki gazeteyi fırlattı. "Sen hâlâ iktidar düşmanlığı yap!.."
Sinirini bastırarak güldü yine. Daha düne kadar kendine tepeden bakan bir sürü gazeteci işten atılmıştı; kimi işsiz ve meteliksiz kalmıştı, kimi de "üçüncü sınıf gazeteler"e ya da adı sanı bilinmeyen internet sitelerine sığınmıştı.
Oralardan kendisini "yandaş gazeteci" (YG) olarak eleştirenlere acıdığını düşündü. Aslında acımaktan çok nefret ediyordu onlardan. Hatta birkaç kez onların ölmesini istediğini düşünürken yakalamıştı kendini.
Sadece karşı görüşten olanların değil, kendisi gibi Beyefendi'nin yanında yer alanların bir kısmından da nefret ediyor ve onların da ölmesini istiyordu. Özellikle de Beyefendi'yle sık sık görünenlerin, onun uçağına binme ve ona soru sorma şerefine ulaşanların...
Oysa Beyefendi'nin görüşlerini en iyi savunanın kendisi olduğu "iki kere iki dört"tü. Üstelik ötekilerden farklı olarak kendine hafif kabadayı havası veriyor, sanki Beyefendi'yi bile eleştirebileceği izlenimi yaratıyor, ama tam zamanında en zeki kelimeleri bularak sadakatini kanıtlıyordu.
Bir kez daha kendine hayran oldu. Ellerini arkasında birleştirerek aynanın karşısına geçti. "Sen değil başdanışman ve bakan, başbakan yardımcısı bile olursun alimallah..."
Durdu. Kaşlarını kaldırıp gözlerini küçülterek "bu kadar yeter" gibi bir tavır takınarak kendini mütevazılaştırmaya çalıştı. Şimdi önemli olan bugünkü toplantıda Beyefendi'nin iyice gözüne girebilmekti.
* * *
Konuşmasını bitirince aldığı alkışların bile farkında olmadan göz ucuyla Beyefendi'ye baktı.
Beyefendi eliyle ağzını kapatarak ciddi bir yüz ifadesiyle yanındakilere bir şeyler söylüyordu.
Acaba konuşmasını beğenmemiş miydi? Yoksa bir yanlışını görüp yanındakilerle paylaşarak onun cezalandırılmasını mı istemişti?
Belki de hiç dinlememişti bile onu? Oysa o kadar özenmiş, üstelik bir de bariton seslendirme yapıp bazı yerlere tıpkı Beyefendi gibi vurgular kondurmuştu. Sakın asıl sorun burada olmasındı? Belki de o üslup sadece Beyefendi'ye bırakılması gereken bir ayrıcalıktı...
Bu düşüncelerle kürsüde donup kalmıştı. Sunucunun uyarısıyla kendine geldiğinde beceriksiz bir acelecilikle ve abartıyla güldü. Ve sanki bütün bu çelişkili duygu ve düşüncelerini gizlemek için son derece hızlı adımlarla sahneden indi.
Aslında ilk sıranın her iki yanında da boş yerler vardı. Ama ayakları onu ikinci sıranın tam ortasındaki boş bir koltuğa doğru yöneltti. Birçok insanı rahatsız etme pahasına zar zor ilerleyerek hedeflediği yere oturdu.
* * *
Tam Beyefendi'nin arkasındaydı. Bir süre hiçbir şeyle ilgilenmeden önündeki yüce insanın titizlikle tıraş edilmiş ensesine ve iyice seyrelen saçlarına bakakaldı.
Sonra kendi kendine gülümsedi. İyi yapmıştı buraya oturmakla. Tıpkı ulu bir ağacın gölgesine, hatta gövdesine sığınma gibi sıcak ve korunaklı bir hissin etkisi altındaydı.
Ayrıca oturulması kolay kenar koltuklardan birini seçseydi, kameralar asla onu fark etmeyecekti.
Kaynağını yalnızca kendinin bildiği sevincinden yayılan gülümsemeye son vermek için ağzını toparlayıp yüzüne ciddiyet maskesi takma kararı aldı.
Tam bu sırada beklenmedik bir şey oldu: Hapşırdı!
Bu hiç de hesapta olmayan fizyolojik eylemin yarattığı şaşkınlık, birkaç saniye içinde yerini korkuya bıraktı. Beyefendi'nin sağ elinde tuttuğu bir mendille ensesini kurulaması karşısında ter içinde kaldı.
Kısa bir tereddütten sonra öksürdü ve gövdesini öne çıkararak Beyefendi'nin kulağına fısıldadı:
- Affedersiniz, efendim. Ben istemeden...
Sözü yarıda kesildi:
- Tamam tamam...
Korkunç bir felâketi henüz çok geç olmadan önleme gayretiyle devam etti:
- Kesinlikle kasıtlı bir şey değil. Birdenbire, kendiliğinden..
- Yahu, sus da konuşmacıyı dinleyelim be!
YG, hayatının en büyük yenilgisini almış gibi oturduğu koltuğa gömüldü. Onun için artık dünyada hiçbir şeyin önemi kalmamıştı. Bütün birikimini ortaya koyarak durumu kurtarma planı yapmaya girişti.
* * *
Konuşmalar bittiğinde yerinden ok gibi fırladı. Daha az önce rahatsız ettiği insanların ayaklarına basarak hızla ikinci sıradan çıktı ve Beyefendi'nin çevresinde oluşan çemberi yarmayı başardı.
- Efendim, ben gerçekten çok üzgünüm. Az önce...
- Yav yine mi sen be! Tövbe tövbeee!..
Beyefendi bu sözlerle âdeta onun hayatını kararttıktan sonra hışımla oradan uzaklaştı.
Başka bir çözüm bulamayan ve kendini uçurumun kenarında hisseden YG, aniden koşmaya başladı. Kendisini son anda kollarından yakalayan iki koruma polisinin arasından boğuk bir sesle bağırdı:
- Sayın Beyefendi, sizi rahatsız etmek cesaretinde bulunuyorsam, bu sadece içimdeki pişmanlık duygusundan ileri geliyor. Siz de takdir edersiniz ki, efendim...
Sinirinden moraran ve titremeye başlayan Beyefendi haykırdı:
- Defol!..
Dehşetinden donakalan YG kısık bir sesle sordu:
- Efendim?
Beyefendi ayaklarını yere vurarak tekrarladı:
- De-folll!..
YG’nin içinde sanki bir şeyler koptu. Hiçbir şey görmeden ve duymadan geri geri kapıya doğru gitti. Sokağa çıktı ve bezgin adımlarla yürüdü. Bir robot gibi evine geldi.
Üzerindekileri çıkarmadan divana uzandı...
Ve öldü...
Not: 1883'te yazdığı eşsiz öyküsü Memurun Ölümü'yle yazıya esin kaynağı olan Anton Pavloviç Çehov'a saygıyla...
@AksayHakan