Hakan Aksay

18 Kasım 2012

68. ve en umutlu gün: Sevinç, kaygı, bazı dersler ve Şamil Tayyar gibiler

Abdullah Öcalan açlık grevlerinin bitirilmesini istemiş…


Abdullah Öcalan açlık grevlerinin bitirilmesini istemiş…

Haberi dün akşam internetten öğrendim.

Heyecanlandım. Yüreğimde bir umut kıpırtısı hareketlendi.

Ardından bir sürü soru ve kuşku bulutu kapladı içimi. Neler olabileceğini tahmin etmeye çalıştım.

Sonra tamamlamak üzere olduğum pazar yazısını erteleyerek bu son derece önemli gelişmeyi izlemeye koyuldum.

*      *      *

Açlık grevleriyle ilgili bilgi edinebilir miyim diyerek televizyon kanallarına baktım. Ya yoktu, ya da birkaç haber kırıntısı vardı.

Tekrar internete döndüm.

Twitter ve Facebook’ta birçok insan sevinç dolu satırlar yazıyordu.  Çoğu, açlık grevlerinin ölüm olmadan bitirilmesinden memnun olduğunu dile getiriyordu. Bazılarının cümlelerinde büyük bir zafer kazanıldığı, ya da en azından bir mücadelenin başarıyla bittiği vurgusu dikkat çekiyordu.

Zaman içinde en önemli açıklamalar, Öcalan’ın çağrısını destekleyen ve cezaevlerine giderek açlık grevlerinin bitirilmesini sağlamaya çalışan BDT milletvekillerinden gelmeye başladı.

Az da olsa karamsar yorumlar yapanlar da vardı internette. Ve elbette, bu gelişmeyi ahlaksızlık yarışında yeni bir bayrak gibi eline alarak liderinin kucağına doğru iğrenç bir depar atmayı deneyenler de.

 

*      *      *

 

Açlık grevcileri adına bu sabah açıklama yapıldı ve eylem sonlandırıldı.Umarım bunca zamandır greve katılanların sağlığında kalıcı hasarlar çıkmasının önüne geçilebilir.

Her ne kadar Türk gazetelerinin çoğu, iki ayı aşkındır ilgili haberleri manşetlerinden olabildiğince uzak tutmaya özen gösterdiyse de, bu açlık grevleri, Türkiye’nin son yıllarda yaşadığı en önemli ve tehlikeli olaylardan biri oldu.

Yüzlerce Kürt mahkûmun demokratik olduğu kuşku götürmeyen bazı talepleri öne sürerek başlattığı açlık grevlerinin 68. gününe girdik bu sabah. Son zamanlarda 10 bin mahkûmun, ardından BDP’li milletvekillerinin ve bazı aydınların katılmasıyla, düzenlenen kitlesel eylemlerle, iktidarın sürekli sert ve hoyrat tepkileriyle, yaşanan çeşitli gerginliklerle Türkiye bir uçurumun kıyısına kadar geldi.

*      *      *

Sonuçta bu krizin yönetilmesi ve sonlandırılması çabalarında - dar siyasi çıkarları, giderek keskinleşen milliyetçi söylemleri ve devleti insanın önünde tutan geleneksel resmî yaklaşımları kılavuz edinen - Başbakan Tayyip Erdoğan ve onun başında olduğu hükümetin başarısız olduğu ortaya çıktı.

Çözüm inisiyatifi iktidardan değil, Kürt tarafından, liderliği bazı çevrelerde bir süredir tartışılan Öcalan’dan geldi. (Devletin buna dolaylı desteği veya göz yumması varsa bile, bu gerçek değişmiyor.) Kuşkusuz bu durum, uzun süredir yasadışı bir tecrit altında tutulan Öcalan’ın siyasi gücünü pekiştirecek, PKK içindeki farklı eğilimleri yeniden harmanlayacak bir potansiyel taşıyor.

Bir dönem Erdoğan’ın görüşme sürecini başlattığı, ancak sonradan izole etmeye yöneldiği Öcalan’ın siyaset sahnesinde tekrar öne çıkması, taraflar arasında barış için yeni umutlar yaratabilir.

30 yıllık kanlı iç savaşın bir an önce bitirilmesi için her iki cephede de çok dikkatli davranılması ve özenli açıklamalar yapılması zorunludur: Kürtler de, iktidar da, birbirini “dize getirdiği” iddiasından kaçınmalıdır. Zaten savaşın bu kadar uzun ve kanlı olmasının nedeni, tarafların bugüne kadar birbirine net bir üstünlük sağlayamamasıdır. Bence açlık grevi süreci de buna dâhildir.

*      *      *

Bununla birlikte açlık grevi konusu ciddi olarak ele alınıp incelenmeyi hak ediyor. Birçok açıdan.

Geçmiş yıllarda da gündeme gelen açlık grevlerinin, siyasi mücadeledeki yaygınlığının şimdi olağanüstü arttığı, hem iktidarın hem de muhalefetin zafer amacıyla insan hayatlarından çok kolay vazgeçilebildiği koşullarda yaşamamız son derece acı ve düşündürücüdür.

Birinci derecede sorumluluk, elbette iktidarındır. Çünkü o sadece kendi yandaşlarının değil, bütün ülke yurttaşlarının iktidarıdır. En azından yasalar gereği.

Halkın, özellikle Türk kökenlilerin önemli bölümünün açlık grevlerine ilgili göstermemesinin, sağ ve “sol” milliyetçi kesimlerden “bırakın gebersinler” türünden vicdanaltı seslerinin yükselmesinin, toplumsal çürümenin neresinde olduğumuzun önemli bir işareti olduğunu da ekleyelim.

*      *      *

Elbette bu toplum, medya, iktidar ve muhalefet içinde “bugünkü şartları nasıl barış ve demokrasi yararına çevirelim” diyenler kadar, daha fazla kan dökülmesi ve düşmanlığın yayılması yolunda sonuç çıkaranlar da olacaktır.

Dün akşam internette bunun ilk işaretlerini görmek mümkündü. Bir süre önce “Şam’a 3 saatte girme” garantisi verip bir de üzerine bahis oynamayı deneyerek Suriye ile savaş başlatmaya çalışan Şamil Tayyar adındaki gazeteci ve milletvekili, açlık grevlerinde de yine hayat yerine ölümden yana saf tuttu.

Dün Öcalan’ın açıklamasının ardından AKP’nin “ilk parlak twitter yorumcusu” olarak sahneye çıkan Tayyar, herhalde kimilerinin dünyasında “en kutsal amaç” sayılan “lidere yaranmak” doğrultusunda “açlık şovu bitti, çikolata diyetine paydos” gibi mide bulandırıcı laflar etmekten çekinmedi. İktidara tapan ve başka halkları düşman gören onun gibi daha epeyce “saygıdeğer şahsiyet” ortaya çıkıp yan gözle Erdoğan’ı kollayarak bir dizi tahrikte bulunacaktır bugünlerde.

Dedim ya, bu açlık grevleri meselesinde epeyce düşünülecek ve tartışılacak şey var. Acaba yeri gelmişken, açlığın başka çeşitleri olduğundan, vücudun gıda yetersizliği kadar, insandaki ahlak ve vicdan yetmezliğinin de ciddi bir tehlike haline gelebileceğinden de konuşsak mı bir ara?..