Zihinsel süreçlerin, ne kadar bilinçli olduğuna bağlı olarak büyük farklılıklar gösterdiği öngörülmekle birlikte bazı süreçlerin tamamen bilincin dışında geliştiği, bazılarının bilincin dışında olmakla birlikte bilinçli farkındalık içerdiği belirtiliyor.
Bazılarına göre ise yaratıcılık tümüyle bilincin spot ışığın altında gelişiyor.
Yaratıcılık, insan türünün en önemli özelliği; bilim ve teknolojide ulaşılan seviye insan yaratıcılığının en büyük başarısı. Bu başarı kuşkusuz bilincin ışığında meydana gelmiştir.
Ancak insan yaratıcılığının sağladığı bu baş döndürücü başarılara karşın, yaratıcı süreç hala gizemini koruyor.
Bilincin yaratıcı sürece yardım etmede veya engellemede herhangi bir rolü var mıdır sorusunun da net bir yanıtı yok. Bilinç ve bilinçdışının benzer şeyler yapan, rekabet eden süreçler olduğu görüşü egemen bir görüş olmakla birlikte şimdilerde bilinç ve bilinçdışının farklı şeyler yaptığı ve birbirini tamamladığı anlayışı hakim.
Bu bağlamda her karmaşık olgunun her iki sürecin bir karışımı olduğu ve birbirini tamamladığı varsayılıyor.
Yani yaratıcılık, bilinç ve bilinçdışının bir tür işbirliği, ama bunun nasıl olduğu konusu belirsiz.
Yaratıcılık, bilim ve Srinivasa Ramanujan
Öte yandan yaratıcılık, zihinsel ve duyuşsal beceriler olarak tanımılanmasına rağmen, günümüzün moda kavramı inovasyon, yani yenilikçilik tanımı ile örtüşüyor.
Ancak yaratıcılığın çok daha karmaşık zihinsel bir süreci işaret etmekte olduğu konusunda herkes hemfikir.
Her birey bir biçimde yaratıcıdır. Ancak hemen herkeste bulunan ve günlük yaşamlarını sürdürmek için sahip oldukları bu yaratıcılık özelliği, genel bir sınıflama içinde küçük yaratıcılık ("Little-C") olarak tanımlanıyor.
Öte yandan üstün yaratıcılık olarak tanımlanan, çok özel zihinsel ve duyuşsal becerilere sahip olma durumu ise ("Big-C") olarak tanımlı. Buna "deha" deniyor.
Yaratıcılık ve dehayı tanımlamak oldukça zor, ancak bazı örnekler onlara bir anlam kazandırabiliyor.
Big-C denilince ilk akla gelen isimlerden biri, 1920'de genç yaşında ölen Hintli matematikçi Srinivasa Ramanujan'dır.
Srinivasa Ramanujan'ın hikayesi oldukça sıra dışı. 1887'nin sonunda Madras'a (şimdiki Chennai) yakınlarında küçük bir köyde doğan Ramanujan'ın küçük yaşlardan itibaren matematiğe olan ilgisi ve tutkusu çok dikkat çekicidir. 1913 yılında Cambridge’teki ünlü sayı kuramcısı Godfrey H. Hardy'ye çalışmalarını içeren bir mektup gönderir ve Hardy daha ilk bakışta Ramanujan'ın dehasını fark ederek onun Cambridge’e gelmesini sağlar. 1914 yılında Cambridge'e giden Ramanujan, Trinity College'de eğitimini tamamlar, birçok formül keşfeder ve geliştirir. İlerleyen yıllarda sağlık sorunları yaşaması üzerine 1919'da Hindistan'a dönmek zorunda kalır. Bundan bir yıl sonra da hayatını kaybedecektir ve daha 32 yaşındadır.
Ondan geriye kalan bir kutu el yazması ve üç defter Cambridge'teki Trinity College'ın Wren Kütüphanesi'nde bulunuyor. Bu sararmış kağıtlar ve defterleri inceleyen bilim insanları Ramanujan’ın, yaşadığı dönemin çok ötesinde öngörüler içeren formüller yazmış olduğunu belirtiyorlar. Bunlar içinde en göze çarpan şeylerden biri "K3 yüzeyleri" ile ilgili olanlar.
Sicim kuramı ve ek boyutlar
Ramanujan, 1910'lu yıllarda sayıların soyut dünyasında çalışırken fizikçiler kuantum kuramını anlamaya çalışıyorlardı. Bu kuram Görelilik Kuramı ve mevcut fizik yasaları ile çelişiyordu ve fizikçiler bu çelişkiler yumağı içinde kendilerine bir çıkış yolu arama çabası içine girdiler. Ancak bu çok kolay değildi.
Çok sonraları, 1960'lar sonrası, bilim insanları nihai çözümün bu iki kuramın (Kuantum ve Görelilik) birleştirilmesinde olduğu fikrinden hareketle "her şeyin kuramı"nı tasarladılar. Bu hedefi gerçekleştirmeye dönük olarak ortaya konulan Sicim Kuramı mevcut boyutlara ek başka uzaysal boyutlar öneriyordu.
Bu ek boyutlar, bizim algımız dışında fazlasıyla çok küçük olup belirli bir geometrik yapıya sahiptiler ve bu tanım Calabi-Yau çokkatlıları (manifoldları) ya da Calabi-Yau uzayları adı verilen bir geometrik sınıflamaya uyuyordu. Ve bu sınıflamadan biri, Ramanujan'ın daha kimsenin bu yönde bir fikre sahip olmadığı dönemde öngördüğü K3 yüzeyleri idi.
Ramanujan'ın el yazması. 1729'un iki küpün toplamı olarak yazılışı sağ alt köşededir
Srinivasa Ramanujan'ın bir de 1729 hikayesi var:
Onu İngiltere'ye davet eden Hardy olayı şöyle anlatıyor: “Bir keresinde Putney'de hasta olduğu zaman Ramanujan'ı görmeye gittiğimde 1729 numaralı bir taksi ile yolculuk yaptım ve bu sayının bana oldukça sıkıcı geldiğini ve bunun olumsuz bir işaret olmadığını umduğumu söyledim. ‘Hayır’ diye yanıtladı, ‘Çok ilginç bir sayı; iki küpün toplamı olarak iki farklı şekilde ifade edilebilen en küçük sayıdır.’'' Bu sayının açık ifadesi daha sonra Ramanujan’dan kalan el yazması kağıtlar içinde bulundu.
Ayrıca formülleri bulduğu yöntemler de belirsizliğini koruyor. Ramanujan, Hardy'ye bulduğu formülleri gece rüyasında duvara yazılı şekilde gördüğünü söyler; bu çok saçma görünse de bunun anlamı, onun muhteşem beyninin ona sağladığı bir ayrıcalıktır.
Hatırlayın, ünlü fizikçi Wheeler, Einstein için şöyle diyordu: Nasıl olur da, bir kişi öngörülemez bir teoriyi öngörür?
Deha böyle bir şey olmalı: Herkesin öngöremediğini görebilmek!
Kaynakça
https://plus.maths.org/content/ramanujan
https://royalsocietypublishing.org/doi/10.1098/rsta.2018.0440