Fenerbahçe’yle ilgili sular durulmuyor. Şike davasının ardından Başbakanla oğlu arasında geçen Fenerbahçe ile ilgili konuşmalar da kamuoyunun bilgisine sunuldu.
Tabii burada hemen konuşmacıların gerçekliği konusunda elimizde bilimsel bir kanıtın olmadığını hatırlamamız gerek.
Ama baştan söyleyeyim; kimsenin izni ve iradesi dışında dinlenmesini kabul edemem. İnsanın özel hayatına, yaşam hakkına tecavüz sayarım bunu. Ancak yetkili yerlere gelmiş kişilerin de biz yönetilenler hakkında, yani sıradan vatandaşla ilgili konularda ne düşündüklerini, ne konuştuklarını da bilme hakkımız olmalı. Demokrasi de, şeffaflık da bunu gerektirir.
Bu nedenle, özel konular bir yana, yetkililerin toplum hakkındaki tasarruflarının, gizli plan ve konuşmalarının ortaya yayılmasını, hele bu internet ve küreselleşme çağında, gerçek demokrasi için hayırlı gördüğümü de belirtmeliyim. Çünkü ister ülke, ister futbol olsun, biz yönetilenler adına iktidara gelmiş insanlar söz konusu olunca durum farklı oluyor. Muktedirlerin toplumla ilgili tasarrufları konusunda şeffaf ve hesap verir olmaları gerek. Ve şeffaflığı teminat altına alınacak kurumlar ve bu kurumlara güven tesis edilene kadar muktedirlerin bizim hakkımızdaki konuşmalarını öğrenme önemli olmaya devam edecek maalesef.
Bu zorunlu açıklamadan sonra konumuza dönelim yeniden.
Benim burada asıl üzerinde durmak istediğim şey konuşmaların ilgili kişilere ait olup olmadığı değil; tapeler yayınlandıktan sonra kamuoyundaki yansımaları. Daha doğrusu bizim olaylara yaklaşım biçimimiz.
Bugün Başbakan’ın olduğu söylenen tapelere dört elle sarılanlar, 3 Temmuz davasının dosyalarında yer alan resmi tape belgelerini yok sayıyorlar, hatırlatılmasına bile tahammül edemiyorlar nedense. Çünkü kimse hakikatin peşinde değil. Gerçekleri işine geldiği gibi kullanma derdinde… O zaman da gerçek hakikat olmaktan çıkıyor.
Siyasiler hep vardı
Bir diğer dikkat çekici nokta da Başbakan’ın olduğu söylenen konuşmalar basına yansıyınca çoğu insanın çok şaşırması…
İnsanlar şimdi sanki bu güne kadar futbola siyaset hiç dahil olmamış gibi tepkiler veriyor. Başbakan nasıl olurmuş da Fenerbahçe’nin seçim işlerine karışırmış. Nasıl olurmuş da Aziz Yıldırım’a karşı Mehmet Ali Aydınlar’ı desteklermiş, ona taktik verirmiş falan.
Anlaşılan bu ülkede işlerin nasıl yürüdüğüne dair hiçbir bilgisi yok bu insanların. Siyaset sadece bugün değil her zaman futbolun içinde vardı. Görünen siyasetin yanında “görünmeyen” siyaset de vardı. Mesela derin devlet dediğimiz malum güç odağı… Futbolda ne kadar güçlü olduğunu anlamak için TFF Başkanı’ndan büyük kulüp başkanlarına birçok şahsiyetin kuyruğa girip cezaevi ziyaretlerinde bulunmasını hatırlayın.
Sonra özellikle milli takıma yönelik “cemaatleşme” faaliyetleri… İktidardayken hiçbir konuda tavır almayıp, iktidardan düşünce demokrasi ve şeffaflık arayışına giren İstanbul Milletvekili Hakan Şükür önce bunları anlatsa da topluma ve futbola yeni bir hizmette bulunmuş olsa keşke.
Ve en son AK Parti hükümetleri ve Başbakan Erdoğan… 3 Temmuz tapelerine bir bakın. TFF yetkililerinin, kulüp başkanlarının Başbakana bir habercik iletip bir icazetçik almak için günlerce nasıl kıvrandıklarını görürsünüz.
Evet, bunlar hep vardı. Ama gerçekçi ya da değil olaylara en azından tepki veren ve hakikat peşinde koşan futbolseverler de hep vardı. Ne var ki azınlıkta kalıyorlardı. Buna karşın bol miktarda “duymayan, görmeyen, işitmeyen” ya da “duymak, görmek, işitmek işine gelmeyen” insanımız var.
Özellikle Medya’da. Güç dengelerine göre ibre nereye kayarsa o tarafa kayacaklardır muhtemelen. Şimdiki sessizlikleri bu yüzden.
Futbolun cazibesi
Şu bir gerçek; siyasiler her dönem futbolun içinde olmak istediler. Futbolu kendi emelleri doğrultusunda kullanmak için büyük çaba harcadılar.
Sadece onlar mı? Futbol o kadar cazip ki çeşitli yollardan futbola dahil olan ve futbolun sırtından güç ve para kazanan bir takım odaklardan da herkesin haberi var.
Her şeyi herkes gayet iyi biliyor ama bugün 3 Temmuz davasındaki resmi belge dosyaları ve şimdilerde ortaya yayılan telefon konuşmaları gibi verilere sahip değildik o zamanlar.
Kulüp yönetimlerine dokunmayın yeter
Aslında olan futbola ve milyonların gönül verdiği kulüplerimize oluyor.
Kulüpleri yönetenler sırtlarını futbol dışı mihraklara dayadıkça her geçen gün kulüpler üzerindeki inisiyatiflerini kaybediyorlar. O mihrakların getir-götür işlerini yapıyorlar. Çünkü kulüpler giderek kulüp menfaatlerine göre değil bir takım insanların menfaatlerine ve direktiflerine göre yönetiliyor.
Şu federasyona bakın; futbolu bu federasyonun yönettiğine inanan kimse var mı?
Futbolun muktedirleri için burada kritik bir tek şey var, o da yayın haklarından hiç bir emek ve beceri göstermeksizin gelen paraların kesilmemesi. Ve tabii çöreklendikleri kulüp yönetimlerinden aldıkları güçlerini kaybetmemeleri.
Bu arada kulüpler borç batağına düşmüş önemli değil. Nasıl olsa borçlar kendilerine ait değil.
Her transfer dönemi kulübün kasasından bilinçsiz transferlerle taraftarı oyalamak da alışılmış bir yönetim biçimi olmuş artık.
İşler kötü gidince kulüp yönetimlerinin bir takım güç odaklarından medet ummaları, en azından vergi affı gibi kayırmalar için hükümet kapısında kul haline gelmeleri de senaryonun devamı oluyor doğal olarak.
Kulüp yönetimleri kifayetsiz olunca
Oysa ki kulüpler adam gibi yönetilse kimseye muhtaç olmadan işler de yürür.
Ama öyle olmuyor; kulüp yönetimleri her sıkıştıklarında siyasilere kapıları bizzat kendileri ardına kadar açıyor.
Eyyamcılık, ilkesizlik ana ilke oluyor.
Bugün Fenerbahçe’nin 3 Temmuz sonrasında başına gelenlerin sorumlusu olarak hükümeti göstermeye çalışanlar 3 Temmuz öncesinde her birşeyden gayet memmnundu ama.
Mesela “Adam gibi adam Recep Tayyip Erdoğan” pankartı Fenerbahçe tribünlerine asılırken neredeydiler?
3 Temmuz öncesinde futbol gayet adilane yönetiliyordu da şimdi mi siyasilerin manüpilasyonuyla yönetiliyor?
Acırsan acınacak duruma gelirsin
Bugün gelinen noktada anlaşılıyor ki Fenerbahçe’yi kurtarmak için yapılan onca vicdanları sızlatan uygulama bile kimseyi tatmin etmemiş.
Bu yolda kanunlar değişti, federasyon değişti, Şike davasında yöneticilerle kulüpler ayrı ayrı değerlendirildi. Böylece Fenerbahçe yöneticileri şikeden ceza aldı ama kulüp ceza almadı.
Yani iki Asbaşkan dışında Fenerbahçe TFF’den ceza almadı, sadece UEFA’dan ceza aldı. O sezonun şampiyonluğu TFF tarafından tereddütsüz onandı.
Ama hiç biri Aziz Yıldırım’ı tatmin etmedi. Ve Genel Kurul’da bir kez daha seçim kazanıp Fenerbahçe’deki yerini sağlamlaştırdı. “Ne yaptıysam Fenerbahçe için yaptım” dedi,“Kulüplerle şahıslar ayrılmaz, kulüp ceza almamışsa ben niye alıyorum” dedi. Gerisi“komplo” dedi…
Ve sonunda Fenerbahçe’yi koruyacağız derken, TFF’den ceza almış, mahkemeden ceza almış kişiler “kahraman” ilan edildi.
Ve ne yazık ki olan da Fenerbahçe’nin prestijine oldu.
Nihayet geldik at izinin it izine karıştığı bugünkü ortama… Hakikat kayboldu; herkes hem haklı, hem haksız şimdi. İnsanlar sadece kendi sesini duyuyor, başkasına nefret kusuyor.
Durum doğal olarak tribünleri etkiliyor. Derbilere konuk takım seyircisi alınmıyordu zaten. Herhalde Trabzonspor-Fenerbahçe maçından sonra tüm derbilere seyirci almamak gerçekçi bir önlem olarak düşünülecek artık.
O zaman geldiğimiz bu noktada hakikaten susalım. Bu kadar temiz, bu kadar masum, bu kadar adil Başkanların ve yöneticilerin yön verdiği, pırıl pırıl futbol düzenimizde biz kim oluyoruz da konuşuyoruz? Konuşulanları dinleyelim ve şaşıralım sadece… Bu kadarı neyimize yetmiyor!!!