Göksun Gökçe Göndermez

21 Mayıs 2014

İş sağlığı ve dostlar alışverişte görsün kanunu - I

Ne anlatırsam boş konuşmak olmaz, bilmiyorum. Öyle anlar oluyor ki, kendi acınızı anlatmaktan utanıyorsunuz.

Ne anlatırsam boş konuşmak olmaz, bilmiyorum. Öyle anlar oluyor ki, kendi acınızı anlatmaktan utanıyorsunuz.

Hiçbir işe yaramadan otururken “ben de çok üzgünüm” demekten hicap duyuyorum. Vicdanımı rahatlatacak ise hiçbir şey yok, çünkü o insanları ölüme götüren sistemin bileşenlerinden biri de benim. Belki bu dünyada benim yerimde başkası olsaydı, o tek bir kişi, belki de bir sürü şeyi değiştirebilirdi. Bilmiyorum. İnsanları öldüren bu yönetme anlayışı tarafından yönetilerek, daha bunu bile değiştirememişken, kime nasıl faydalı olmayı umuyorum? Bilmiyorum. Şu ömrümüz hayırlısıyla bitse de gitsek.

Aslında aklımda bir iş kazası davası sürecini anlatmak vardı. Bundan vazgeçip, işin temeline yani mevzuat kısmına bakmanın daha iyi bir fikir verebileceğini düşündüm. Bu davaların uzun sürdüğünü ve sonuçlarının da tatminkar olmadığını hepimiz biliyoruz,  ama öyle bir şeyi bilmeliyiz ki, devletin işçiyi nasıl gördüğü yüzümüze vurulmalı. Adalet mülkün temelidir demekte bir şey yok, ama o mülkün seni beni nasıl gördüğünü anlamalıyız ki, adaletin de neye temel olduğunu bilelim.

İş güvenliği konusunda kanun ve yönetmelik seviyesinde birden fazla düzenleme var. İlk olarak, 2012 haziranında çıkan 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nu inceledim. Üzerine düşünmeden baktığınızda son derece olumlu görünüyor, işverene bir sürü yükümlülük getirmiş. Ama salt bununla yetinecekseniz, size yüzlerce görevi şu an ben de yükleyebilirim. Yapıp yapmamak sizin bileceğiniz iş olur.

Düzenlenen yükümlülüklere şu açıdan bakmak lazım, her şey devlet ve işveren arasında olup bitiyor. İşçiler ise, bir köşede kendilerine güvenlik bahşedilmesini bekleyen insan grubu olarak görünüyor gibiler. İşçilerin iş ya da işveren üzerinde hiçbir etkileri bulunmuyor. İşçilerin işten kaçınma hakkına yönelik olduğu iddia edilen madde bile, bu kaçınmayı adeta işveren inisiyatifine bırakmış durumda.

Madde sırasıyla gittiğimizde ilk görmemiz gereken, kanunun kapsamını belirleyen 2. madde. Kanun kapsamı dışında tutulanlar, c ve d bentleri hariç mantıklı. C bendinde ev hizmetleri işçileri kapsam dışı tutulmuş ki bunun sebebini bilmiyorum, ama İş Kanunu’nda da böyledir. Evde çalışan kişi, İş Kanunu anlamında işçi sayılmaz. D bendi ise çok ilginç; hükümlü ve tutukluların infaz hizmetleri sırasındaki çalışmaları da istisna tutulmuş. Yani, diyelim ki cezanız kapsamında bir işyurduna verildiniz ve orada meslek ediniyorsunuz, bu kanun sizin çalışma yerinizin güvenliğiyle ilgilenmiyor. Çünkü zaten ya hükümlü ya tutuklusunuz, devlet sizinle ilgilenmeyi gerekli görmüyor.

Kanunda pek çok işveren yükümlülüğü yaptırıma bağlanmış. Örneğin 4/b’ye göre “İşyerinde alınan iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerine uyulup uyulmadığını izler, denetler ve uygunsuzlukların giderilmesini sağlar” kuralında sayılan yükümlülüklerden her birine aykırılığın cezası 2000 TL. Yılda –belki- bir kere denetlenseniz, iki bin lirayla yırtıyorsunuz. Fakat bu “her bir” konusu karışık. Yaptırıma ilişkin 26.  madde, “4/b’de sayılan yükümlülüklerden her biri” diyor. Yani izlemedin – denetlemedin – gidermedin ise, toplam 6 bin. Peki gidermediğin şeylerin sayısıyla ilgileniyor muyuz?

Beşinci madde ise iyice şenlikli. Örneğin işverene “tehlikeli olanı tehlikesiz veya daha az tehlikeli olanla değiştirmek” görevi verilmiş. Ama bunun yaptırımı yok. Eğer bir üstteki paragrafı düşünüp buna da iki bin lira ödeneceğini düşünürseniz aslında haklısınız, fakat o zaman size şunu sorarım, değişmesi gereken birden fazla tehlikeli aksam varsa, kaç tane iki bin liradan söz ediyoruz? İkinci sorum ise, üretim aracını değiştirmenin onlarca hatta yüzlerce bin lira tutacağı durumda, iki bin lira nedir?

Son yıllardaki kanun yazım tekniği pek çok yönden eleştirilebilecek durumda. Olması gereken teknikte, bırakın bir maddeyi, fazladan tek bir kelime dahi yazılmamalıdır. Çünkü hukuk tehlikeli iştir, sizin “daha anlaşılır olsun” diye yazdığınız tek bir cümle, hukuk politikanızın değişmesine zemin hazırlayabilir.

Bunun örneğini, yine dördüncü maddede görebiliyoruz. Maddenin iki, üç ve dördüncü fıkraları sırasıyla, işverenin sorumluluğunun devredilemeyeceğini, işçinin yükümlülüğünün de yine işveren sorumluluğunu etkilemeyeceğini ve güvenlik tedbirlerinin maliyetinin işçiye yansıtılamayacağını düzenlemiş.

Afedersiniz, işverenin sorumluluğu azaltılabilecek ya da güvenlik tedbirinin maliyeti işçiye yüklenebilecek miydi ki siz bu fıkralara gerek duydunuz? Yoksa üç beş gün sonra fıkraları kaldırmayı düşünüyorsunuz da, o zaman çıkıp “bunlar kalktığına göre herkesin maaşından güvenlik kesintisi yapılabilir” mi diyeceksiniz? Öyle bir yorum geçerli olmayacak, benden söylemesi. Ama burası Türkiye burada her şey mümkün; olur da bu fıkralar değişirse ve değişiklik işveren lehine yorumlanırsa, bugünümüzü mumla ararız.

Beşinci madde, risklerden korunma ilkelerini sıralıyor. İşverene riskleri analiz etme, teknik gelişmelere uyum sağlama, tehlikeli olanı daha az tehlikeli veya tehlikesiz olanla değiştirme gibi yükümlülükler verilmiş. Öte yandan, bunlara karşı bir idari yaptırım görünmüyor.

Eski kanunları okumak bu kadar zor değil, biraz eski Türkçe’yle halledersiniz. Nereye bakacağınızı biliyorsanız, aradığınızı bulursunuz. Bu son yılların kanunları ise gerçekten karışık. Örneğin teknik gelişmelere uyum sağlama maddesinin yaptırımı yok, muhtemelen Soma patronu “yasal zorunluluk değil” derken bundan bahsediyordu. Fakat yukarıda bahsettik, güvenlik tedbirini şartlara uydurma zorunluluğu cezaya bağlanmış. Şu iki bin lira olan.

İşverenin iş güvenlikçisi tarafından belirtilen tedbirleri almamasının cezası ne kadar biliyor musunuz? Bin lira. 1000. Şimdi bu işveren, eline bir demet 200’lük banknot alıp iş güvenlikçisinin yüzüne çarpmasın da ne yapsın? İşçiler çalışmaya nasıl olsa mecbur, o bin lira nasıl olsa göz açıp kapayıncaya kadar cepte. Kafa böyle olduktan sonra, tedbirle uğraşır mı bu adam? “Neden hep maden patronları için düşünüyorsun, bunun küçük esnafı KOBİ’si yok mu, onlar da mı idari para cezası tehdidi altında kalsın” derseniz haklısınız, demek ki kademeli bir sisteme ihtiyacımız var. Nitekim kuralı küçüğe uydurunca, büyükler için komik kalıyor.

Yedinci maddeye göre, iş güvenliği hizmetlerinin yerine getirilmesi için devletten destek alabiliyorsunuz. Giderler, iş kazası ve meslek hastalığı için ödenen primlerden ve SGK tarafından aktarılıyor. Bir anlamda, sizin için ödenen prim işverene iade ediliyor da denebilir.

İş kazası ve meslek hastalığı ödenekleri zaten bir sürü bürokrasi ve yetersizlik içindeyken, benim için ödenen primin Allah bilir kimlere, ne şekillerde ve ne denetimsizlikle hibe gideceğini düşünmek beni rahatsız ediyor. İş güvenliğini sağlam kılmak devletin doğal görevi, bunun için elbet destek de sağlayacaktır, ama o prim bunun için değildi. Hem madem prim fazlanız vardı ve parayı aktaracak yer arıyordunuz, ne bileyim, tazminat oranlarını filan yükseltseydiniz? İş kazasından veya meslek hastalığından muzdarip olan işçinin parasına kavuşmasına kadar olan zahmeti azaltsaydınız? Neden benim için ödediği primi patrona korumacılık kisvesi altında iade edip, sonra ceza diye bin lira kesiyorsunuz, dostlar alışverişte görsün diye mi?

Bu maddenin belki şöyle bir iyi tarafını bulabilirdik, destek için sigortalı işçiler esas alınıyor. Yani ne kadar çok sigortalı işçi, o kadar destek. Ayrıca, eğer sigortasız işçi çalıştırıldığı tespit edilirse, o işveren sağlanan destekten üç yıl süreyle faydalanamıyor. Öte yandan, işçi başına gelecek prim ortalama %1.5, ödenen prim ise %2. Daha bunun ölüm sigortası var, yaşlılığı var, toplamda %20.5’lik bir işveren payından söz ediyoruz. Yani bu madde, işvereni kayıtsız işçi çalıştırmaktan alıkoymakta son derece yetersiz. Bu arada yeri gelmişken, sigortasız işçi çalıştırmak tek bir ceza sebebi değil, bir sürü cezayı birden alıyorsunuz. Giriş bildirgesi düzenlememek, bordronun geçersiz olması, aylık hizmet belgesinin bulunmaması filan hep ayrı ceza sebepleri. Bunların toplamı, bir yıl ve bir işçi için yaklaşık 38 asgari ücret kadar oluyor. Brüt asgari ücret 1071 lira, yıllık 12852 eder. 38 tanesi ise 40698 ediyor. Aslında fena bir fark değil, ama ben şimdiye kadar “sigorta denetimi” diye bir şeye şahit olmadım. Net ücretin 846 lira olduğunu düşünürsek, bir işçi bir yılda 10152 liraya çıkabiliyor, sigortalıyla arada yaklaşık 2700 lira var. Gün gelip biri dava açana kadar, o 2700’ler kaç kırk bin olur belli değil.

Otuz sekiz maddeli kanunun henüz yedi maddesini görebildik fakat yazı ziyadesiyle uzun oldu. Devamını sonra inceleyelim, bir defada o kadar çok sinirlenmek kalbe zarar. Daha motorları maviliklere süreceğiz.

@goksungokce