Bazen etrafınıza bakıp düşünürsünüz ya, "Allah allah nasıl inanıyorlar" diye... Bazen de bu tür kandırılmaların "eğitimsizlikten kaynaklandığı"nı düşünürsünüz ya... Gerçek hikâyelere baktığınızda durum bu kadar basit değil.
Aksiyon filmlerinin çoğunda "iyi" ve "kötü" vardır. Bazı fantastik filmlerde daha da abartılır ve dünyayı ele geçirmeye çalışan şeytanlardan bahsedilir. İyi adamlar bu şeytanlara karşı mücadele eder ve sonunda da kazanırlar.
Ama gerçek hayat hiç de böyle gözükmüyor. Gerçi ben "ilahi adalet" ya da "karma" ya da her ne diyorsanız, ona inanıyorum ama bu arada bu kadar kandırılan ve ellerindeki, avuçlarındakini kaybeden, bu yüzden de kendilerine güveni yok olan insanların durumuna üzülmemek elde değil. Belki Güney Kore filmlerinde zaman zaman söylendiği gibi, bir önceki hayatlarının günahını çekiyorlardır!
Bunlara ben kanmam
Hafta sonu için böyle şeytani insanların ve kandırdıkları onlarca mağdurun olduğu iki belgesel önereyim. İkisi de dünyaya başka gözlerle bakmanıza neden oluyor. Çünkü ikisinde de insanların çok uzun bir süre kandırılarak sömürülmeleri söz konusu ve bunlar halkının eğitim ortalaması iyi olan Batılı ülkelerde yaşanmış olaylar.
Dikkatimi çeken şu oldu: Kandıran kişi/kişiler, "kandırma" olayını, sürekli yalan üstüne yalanla, pişkin bir şekilde ve de ne olduğu belirsiz bir şeylerden korkutma ile sürdürüyorlar. Bu devamlı genişletilen bir süreç. Sürekli "tanımlanan ama ne olduğu ortaya çıkmayan" bir karşı taraf var. Bu "karşı taraf" fikri sayesinde dolandırıcılık ayakta tutuluyor ve mağdur o karşı taraftan korktuğu için kafasını bir türlü kaldırıp, "ne oluyor yahu" diye soramıyor.
Bu arada ilginç bir husus da şu: Mağdurlar kendisinin kandırıldığını söylemeye çalışan insanlara inanmadığı gibi, sürekli olarak dolandırıcının hikâyesini savunuyor. Buna Stockholm Sendromu denilir biliyorum ama bu iki filmde de görülebiliyor.
"Böyle şeylere ben kanmam" diyorsanız da katılamıyorum. Bu yazıda bahsetmeyeceğim ama Netflix'in birkaç tane "tarikat" belgeseli var. Osho'yu anlattığı "Vahşi Kırlar" ya da Arjantin'den benzer bir Nazi hikâyesi olan "Colonia Dignidad", "Sam'in Oğulları" ya "Bikram" ve de "Suçlu Zihinlere Yolculuk"un 3.bölümü olan "Tarikat Liderleri" bölümünü seyredin. Fikriniz değişebilir. Tarikat filmlerini de bir başka yazıda konuşalım.
Bu manipülatif insanlara dair filmleri özellikle genç insanlara seyrettirmek lazım. Bu tür insanların olduğunu farkına varmaları için. Kandırılmamaları ve sorgulamayı öğrenmeleri için. Çünkü günümüzün dünyası nedense masumluğunu kaybetti. Gençlere dolandırıcıları daha hızlı fark etmeyi öğretmek lazım.
Kukla ustası
Bugün bahsedeceğim ilk film İngiltere'de onlarca insanı mağdur etmiş bir dolandırıcıya dair belgesel.
Basit bir hikâye gibi başlıyor. Bir genç kız ve delikanlı, bir adamla birlikte ortadan kaybolan annelerine sesleniyorlar: "Anne izliyorsan, yaşadıklarımızın bir önemi yok, seni seviyoruz, hayatımıza yeniden girmeni istiyoruz". Arkasından ebeveynleri boşanmış ama dost kalmış olan bu genç kız ile delikanlının, annelerinin hayatına giren yeni bir erkek ile yaşadıkları olaylar anlatılıyor.
Dave isimli bu kişi, önce çocukları babalarından soğutuyor, sonra anneyi çocuklardan soğutuyor ve en sonunda anne ile birlikte ortadan kayboluyor.
2011-2013 aralığında geçtiği kaydedilen bu olay "bir kadınla bir erkeğin aşk hikâyesi" gibi basit gözükebilir ama değil. Ortada kötü bir insan ve onun bu kadından da önce kandırdığı ve mal-mülk-paralarını ellerinden aldığı onlarca -sayısı belli değil- kadın, erkek var.
Kandırdıkları arasındaki daha büyük bir hikâye, senaryo olsa "saçma" diye nitelendirilebilirdi, ama değil. Dave'in 1993'de Rol ismiyle barmen olduğu kaydediliyor. Bardan tanıştığı ve ziraat fakültesinin öğrencisi olan kızlı, erkekli 3 üniversite öğrencisini götürüyor. Kaçırıyor demek doğru olabilirdi ama onları basbayağı ve kendi arabaları ile alıp, başka yerlere, ordan daha başka yerlere götürüyor. Bu gençlerin hayatı ondan sonraki 10 yıl boyunca mahvoluyor. Bir yandan -o zamanlar bombalamalar yapan İRA ve onları takip eden MI5 soslu- sahte hikâyelerle paralarını -ailelerinin de paraları- ellerinden alırken, diğer yandan ruhlarını da mahvediyor. Üstelik olayı farkeden anne ve babalarının ısrarla olayı takip etmelerine rağmen.
Bu hikâyede kandırılanlar, eğitimsiz bile değil. Üniversiteye giden genç insanlar ve bu insanlar 10 yıldan uzunca bir süre aynı kişi tarafından mesnetsiz hikâyelerle kandırılarak, korkunç bir hayat yaşamaya zorlanıyor.
Polisin fonksiyonu ise, uzunca bir süre olayı anlayamamak şeklinde. Hatta kızlardan birinin babası yakından takip edip, bilgileri verse de, kendi isteği ile gitmiş gerekçesiyle polis uzunca bir süre harekete geçemiyor.
3 bölümlük mini dizi 2011-2013 ile 1993 arasında gidip geliyor. Gerçek adı Robert Hendy-Freegard olan dolandırıcı, MI5 ismini kullanarak yaptığı dolandırıcılık nedeniyle 2000 lerde hapse atılmış ama birkaç yılda çıkmış. Bugün ise yukarıda bahsettiğim çocukların annesi ile birlikte ortadan yok olmuş durumda. Nerede olduğu bilinmiyor.
Tinder avcısı
Bu kadar inanılmaz bir dolandırıcılık tek mi derseniz, değil. Netflix iyi ki yapmış bu belgeselleri.
İlk anlattığımız "Kukla Ustası" 1990'ların başından beri gelen bir hikâye. O nedenle sosyal medya sosu yok. Ama ikincisi yani Tinder avcısı son yılların hikâyesi. Dolayısıyla sosyal medyanın yani Tinder isimli çöpçatanlık sitesinin başrolde olduğu bir belgesel. Hem dolandırıcıların kadınları yakaladığı, hem de sonrasında kendisinin yakalanmasına neden olan ortam.
Avrupa'nın çeşitli kentlerinde geçen hikâyede, dolandırıcı bu sefer fotoğrafları ile süper zengin imajı yaratırken, Tinder'den bulduğu kadınları dolandırıyor. Kendisini pırlanta kralının oğlu gösteren Simon Leviev, çıktığı kadınlara önce bonkör davranıyor ve orta gelir düzeyindeki kızların gözünü -özel uçak, 5 yıldızlı oteller, şampanyalar vs. ile- iyice boyadıktan sonra -takriben 1 ay gibi sonra- "karşı taraf" hikâyesi sahneye konuluyor. Kadınları belirsiz birilerinden korkutma ile manipülasyon zirveye ulaşmış oluyor.
Bu sefer sahte hikâye bir pırlanta dolandırıcılığı etrafından dolaşıyor. Bu nedenle Simon'u takip eden kötü kişiler var. Hatta hayatı tehlikede. Dolayısıyla hesaplarının ve kartlarını kullanamadığını belirterek, kadınlardan para istemeye başlıyor. İlginç olan, sonradan öğreniyoruz, o kadından aldığı parayı, başka bir kadına harcıyor, ondan aldığını üçüncü bir kadına filan. Yani bir yandan eşzamanlı olarak, birbirinden haberdar olmayan kadınlarla çıkıyor.
Kadınlar Simon'un yol göstermesiyle, bu paraları kredi alarak sağlıyorlar. Sonuçta sadece filmde gördüklerimizin birisini 500 bin Euro, diğerini 250 bin Euro ve üçüncüyü 140 bin Euro borca sokuyor.
Filmdeki kadınların birisinin de söylediği gibi, Simon'un yaşadığı hayat öyle böyle değil. Devamlı özel uçaklar, Rolls Royce arabalar, şöförler filan var. Dolayısıyla çok sayıda kurbanın dolandırıldığı anlaşılıyor ama bugün bile sayıları bilinmiyor. Belgeselin sonunda 10 milyon dolar dolandırmış olabileceği tahmini yapılıyor.
Yakalanmaya giden yolda ise bu kadınlardan birinin gazetecilere gitmesi etken oluyor. Çünkü özel uçaklarla sürekli hareket halindeki Simon'u polis bulamıyor. Üstelik kadınlar paraları kendi elleriyle gönderdikleri ya da kendi adlarına Amex kart alıp Simon'a verdikleri için "dolandırıcılık" sınıfına sokmak zorlaşıyor.
Gazetecilerin başarılı iş yapması sonrasında da haberleri çıkınca, sosyal medyada konu yayılıyor ve olayın farkına varan son kadın arkadaşı Simon'u polise yakalatıyor. Ama dediğimiz gibi kadınları dolandırmaktan suçlanmıyor. Onun yerine kendi ülkesi olan İsrail'de daha önce işyerinin çeklerini çalmasıyla ilgili olarak kısa bir süre hapise giriyor ve bugün yine dışarıda.
Eğitimli ya da eğitimsiz; herkes bu hikâyelere inanabiliyor
Sonuçta dolandırıcılar hayatımızda. Anlattıkları palavra/yalan hikâyeler ise bazı kişileri manipüle edebiliyor. Belki doğru zamanlama, belki karşılarındaki insanların boşluklarını yakalamak, belki de şeytani zekaları ile.
Düşünün ki, bu kandırma 10 yıl gibi uzun bir süre bile devam edebiliyor. Şaşırtıcı ama gerçek.
Her iki hikâyeyi de seyrederken insan çok üzülüyor. Ama etrafımızda benzer hikâyeler yok mu? Bu nedenle etrafımızdakileri ve özellikle de genç insanları bu tür dolandırıcılıklara karşı uyarmak ve her şeyi, her zaman sorgulamalarını sağlamak lazım.
Bu tür hikâyeler her zaman vardı ama bugün iletişimin yüksek olması sayesinde daha çok göz önünde. Dolayısıyla raporlamak, analiz etmek ve ders çıkarmak lazım.
Aksi takdirde, masum insanlar normal bir hayat yaşayabilecekken, dolandırıcıları finanse etmiş oluyorlar. Hayatlar zorlaşıyor ve elden kayıyor.