Sabahattin Ali’nin “bahtiyar köpek” adlı öyküsünü okudunuz mu bilmem. Kesinlikle okumanızı tavsiye ederim. Kısaca özetleyecek olursam öyküde varlıklı bir ailenin çok ihtimam gören köpeğini anlatır. Bir iki öksürük üzerine veterinere gösterilen köpeğinin asıl derdinin çiftleşmek olduğu anlaşılır. Uzun ve seçici bir arayıştan sonra köpeğe uygun bir eş bulunur ve mutlu sona erilir. Sabahattin Ali öykünün sonunda kendisini acı şeyler yazdığı için eleştiren arkadaşlarına şöyle bir yanıt verir: “Ah, ben hayvanları çok severim. Bütün canlı mahlukları, hayatı, güzelliği, saadeti severim. Bahtiyar bir köpek bile benim içimi sevinçle dolduruyor. Ben karanlık şeylerden bahsetmek için dünyaya gelmemişim. İçim tatlı, sıcak, neşeli şeyler anlatmak isteğiyle yanıyor.
Hele cümle alem bu köpeğin onda biri kadar rahata kavuşsun, bakın ben bir daha acı şeylerden söz açar mıyım! “
Der Spiegel dergisinin severek okuduğum yorumcularından Jakob Augstein’ın bir makalesi bana bu öyküyü hatırlattı. Üşenmedim Türkçeye çevirdim. Siz de üşenmez okursanız beni anlarsınız. Yeter ki, Türkiye’deki siyasetçilerin onda biri Alman meslektaşları gibi olsun, bizim de derdimiz siyasetçinin sıradanını aramak olsun, bakın işte o zaman terör saldırılarını önlemek konusunda zafiyet gösteren politikacıların istifasından bahsetmeyeceğim. Söz. Ne burada ne sosyal medyada!
“Politikacılar insanüstü mü?
Normal vatandaş elite karşı
Volker Beck uyuşturucu kullandığı için gitmeli mi? Martin Schulz Abitur adı verilen lise bitirme sınavına giremediği için başbakan olmamalı mı? Saçmalık. Bırakın da gerçek insanları seçelim. İnsanüstü ve burnu büyük siyasetçilerden bıktık.
Siyasetçiler plastikten yapılmadır. Kolay yıkanırlar. Geçmişleri yoktur, uykuya ihtiyaç duymazlar, hatta tuvalete bile gitmezler. Mutlu bir evlilikleri vardır, uyuşturucu kullanmazlar, mutlaka zeka gerektiren bir alanda yüksek eğitim görmüşlerdir ve sıradan insanlar tarafından sevilirler. Mükemmel! Ama saçma! Kraliçe II. Elizabeth ve Angela Merkel dışında bu ölçülere uyan yok. Aslında bizim Angela dünya dışı bir yaratık değil, bir midye O. Ülkeyi 11 yıldır yönetmesine rağmen hakkında hiçbir şey bilmediğimiz için o kadar etkileyici görünüyor. Kamuoyu artık siyasetçilerde insan ötesi özellikler aramaktan vazgeçmeli.
Yeşiller Partisi Milletvekili Volker Beck mesela, yakında Federal Meclis’teki yerinden olabilir. Çünkü polis, geçen bahar Beck’te 0,6 gram yasak bir madde, muhtemelen metafamin buldu. Bu uyuşturucu skandalı tesadüfen üç eyalette yapılacak seçimlerden 12 gün önce ortaya çıktı. Honi soit qui mal y pense. Utanılacak bir durum bu! Yeşiller Partisi’nden bazıları Beck’in gitmesi gerektiğini düşünüyorlar.
Politikacılara karşı acımasızca
Hem de Beck! Beck, Alman politikasında eşcinsellerin haklarını savunan güçlü bir ses. İnançlı, kararlı bir antisemitizm ve ırkçılık karşıtı bir politikacı. Pek çok solcunun bile yapamadığı kadar heyecanla Alman İsrail ilişkilerinin düzeltilmesi konusunda çalışmış ama İsrail’in işgalci politikasını eleştirmekten de çekinmemiştir. Kısacası Beck, Yeşiller’in vatandaş haklarını savunan mirasını temsil edebilecek ender siyasetçilerdendir.
Yeşiller böyle bir siyasetçiye sahip olmaktan mutluluk duymalıdırlar.
Üretken, açık sözlü ve kışkırtıcı tanınmış bir uzmandan daha iyisine sahip olabilir mi bir parti? Galiba Yeşiller bunun bilincinde değil.
Die Zeit gazetesinde Bernd Ulrich, “ Bazı siyasi gözlemciler politikacılara karşı, sanki ikinci bir politik sınıf varmış gibi, agresif davranıyorlar” diye yazmış. Gerçekten öyle. Konu siyasetçiler olunca çok acımasız olunabiliyor ki, bu da demokrasiye zarar veriyor. Burada bir tezat da var ama: Bir yandan siyasi elitlerin halka uzak olmasından, burnu büyüklüğünden şikayet ediliyor. Ama öte yandan siyasetle uğraşanlardan beklenenler, sanki manastırda ya da akademide çalışıyorlarmış gibi çok fazla. Bir yandan akademikleşmeden şikayet ediliyor, bir yandan da bu şart koşuluyor.
Petra Hinz’i hatırlar mısınız? SPD’li siyasetçi Hinz’in biyografisinde sahtekarlık yaptığı ortaya çıkmıştı geçen yaz. Essen seçim bölgesinden gelen Federal Meclis milletvekili, Abitur denilen lise bitirme sınavını geçtiği ve hukuk okuduğunu beyan etmişti. Bu beyanın yalan olduğunun anlaşılması üzerine bütün görevlerinden istifa etti. Partisini de terk etti. Ve kimse O’na arka çıkmadı.
Sosyal bariyerler yükseliyor
Hinz’in partisi asıl gereken soruyu sormadı: Neden Petra Hinz, sadece üniversite eğitimi almış bir hukukçu olarak kariyer yapabileceğine inanıyordu? Aslında oldukça başarılı bir kadın O. Federal Meclis’e girmek hiç kolay değil. Hinz, seçim bölgesini iki kez ikna ederek doğrudan seçilmeyi, bir kez de listeden girmeyi başardı. Demek ki, bunun için üniversite eğitimi almasına gerek yokmuş. SPD Lideri Sigmar Gabriel, “SPD içerisinde akademisyenleşmeden, sıradan insanlarla ilişkinin kesilmesinden endişe ediyorum” demişti.
Sosyal demokrat Martin Schulz da üniversiteye gitmek için gereken Abitur sınavına girmedi. Daha da kötüsü profesyonel bir futbolcu olması engellenen bir içkiciyken, çalıştı, çabaladı, önce kitapçılık yapıp sonra siyasetçi ve sonunda da Avrupa Parlamentosu Başkanı oldu. Görünen o ki, bugün artık başarıya giden böyle bir yol yok. Mesafeler artıyor. Sosyal bariyerler yükseliyor. Birisi bu bariyerleri aşarsa da ona adeta şüpheyle bakılıyor.
Handelsblatt gazetesinden Gabor Steingart şöyle yazmış: “ Alman medyasının çoğu, 22 yıl boyunca Brüksel’de Avrupa Parlamentosu’nda kaybolmadan önce lise bitirme sınavına girmeye bile hak kazanamayıp içkici olan, halkın fazla tanımadığı bu adamı başbakan adaylığına layık görmesini ancak gazetecilik telepatisi ile açıklamak mümkün.” İşte bu tam da artan kızgın popülizme karşı başkaldıran burnu büyük elitist bir yaklaşım.
"Bizi artık gerçek insanlar yönetmeli. Çünkü bize tepeden bakan siyasetçilerden bıktık."